Çarşamba, Nisan 14, 2010

season of the witch

Bir de ne başlık koyayım diye düşünüyordum, heyhat! Cevap zaten gözümün önünde... Acep hayatla ilgili başka sorularda da durum böyle mi? Cevap ya da çözüm tam gözümün önünde de ben mi kapadım gözlerimi?
Suluköfte'yi dinliyorum, gözlerim kapalı... Hadi bakalım, buradan yak!
Aslında bir sürü sorum, bir yığın yanıtım, bir dolu da yorumum var; ancak zamanım yok, takatim yok sevgili blog.
Yorgunum dostlarım, yorgunum yorgun...
Peki neden?
Haydi öğrenelim:

1) 4/7 - 10/24 bir durum söz konusu (vay be şifre gibi yazınca kendimi çok cool hissettim babasını satayım, sanki ajancılık oynuyoruz -hale bak aklım hâlâ oyunda!) Çok istemesem de, şartlar elverdiğince ama kötünün de iyisi olarak ve de sonu belirsiz bir şekilde (yok anam hakikaten ajan olacak kızım ben, harcanıyorum!) işte öyle... 

2) Yeni proceler ve bu procelere bağlı sorunlu ve de zorunlu sorumluluklar var. Ayrıca mazeretim var, asabiyim ben :P

3) Hali hazırda kendi soumluluklarım ve de en sevdiklerim... Oz 6. sezona başlamanın haklı gururu ve sevinci, haksız rekabeti ya da öyle bir şeyler işte. Season of the Witch de oradan geliyor biraz zaten, aynen okunduğu gibi anlaşılıyor ve Donovan'ın muhteşem şarkısıyla özdeşleşiyor. 60lar 70ler beni bekliyor...

4) 80... 90... 100... dere tepe düz! Evet, göbek atacak kıvama gelmişim ben, delirdiğimden herhal. Zaten düğünler de yaklaşıyor; bir de onun telaşı, uğraşı olacak. Amaaan bir sürü şey şimdi ya, hoşlaşmıyorum bu olaylardan. Ama neyse, gençler mutlu olsun da ;)

5) Genel sinir katsayımda artış, özel sabır taşımda çatlama var (ar damarı da olabilir). Normalde benimle alakası olmayan, olmasını da istemediğim insanların tepemde birikmesine, dikilmesine gıcığım. Hiçbir halttan anlamayan malların genel olarak "tepemizde" olmasına çok feci tepem atıyor, bir de o tepedekileri atabilsem, atabilsek...

6) İnsanların kasılmasına çok feci kasılıyorum. Birer çuvaldızla hepsinin havasını söndüresim geliyor, en münasip yerlerine batırarak. İğneyi kendime batırmama gerek yok, bu kadar iğnelemeden sonra kendim bizatihi bir iğneyim. Toplu iğne ha ha ha...

7) İnsanın ilgiden tamamen vazgeçtiği zamanlarda karşılaştığı ilgi manyaklığı çok enteresan değil mi? Bir üç beş derken bu sene ufak bir basket takımını cebimden çıkarıp tuvalete atmam ve üstüne de sifonu çekmem işten bile değil. (iş demeyin bana! :P)

8) Bu ve bunun gibi bazı güzellikler de olmuyor değil zaman zaman. Aman aman :P  

9) Dün Mrl'ime çok içli bir yorum yazmıştım, zaten onun gözünden de kaçmamış dolu olduğum (canım ya ;) ). Sonra bir daha okudum da, ulan çok beğendim kendi yazdığımı, stres ve baskı ortamında musluklar mı açılıyordur nedir, aman diyeyim. Hatta copy-paste'leyip buraya da koyayım, çünkü istesem bir daha böyle yerinde anlatamam:

"iş ya da işsizlik tanımı oldukça enteresan ve göreceli...
çok iş yapıp bi halt yediklerini sananlar benim işsiz güçsüz olup boş durduğumu düşünebilir.
oysa ben onların o "işsizlik" dediği günlerde yazıyorum, çiziyorum, hiç olmadı okuyorum ve doluyorum.
boş nedir, ne değildir bilmiyorum.
açıkçası çok da ilgilenmiyorum.
işime bakıyorum :)
ama şu iş olayından gına geldi artık. araması bir dert, bulması bir dert, bulduğunda ne yapacağın ise apayrı bir dert. zira sana göre ya da bana göre bir iş yok hayatta.
yani var da, yapmaya izin yok maalesef.
işliler izin vermiyor, biz de işsiz oluyoruz bu durumda.
yalnız ben bir süredir pek de işsiz sayılmam ve bunun sancılarını çekiyorum nedense.
nankör şükürsüzler gibi :P
ama bir hayali olmalı insanın hayatta ve ona ulaşabilmek için çalışmalı. ondan gayrısı iş değil bence. ya da olmamalı.
olmak ya da olmamak, bütün mesele de bu değil mi zaten?"

Böyle bir şeyler gevelemişim işte, maksat hislere tercüman, çenelere argüman... 

10) kırmızı don!

Hayde dağılın bakeym! ;D

Pazar, Nisan 04, 2010

Bence artık ben de herkes gibiyim*

*Tövbe Tanrım'a, ne fena, ne evlerden ırak olası, tövbe edilesi bir cümledir. Ama işte, serde gönderme var, getirme, hatta götürme de var sevgili okur. Çok kötü fena bir alışkanlık bu, adamı alamadan götürür, eşşeği sudan getirir. Mesajımı da verdim, rahatladım, oh, no comment. Şimdi reklamlar...

Şimdik son görüşmemizden beri olanları mı anlatmam gerekiyor kendi çapımda?
Peki anlatayım ama dedim baştan, ben de artık herkes gibiyim. Seviniyorum, üzülüyorum, kızıyorum, sakinleşiyorum, şaşırıyorum, alışıyorum, vs. vs...

SEVİNİYORUM: Bazı şeyleri ucundan kıyısından becerebildiğimi görmek içimdeki self-pity canavarını öldürüyor, o geberdikçe ben mutlu oluyorum, evet sadistim.

ÜZÜLÜYORUM: Uykum, yatağım, odam, evim, ailem, Oz'um ve özümden ayrı kalmak endişelere gark ediyor, gaz yapıyor bünyemde. Özlüyorum, ağlayamıyorum. Şaka lan, o kadar üzülmüyorum :PP

KIZIYORUM: Töbe Tanrım'a; aslında olmam gereken başka bir yer, yapmam gereken başka bir iş olduğunu hissediyorum alttan alta, ver anksiyeteyi, ver anksiyeteyi... Panik ataklara pandik atıyorum, yokluğunda palavralar eskitiyorum.

SAKİNLEŞİYORUM: Teselli var bu dünyada, sebat etmek, sabretmek ve başka güzel şeyler... Arkadaşlar ve onların yaptıkları... Ohh huzur...

ŞAŞIRIYORUM: İnsanların mallıklarına, gerzekliklerine; ayakların baş oluşuna şaşırıyorum. Ebleh ebleh bakıyorum.

ALIŞIYORUM: Dedim ya, artık ben de herkes gibiyim. İnsanlık işte, alışıyorum, çalışıyorum, alıklaşıyorum...

EK: KÜFREDİYORUM: Mütemadiyen küfrediyorum; içimden, dışımdan, okkalı, okkasız, ona, buna, herkese küfrediyorum. Hiçbir masraftan ve fırsattan kaçınmıyorum. Küfürleri inci gibi diziyorum, düzüyorum.
Rahatlıyorum.
Sonra başa dönüyorum.

Çünkü ben de herkes gibiyim...