Cumartesi, Aralık 31, 2011

Hoş gel 2012 :)

yavaş gir de sakatlanma! :P
Tüm köftelere sağlıklı, mutlu, başarılı, huzurlu ve iyi bir yıl dilerim. Sevdiklerimizle beraber, sapasağlam, enerjik, neşe dolu, kahkahalar attığımız, güzel sürprizlerle dolu, paraya para demediğimiz, bol kazançlı, üretken, dingin ve barış dolu bir yıl olsun İnşallah 2012. Hadi göreyim seni koçum benim!
 :))*

mırtlı yılsonları :P

yıl biterken aldığım ilk yeni yıl kararı: gıda boyasına son!

bkz. başlık :))

Cuma, Aralık 30, 2011

yılsonu parti hazırlıkları :))

Elbette ki normal insanlar gibi yılbaşı kutlamamız beklenemezdi. Biz de doğal olarak (!) yılsonu kutluyoruz. Madem öyle hazırlıklar başlasın!

nam nam nam!
 Dünden beri bir şeyler pişirip duruyorum, aklımda milyon şey var. Neyse ki sürprizleri önceden halletmiştim. Şimdi sıra süslemelerde... dı nı nı nııın!

sürpriiiiz!
Yılbaşına daha var, o yüzden herkese mutlu yılsonları!

Çarşamba, Aralık 28, 2011

aşıkım!


"Give a girl the right shoes and she can conquer the world..."
Marilyn Monroe

Pazartesi, Aralık 26, 2011

Sevgili 2011, "we need to talk..."

Öncelikle belirtmek isterim ki, sen bu mektubu okurken ben hala burada olacağım. Çünkü giden sen olacaksın bebeğim oyeeah... Öhöm. Tamam biraz kalpsiz olabilirim ama artık ayrılık zamanı geldi, sen de biliyorsun. Vedalardan hoşlanmam ama senin vedan bir başka, yani yanlış anlama ama partilerle konfetilerle falan kutlamayı planlıyoruz. Senden kurtulmanın sevinci demeyelim de, yeni gelecek olanın heyecanı diyelim ama böyle de teselli olmaz, biliyorum. Senden boşanıp yeni koca alıcam der gibi... Pöf... Nasıl yapsak ki şimdi ya... Tamam, şöyle yapalım; ben seninle geçirdiğimiz acı tatlı olayları anlatayım, sen de fenalık geçir. Nasıl fikir?! Süper, başlıyorum ozman...
Biliyorsun ki sana çalışarak girmiştik. Oha muazzam bir cümle oldu ama doğru. Sanki çalışıp kurbanda koça koyuna girer gibi girdik sana. Affet bizi. Ama sen de sonradan bize girdin, itiraf et. O kadar çalıştık, didindik, denedik ama n'oldu? Ha olmadı da kötü mü oldu, hayır elbette. Hayırdır dedik, vardır bir hayrı dedik, öptük başımıza koduk. Sonra sen de bize kodun derdim ama bayatladı di mi? İçin kıyıldı mı? Tamam ozman, devam ediyorum.
Seninle geçen günlerimde istemeden de olsa büyüdüm. Evet, kabulleniyorum artık. Yaşım ve cinsiyetim icabı yapılan genellemeler aynen tuttu beddua gibi. Seninle birlikte kendimi alışverişe verdim, ayakkabı çanta hastası oldum. Yetmedi DIY'lara sardım, kestim diktim ördüm, kendimi kaybettim. Sonra buldum kendimi aldım pişirmeye verdim. Kurabiyeler, kekler derken mutfaktan çıkmaz oldum. Ha kendim yedim mi? Hayır, itinayla rejim yaptım. Seninleyken tam beş kilo verdim. Şu cümleleri ardarda koyunca kocasına "senin için saçımı süpürge ettim" diyen kadınlar gibi olacağım sandın di mi? Hayır efenim, gayet memnunum ben halimden. Yeni halimi, genellenmiş prototipimi seviyorum. Üstüne kilo da verdim ya, benden iyisi yok!
Peki sadece bu kadar mı? Elbette değil. Seninleyken senaryolar, öyküler yazdım, çocuk kitapları yazdım, biricik bebeğim Oz'u bitirdim uuubeybi... Öykü yarışmasında jürilik yaptım, ajansa gittim geldim, fuarlara seminerlere katıldım, standlarda öykü sattım, süper kitaplar aldım. Bir sürü görüşmeye gittim, iş peşinde koştum. Oldu olmadı, çok takmadım her zamanki gibi. Ama en çılgını televizyona çıkmış olmam sanırım. O yüzden sırf bu nedenle bile asla unutulmayacaksın 2011, hadi yine iyisin kerata... 
Bunun dışında yeni insanlarla tanıştım, bazısını hayatıma kattım, bazısını hayatımdan çıkarttım. Hazır çıkartmaya başlamışken eskilerden de artık dar olanları ayırdım bir kenara, ihtiyaç sahiplerine verdim oyeah... Yine kalpsizleşmeye başlamadan toparlayayım; hayatıma kattığın ve zaten hayatımda olup da değerini pekiştirdiğin tüm insanlar için teşekkürler 2011, çok makbule geçti valla, bi'tanesin. Ama yine de gideceksin, sori...
Fakat gitmeden son bi güzellik yapıp kuman olacak 2012'nin kulağını bükerek kendisine bazı nasihatler verirsen süper olur. Hayır yani, attan inip eşeğe binmeyelim şimdi, bir de eşekten düşmüş karpuza dönmek var sonunda çünkü. Neyse, lafı fazla uzatmadan finale geliyorum. Tüm sürprizlerin, sevinçlerin, heyecanların, komikliklerin, garipliklerin ve attırdığın kahkahalarla sevdim seni. Döktürdüğün gözyaşları, kırdığın hayaller ve yersiz şakaların için de alacağın olsun. Şimdi al mektuplarını, ver mektuplarımı; bitsin bu iş bebek!

 


Çarşamba, Aralık 21, 2011

diyır piipıl

Aslında açıklama yapmak adetim değildir. Fakat son postumdan sonra durup düşündüm, ki bu da adetim değildir. Yani durmak tamam da, düşünmek ne allasen? Neyse, oldu bi kere işte, üstelemedim. Ve bir de baktım ki, plaza insanlarına çok yüklenmişim gibi olmuş. Elbette yazarken tamamen kendimi onların yerine koyup şeetmiştim ama nasıl koyduysam artık... Sanki yaralarına tuz basarmışım gibi olmuş, halbuki yok öyle bir niyetim. Kendi yaram dururken niye başkasınınkine tuz basayım Allah aşkına, kendine müslüman bir insanım en nihayetinde. İstemeden yediysem bir halt demek ki... Neyse işte, kendimi affettireyim diyerekten aslında ne hayvan bi insan olduğumu, nasıl mal bir hayat sürdüğümü anlatayım, diyır dayri tri yapayım dedim. Ama yazacağım postu düşünürken öyle ağır bir depresyona girdim ki, anlatamam okur. Meğer ben ne işsiz güçsüz, ne işe yaramaz, ne gereksiz bir insan evladıymışım. Bak insan evladı dedim yine, insaflıyım da aynı zamanda. Ama hayatında doğru düzgün hiçbir başarı elde edememiş, kimseye yararı dokunmayan, sadece saçma sapan şeylerle uğraşıp saçma sapan laflar eden birinin hayatındaki bir günü nasıl geçirdiğini de okumak istemezsiniz diye düşündüm. Yani belki istersiniz ama sonunda ağlarsınız bak karışmam. Ben şahsen ağladım, ki çok da sulugöz bir insan sayılmam. Ha belki de ağlanacak halime gülmeyi de seçebilirdiniz tabii ama iş işten geçtiyse demek ki... N'apalım, bununla yetineceksiniz hacılar. Şimdi dağılabilirsiniz.

Pazartesi, Aralık 19, 2011

diyır dayri - tu

sevgili günnük. bu sabah saatimin alarm ziliyle sıçrayarak uyandım. bir de baktım ki, aslında sabah olmamış. hala kapkaranlık geceymiş ama saat de beşbuçukmuş. gecenin bu kör saatinde zombiler gibi dikildim elbet. çünkü işe gidecektim. her gün, her hafta, her ay olduğu gibi sıcacık yatağımı, yumuşacık yastığımı ve sadık yarim yorganımı boyunları bükük bırakıp kalktım. güneş henüz doğmadığı için hava soğuktu, titreye titreye banyoya gittim. aynaya baktım ama ayna bana bakmadı günnük. çok üzüldüm, o bile bana tafra yapıyodu. sittir lan dedim, işedim ve çıktım. elbette ellerimi yıkamayı ihmal etmedim. sonra giyinmek için harekete geçtim ama giysilerin de tuhaflıkları üzerlerindeydi, hepsi bana hareket çekti. hal böyle olunca ben de ne giyeceğime karar veremedim tabii. onu mu giysem bunu mu derken saat hızla geçiyordu. hemen bir etek, bir gömlek, bir de hırka seçtim ama ben seçtiğime, onlar da seçildiklerine pişmandı. çünkü işyerinde ancak belirli kıyafetlere izin vardı, ofis hayatı acımasızdı. sonra saçlarımı topladım, yüzüme gözüme azcık boya sürdüm ki, zombiliğim anlaşılmasın. sen bilmezsin günnük, biz ofis insanları kendimizi kamufle etmeyi çok iyi biliriz. bu bizim yaşam tarzımız oooyeeah. neese işte, hazırlandım ve hemen çıktım. çünkü servis beni bekliyordu. ne? kahvaltı mı? o da ne allasen günnük, tuhaf tuhaf lakırdılar etme reca ederim. elbette ki plazaya varınca alt kattaki cafe'de bir şeyler atıştırırım, şimdi sırası mı? önce servise binip en az bibuçuk saat yol tepmem ve bu sırada da tepilmem gerek, beni oyalama. efenime söyliim, plazaya vardık en sonunda tabii ki. oh my god. o ne ihtişam, o ne heybet. o yüce makam, o ulu mevki. en nihayetinde dünyayı kurtardığımız yer burası, boru değil. ama bize girişi boru gibi, sen öyle düşün. sonra yukarı bilmemkaçıncı katlara çıktık. bak bunca yıllık plaza insanıyım hala kaçıncı kata çıktığımızı bilmem. anla artık ne kadar ulvi. ulvi bizim ofisboy. beni kapıda karşıladı, günaydın dedi. ben de "mersi canım, sütsüz iki şekerli lütfen" dedim. ulvi saniyesinde getirdi kahveyi, akıllı çocuktu. kahvemi alıp masama geçtim. iyelik eki kullanıyorum ki benimsediğim anlaşılsın. benim masam, benim sandalyem, benim minik kübikılım. kübe kılım. o benim dünyam, o benim hayatım. uuu beybim. baktım saat sıfır sekiz kırk dokuz. aaa onbir dakikam daha var mesai başlamasına. hemen açtım interneti, kahvemi höpürdete höpürdete gezdim haber sitelerini, ne de olsa gündemden kopmamak lazım. tam günnük falımı okurken müdür geldi. tabii hemen toparlandım, kapadım pencereyi, açtım ofisluku. çalışıyor gibi yaptım. sen bilmezsin günnük, biz ofis insanlarının en iyi yaptığı şeydir çalışıyor gibi görünmek. ama bir o kadar da zor ve yorucu. yani şöle anlatiim sana, çalışıyor gibi yapmayıp da gerçekten çalışsam daha az yorulurdum, yemin ediyorum. ama ben kolaycı bi insan değilim, zoru severim, imkansızı başarırım. o yüzden burdayım. daha ilk görüşmede böle işe aldılar beni. impossible is nothing ama susuzluk her şeydir. o yüzden çalışırken arada su da içiyorum, su bile içsem yarıyo. bi de bütün gün bilgisayar başında oturuyoruz biliyo musun günnük, her yerim tutuluyo, yağ bağlıyo. ama no problem, haftasonları pilates yapıyorum, popom patates gibi oluyo. çişimi yapıyorum ama altım kuru kalıyo. her neyse, konuya gelelim. ben bugün de hiçbir şey yapmayarak çok işler başarıyordum ki, diğer ofis insanları da geldi. biraz gırgır şamata, bolca da dedikodu yaptık. plazanın şıklarını rüküşlerini, şıllıklarını ve godoşlarını seçtik, sonra kübikıllarımıza dağıldık. topumuz kıldık. üç buçuk saat boyunca yerimizden bir santim bile kıpırdamadan dünyaları kurtardık. yine. tam ondan da sıkılmışken öğle tatili oldu. toplandık çıktık. yemeğe gittik. kalori hesapladık ama hesabı tikıtlarımızla ödediğimiz için sorun olmadı. az hava alıp tekrar yukarı, ulvi'nin yanına çıktık. tam yemek sonrası çaylarımızı söyleyecektik ki, müdür hepimizi toplantıya çağırdı. bütün ofis toplandık, toplandık, toplandık. müdürümüz kadındı. bittabii ki evde kalmıştı. aklımda kalacağına evimde kalsın mottosuyla bizlere brifing verdi. ama biz almadık, zaten yeni yemekten gelmiştik, ne brifingi allasen. tabi öyle olunca müdür bize kızdı. dünyayı dar etti. dünyayı zaten biz kurtarmıştık, bir de üstüne dar gelince hiç çekilmedi valla. yemeğin üstüne, böğk. ben kendimi tuttum ama birkaç kişi kustu. hemen onları kınadık. ulvi ortalığı temizledi. müdür son kez uyardıktan sonra bizleri kübikıllarımıza saldı. kübikıllarımızda çocuklar gibi şendik. kalan onyüzbinmilyon saat nasıl geçti anlamadık. bir de baktık ki mesai bitmiş. bitmiş mesainin davası olmayacağı için toparlandık, toptan aşşa indik. servislerimize doluştuk. akşam trafiğinde en az iki saat yol teptik. sonunda eve vardım. hemen içeri girip üzerimdekileri çıkardım. hemen yanlış anlama günnük, alt tarafı duş aldım. günün yorgunluğunu atayım dedim ama ona bile mecalim yoktu. buzdolabındaki yemekleri ısıtıp yedim. tv'yi açtım, dizi izledim. sanki ben yaşıyomuşum gibi sevindim, üzüldüm, heyecanlandım, biraz da mala bağladım. sonra bi baktım ki saat ohooo olmuş. hemen gidip yattım. sabah boynu bükük bıraktığım sıcacık yatağım, yumuşacık yastığım ve sadık yarim yorganım beni bekliyordu. yatak çoktan soğumuştu, yastığın da başı ağrıyordu ama sadık yarim yorganım beni hemen sarıp sarmaladı. "bi gün hepsi geçecek" dedi. "hele bi emekli ol, o zaman bak nasıl eğlencez" dedi. beni avuttu, beni uyuttu. derken sıçrayarak uyandım. bi de baktım ki hepsi rüyaymış günnük. bu kabus da burada biter ve ben çeker giderim dedim. döndüm kıçımı yattım. oooh mis...



Perşembe, Aralık 15, 2011

Salı, Aralık 13, 2011

diyır dayri

sabah kalktım, bi de baktım ki aslında öğlen olmuş. oh my god, hemen fırlayıp yüzümü yıkadım. aynaya baktım, kendime göz kırptım, kendimi sevdim, kendimi onayladım. sonra bu kadar sırnaşma yeter diyerek kahvaltımı ettim, bones izledim. labcı kız alttan alttan bizim eski angel'a hallenirken ben de boş durmadım. kalktım sana kek yaptım -ay nil andı beni, töbe tanrım'a- kek yapmadım, pooça yaptım. önce hamuru yoğurdum, iyice yorunca dinlenmeye bıraktım. kendime de bi yorgunluk kahvesi yaptım. ne de olsa az zamanda çok işler başarmıştım. neyse efendim, bunların hallenmesi, hamurun da dinlenmesi bitince fırını ısıttım. pooçaları fırına koydum, bi köşeye çekildim. başladığım etekliği -eteklik bkz. içimdeki menopoz teyze- dikmeye devam ettim. ikinci bahar'ın tekrarı vardı, onu izledim. izlerken de iğneyi bir güzel parmağıma batırdım ama tam tırnakla etin kesiştiği yere böle cart diye, kan aktı hep. sonra baticon döktüm üstüne, üfledim ama yanmadı. gittim pooçaları fırından çıkarttım, neyse ki onlar da yanmamıştı. hiç kahvaltı etmemişim gibi farzedip iki tanesini anında mideme indirdim. geldim etekliği bitirdim, menopoz teyze aferin dedi, ona da kendime de bir çay koydum. aynı bardaktan içtik iğrenç iğrenç. sonra maillerime baktım, kankimle yazıştık. ergen ergen güldük, çok komik kız o da. buradan selamlarımı gönderiyorum kendisine. o kendini biliyor, oyeaa... sonra biraz sörf yaptım, dalgalarla dans ettim, bi de baktım ki çok açılmışım. tee dıy'lara kadar gelmişim, dedim o zaman ben artık kalkayım geç oldu. hemen şişle yünü aldım elime, uzundur planladığım bere olayını hayata geçireyim dedim. başladım örmeye. ben, menopoz teyze ve ören bayan takıldık öyle. bi de baktım ki akşam olmuş. bugün de işe yarar hiçbir şey yapmadım çok şükür diyerek şişlerimi topladım. sıra çişlere gelmişti, eee o kadar su içersem olacağı buydu. ben tuvalete giderken menopoz teyze arkamdan bağırdı, "senin gibi sidikliyi kim n'apsın!" banyo aynasından kendime baktım, kendimi sevmedim, menopoz teyzeyi onayladım. tuvaletten dönüşte cevap verecektim kendisine ama baktım ki tv karşısında uyuyakalmış. uyandırmaya kıyamadım, üzerini örtüp yatmaya gittim. rüyamda bu postu giriyordum, öyle çok korktum ki sıç(ray)arak uyanmışım. üff neyse ki hepsi rüyaymış günlük. seni de yordum kusura bakma. kendine iyi bak. öptm bye...


Pazar, Aralık 11, 2011

demek ki...

Kafandaki düşünceleri sıraya koymaya çalışmak çok saçma bir şey. Düşünce lan bu, sırası mı olur. Gerçi "hiçbir şey zamanı gelen bir fikir kadar güçlü değildir" ama sırası geleni de görmediysem demek ki... Bu demek ki de Mecnun'un yadigarı. Herif ne söylerse özenle alıp saklıyorum kızkurusu çeyizi gibi çıkarıp çıkarıp kullanıyorum. Kızkurusuyum ya oradan biliyorum. Lan bak ne diyecektim, laf yine nerelere gitti. 
Bazı insanlar hakikaten mal. Ama öyle böyle değil. Bir gerizekalı, bir haset, bir artniyetli, böyle embesil, hem de kıskanç, bir de hırslı... Al o insanı gebert, o derece. Ya da gebertme, sadece hayatından çıkart. "You're dead to me." Ama bazısını da çıkartamıyorsun işte. Oysa negzel olurdu, işten kovar gibi hayatından eleman çıkartmak. "Üzgünüz ama insani potansiyelinizi kullanamıyorsunuz, ahlaki performans da düşük, bu durumda kurum olarak bazı önlemler almamız şart. Dolayısıyla sizinle yollarımız burada ayrılıyor, size hayatta başarılar dileriz, hoşçakalın..."
Bu aralar sinir katsayım yükseldi yine, tahammül sınırlarım ise diplerde. Artık pmsten midir nedir ama hayat boyu süren de pms mi olurmuş Allah aşkına ya, yeme beni köfte. Benim genelim bu, özelim zaten yok. Bazen öyle bir kafaya geliyorum ki, sanki herkes gerzek bir ben akıllıyım amk. Oysa değil, biliyorum içten içe. Ama yine de durduramıyorum içimdeki ergeni, "fuck you all taam mı!" Yalnız ne bitmez ergenlikmiş arkadaş bu. Yemin ediyorum içimde bir adet ergen, bir adet pmsli hatun, bir adet de menopozlu teyze var. Birlikte yaşıyor bunlar, hepsi ayrı ayar, hepsinin tribi ayrı. Övünmek gibi olmasın ama çok kişilikli bir insanım, bu kelime oyununu da yaptım ya insan değilim zaten.
Geçen gün televizyonda Feride filmine denk geldim, hani Emel Sayınlı olan. Aslen Emel Sayın'ı severim, normalde Feride'yle de bir problemim yoktur. Yani yoktu, o güne kadar. Artık neye sinirlendiysem hıncımı Feride'den çıkarttım. Tam filmin başlarındayız, hani Feride o salak herifle evleniyor, herif bunu ezikliyor, istediği haltı yiyor falan ya. Orada bana bir geldiler zaten. Ama tuttum kendimi. Sonra baktım Feride eziklerde, beyimdir ne yapsa yeridir derken kocasını kazanmak (!!!) için güzelleşiyor falan, herifin dibi düşüyor, bu sefer Feride herifin yaptıklarını yapıp intikam alıyor güya. Sikerim öyle intikamı afedersin. Değil mi ki sen filmin başında o gıcık herife siktiri çekip gidemedin, daha da gözüme görünme Feride. Yok güzelleşmişmiş de herifi kendine aşık etmişmiş, herif de aşkından (!!!) maçoya bağlamışmış da mışmış. Öyle aşık olacak herif olmaz olsun bu biiiir, alsın o aşkı götüne soksun bu ikiiii, öyle heriften koca olmaz bu üüüüç, kafayı kocayla bozan gerzek Feride sen bunları hak ediyorsun bu dööört, hepiniz bir yürüyün gidin bu da beeeeş. Oh be rahatladım.
Bu aralar kendime deşarj olacak mecra arıyorum. Bir arkadaşım twitter'da fake hesap açmış, istediği gibi yazıp çiziyor, çok da iyi yapıyor. Ben ki twitter'dan özenle uzak durdum, iş görüşmelerinde eziklenmek pahasına hesap açmadım, şimdi ondan gördüm özendim, ne yalan söyleyeyim. İçimdeki ergen diyor "sen de aç bir fake hesap, giydir millete rahatla!" Sonra pmsli hatun yanından çemkiriyor "kır bu erkek egemen zihniyeti sıç sıva hepsine!" En arkadan menopoz teyze yırtınıyor "benim dediklerimi de yazmazsan sütümü helal etmem!" Üzerimdeki baskı çok fazla, her an teslim olabilirim. Ama kendi adımı ya da bilinen nicklerimi kullanmam, baştan söyleyeyim. Kimselere de haber vermem, gizli gizli söver dururum, ruhunuz duymaz yemin ediyorum. Böyle de sinsiyim, evet. Başkalarını kötüleyerek kendini yücelttiğini sanan tüm gerzek artniyetli hasetlere malzemeyi baştan veriyorum ki iyice mala bağlasınlar. Owwyeah...  

Bu post da bir uzun oldu, bir saçma oldu, bir gereksiz oldu sanki ama artık nasıl dolduysam demek ki...


Perşembe, Aralık 08, 2011

yes please!



DIY DIY diye diye...


İnsanın sorumluluğu olan şeyi yapıp bitirmesi, teslim edip ellerini ensesine dayayarak geriye yaslanması, esnemesi gerinmesi ama daha da önemlisi yaptığı şeyden memnun olarak sona erdirmesi negzel şey Yarabbim!
Şimdi konumuzla alakası yok ama işlerimi bitirince kendime pinterest ve DIY sözü vermiştim. Yani ne ka ekmek o ka köfte hesabı, kitabı teslim edince kendimi DIY projelerine vuracaktım. Hala da vurabilirim tabii ama pinterest funterest gezinirken kim ne yapmış diye bakarken arada benim bile garipsediğim şeyler çıkmıyor değil sayın köfteler. Yani DIY yapacağım diye kendini yırtan, giysilerini kesip mobilyaları parçalayan, kapıyı bacayı söküp şekilden şekile girenler de var bu dünyada. Sen koru Allah'ım!
Bu arada fotoğraftaki onlardan biri değil elbette, renkler ve fikir çok hoşuma gitti, paylaşmak istedim.  Bir dahaki oce procemizde kullanılabilir gayet, yes sir it is a pencil!
Tamam, daha fazla saçmalamadan kendimi ekrandan alıyor ve kapıyı bacayı indirmeye gidiyorum. Çok çılgın fikirlerim var olm, beni izlemeye devam edin. Bakarsınız izlerseniz bağ olur, izlemezseniz bok olur. Ups! :P

Pazartesi, Aralık 05, 2011

unuttuklarım ama asla unutulmayanlar :P

Kafa dağınık, bir milyon. Aynı anda on tane yazı projesi, beş yüz tane de DIY projesi yapmaya çalışırsan ve bu arada da doğumgünlerine kurabiye yetiştirmek için uğraşırsan atladığın, unuttuğun, ıskaladığın şeyler de olabiliyor haliyle. Bu postu onlara ithaf ediyorum :P
numero uno... ilk yaptığım bilekliklerden ama unuttum gitti tabii. bozuk bir fermuar ve biraz da dantel biye, ucuna da çıt çıt. hoop pıt pıt :))
dos... en sevdiklerimden, basit bir kurdele ve madeni kız figürü, yine çıt çıt ♥
tres... bu sefer kendime yaptım bu küçük çantayı. yuvarlak formu nedeniyle dikmek çok zor oldu, ben de bağlantı yerlerini silikonla tutturdum, taş gibi oldu :) içine de kadınlara işkence aletini koydum; kirpik kıvıran makas zımbırtısıyla mutluyuz :))

teres... şu gördüğünüz çift yumurta ikizlerini alırken normal oje olduklarını sanıyordum ve fakat eve geldim ki ne göreyim? meğer şekil verici ojelerdenmiş, fırçaları innncecik, çok ilginç. eee aldığın şeyin üstünü okumazsan böyle olur. ama benim daha çok işime geldi; hem bu fırçalarla tırnaklara şekil çizmek daha kolay, hem de istersen yine dümdüz boyayabiliyorsun tırnağını. normal fırçadan iki üç kat daha çok uğraşıyorsun ama olsun, şu renklere değer valla :)








Perşembe, Aralık 01, 2011

pinteresting

you know who!



Son zamanlarda internette geçirdiğim süre epey arttı. Gerek DIY siteleri olsun, gerek ıvır zıvır bloglar derken kendimi alamadım ekrandan. Ama bir site var ki, insanı resmen esir alıyor ve hatta uluslararası bir fenomene, takıntıya, alışlanlığa ve çılgınlığa dönüşmüş durumda. Pinterest sitemizin adı (ve de linki), içeriği ise HER ŞEY! Yani giyimden dekorasyona, komik fotoğraflardan videolara, yiyecek içecekten el işine kadar insanlara ilham veren ne varsa burada. Üyeler başka yerlerde gördükleri şeylerin resimlerini anasayfaya "pin"liyorlar, bazen de birbirlerinin sayfalarında gördüklerini "repin"liyorlar. Böylece sayfalar akıp gidiyor, siz de bakarken hem kendinizi, hem de zamanı unutuyorsunuz. Çok sakıncalı çoook! Eh madem sakıncalı, hemen tavsiye edelim o zaman :))

Salı, Kasım 29, 2011

my black hearted love


Sulu Köfte feat. PJ Harvey :)


Black Hearted Love by PJ Harvey on Grooveshark

Pazartesi, Kasım 28, 2011

Bir başlığım bile yok, anlıyor musun? Hadi gülsene!

Saçma başlıklar sıralamasında listeleri zorladığımın farkındayım ama sizce de çok saçma değil mi Allah aşkına?! Sen aylarca boş boş evde otur, kurabiye pişirip kendini el işine ver, sonra bir gün bir telefon gelsin ve televizyona çık. Medyaya olan inancımı sorguladım yemin ediyorum, ben bile çıktım ya televizyona, anlayın artık nasıl yalan ve saçma bir dünya olduğunu. Ama suçu dünyada aramamak lazım, bende de var bir tuhaflık. Toplumda geçerli olan standartlarda (ki o standartlara pırt yaparım ben!) pek bir şey başarabilmiş bir insan değilim; sigortalı bir işim, eşim, çocuğum, evim, arabam, vesairem yok. Gerçi dikili bir ağacım var, sanırım Kartal Dragos'ta bir ormanda ama konumuz bu değil (konumuz değil ama şair burada halka mesaj veriyor, benim gibi birinin bile ağacı varsa herkes en az bir ağaç dikmeli, Türkiye çöl olmamalı, al işte on numara mesaj ne var?). Fakat toplumdaki standart insanın başına gelmeyen şeyleri yaşayabiliyorum zaman zaman; mesela durup durup kitabım yayınlanabiliyor, yazdıklarım bir yerlerden ödül alabiliyor, imza günü düzenleyip canlı yayına katılabiliyorum, gibi gibi... Yani çok uçuk kaçık şeyler değil elbette ama şöyle bir durum var; ben tam uzun süren hayalkırıklıkları silsilesi sonucu hayallerimden vazgeçmeye karar vermiş ve standartların gerektirdiği gibi bir insan olma yolunda dize gelmişken birden beklenmedik bir şey oluyor. Bir şeyler düzgün (ya da ters?!) gidiyor, bir mucize ya da işaret gibi bir olay oluyor. Sonra bakıyorum ki, aslında bende tuhaf ya da yanlış olan bir şey yok. Başkalarına saçma gelse de benim hayatım böyle ve ben tuhaflıklarımı seviyorum, böyle mutluyum. Ben de böyle bir insanım işte hacı, nabıcan ekmek parası :P 

Perşembe, Kasım 24, 2011

SuluKöfte Canlı Yayında!!!

piiii!!!


Şimdi yazacağım post'un, posttaki foto ve videonun mantıklı bir açıklamasını yapmaya çalıştım yazıya başlamak için ama yok, olmuyor. Çünkü bu olanların hiçbir mantığı yok, hem neden olsun ki; bu köftenin hayatı :))

Dün sabah arkadaşım Bahadır'ın telefonuyla uyandım. Kendisi yazardır; birlikte kitap yazdık, reklam ajansında birlikte çalıştık, sitcom senaryoları yazdık, kısaca bayağı badire atlattık birlikte :) Aradığında pek kendimde değildim, o yüzden "tv programı, cine 5, anne kız diyalogları, senin telefon numaran, prodüktör" gibi kelimeleri ardarda işitince bir anlam veremedim ama "evet, olur" dediğimi hatırlıyorum. 
Onunla konuştuktan on dakika sonra telefon yine çaldı, bu sefer biraz daha ayıktım. Ancak telefondaki bayan "Funda Hanım, tam üç gündür size ulaşmaya çalışıyorum, denemediğim yol kalmadı, sonunda sizi buldum, bu kadar uğraştığım boşa gitmesin lütfen gelin" deyince yine uykuda olduğumdan şüphelendim. Zira 1. bana hiç kimse bu kadar ısrarla ulaşmaya çalışmaz 2. ulaşıp da ne yapacak 3. zaten ulaşılmaz bir insan değilim, ıslık çalsan bile koşar gelirim :P
Durum ise şuymuş; Yasemin Bozkurt programında Ceylan Saner ve annesi Yelda Gürani Saner'i ağırlayacakmış anne-kız mankenler olarak, hazır söz anne-kız ilişkisinden açılmışken bizim Anne-Kız Diyalogları kitabından da bahsetmek istiyorlarmış, dolayısıyla beni de konuk olarak çağırıyorlarmış. Bu arada program o gün (yani dün, yani kızın beni aradığı gün, yani 3 saat sonrası) yayınlanacak ve gerekirse beni aldırmak için bir araba yollayacaklarmış. Durur muyum, hemen "evet" dedim :))
Dedim ama ne yapacağım, ne konuşacağım, hatta ne giyeceğim hakkında en ufak bir fikrim yok. Bir yandan evde telaş, bir yandan ben panik halindeyim, annem der "gitmeden bir şeyler ye", babam der "sakın orada da hacı hafız ulan diye konuşma, bizi rezil etme" :))) Haklı adam, elim dursa dilim durmaz, benim canlı yayında ne işim var?!
Üç saat hızla geçti, ben ancak giyindim hazırlandım ve üçte bir araba beni aldı. Uzun yollar boyunca kendimi telkin etmeye çalıştım; heyecan yok, ellerinle oynamak yok, hacı hafız yok :P Neyse kanala vardık, beni bekleme odasına aldılar. Ceylan Hanım ve annesi de oradaydı; ikisi de çok güzel, zarif, nazik ve şeker insanlar bu arada. Yelda Hanım yıllar önce beyin felci geçirmiş, uzun süre yürüyememiş ve konuşamamış. Ancak hem kendi azmiyle, hem de ailesinin desteğiyle tekrar konuşmaya ve hareket etmeye başlamış, bu hastalığı atlatmış. Ben ilk defa orada öğrendim bunu ve Yelda Hanım'ın gücünden, enerjisinden, zafaretinden çok etkilendim. Kızı Ceylan Hanım da aynı şekilde; hem kendileri, hem de aile yaşantılarıyla çok düzgün ve örnek insanlar. İnşallah uzun yıllar beraberce sağlık ve mutlulukla sürdürürler yaşamlarını.
Biz gelelim köftenin faydalarına :) Canlı yayın 16.30'da başlayacaktı, beni de 16.15'te saç ve makyaja aldılar. Zaten geç çıkacaktım programa, rahatlıkla yetiştim yani. Ama tabii bir ton boya sürdüler yüzüme, saçıma da acele bir fön, hop köfte stüdyoya. Aslında pek umurumda değil saçım nasıl, makyajım nasıl vs. çünkü eldeki malzeme belli, ne yapacak kadın şu surata kuş mu konduracak afedersin. Ama bir yandan da düşünüyorum, "ulan iki Türkiye güzelinin yanına oturtacaklar beni, şahtım şahbaz olucam, haksız rekabet ulan bu!" diye. Bari tombik bir teyze ya da olmadı bir erkek düşeydi şansıma, neyse...
Yayına çıkma zamanı yaklaşınca beni stüdyoya çağırdılar, paravanın arkasında bekliyorum "Yasemin'in Penceresi" heyecanında :P Neyse Yasemin Bozkurt kitabı tanıtıp beni çağırdı, besmele çekip çıktım kapıdan :)) Gerisini video linkinden görürsünüz zaten, rezalet :) Saçımla oynamam mı, aynı şeyleri tekrarlamam mı, girişte oturacak yer aranmam mı, kitaptaki en komik olmayan diyalogları bulmam mı, anneme komik diye iftira atmam mı ne isterseniz var. Yayın bitip de eve dönünce (ki yine eve bıraktılar sağolsunlar ama trafikten, baş ağrısından, mide bulantısından kendimden geçtim eve gelene kadar) kendimi izlemek çok tuhaf geldi. "Piiiii!" dedim, "ben böyle mi görünüyorum, böyle mi konuşuyorum, böyle mi gülüyorum!" Kendimden soğudum yemin ederim, sizi bilmem ama ben şahsen bir daha kendimi görmek istemem o derece :))
Gelelim yayın sonrası geyiklere :P Annemler yayın sırasında eşe dosta haber vermekten doğru düzgün izleyememişler ama annem her ihtimale karşı o meşhur ağlamasını yapmış :)) Ekranın 5 kilo eklemesinden, makyajın fazla kaçmasına, babama "kızın artiz oldu" takılmalarından anneme "evlilik programına da çıkaralım" tekliflerine kadar çeşitli geyikler mevcut elimizde. Artık ailece uzun yıllar yetecek kadar eğlence konumuz var yani, rahat olun ;)))

bu da böyle bir anı oldu işte :P

Not: Bu arada teknoloji özürlü olduğum için tvarşivindeki kesik kesik görüntüleri bilgisayara yükleyemedim, bilen varsa bir el atıversin be hacı nolur...

Pazartesi, Kasım 21, 2011

tavşan kaç

Bir küçücük tavşancık varmış!

Cuma, Kasım 18, 2011

everything's personal


Yenileme çılgınlığının son kurbanı blogum oldu.
Şablonla biraz oynadım, header'a yeni bir resim yapıştırdım, avatarımsı oldu.
Her şeyi kişiselleştirdim, oh çok iyi oldu :)

P. S. Bu aralar başlıklar İngilizce çıkıyor. Yazmaya ara verdik diye Türkçe'yi de unutmayalım hafızlar :P

Çarşamba, Kasım 16, 2011

all the pretty things ♥


Kışa hazırlık; bol bol vitamin takviyesi. Bünyeyi boş bırakmaya gelmez, önleminizi alın. Küp şeklinde doğranmış portakalların üzerine meyve suyu ya da limonata dökerek daha sulu ve eğlenceli hale getirebilirsiniz. Bir nevi meyve cornflakes'i :P

Fındık ezmeli kurabiye... Eve alınan fındık ezmesi ev ahalisi tarafından sevilmeyince olanlar oldu. Ama nasıl sevelim anacım, ezme diye şekerli pütürlü sert bir şeyi koymuşlar kavanoza, olacak şey mi? Değil elbette; o nedenle atacak da değiliz kavanoz dolusu nimeti. Ne yapayım ne yapayım derken aklıma nutellalı kurabiye tarifi geldi. Aynı formülü fındık ezmesine de uygulayabiliriz diye düşündüm ve kolları sıvadım.
Öncelikle fındık ezmesini kaşık kaşık geniş bir kaba alıyoruz. Göz kararı, ben hepsini kullanmadım olur da kötü olur diye. Sonra 2-3 fincan un ekliyoruz. Kendinden tatlı diye şeker koymadım ben. Biraz kabartma tozu, çok az da margarin ekliyoruz ve tabii bir de çırpılmış yumurta. Hepsini karıştırıp kıvamlı bir hamur elde ediyoruz. Yağlı kağıdın üzerinde tepsiye diziyoruz istediğimiz şekil ve büyüklüklerde. 180 derecede ısıtılmış fırına atıp yaklaşık 20 dakika pişiriyoruz. Burada da göz kararı uyguluyoruz; mesela ben çok pişmiş sevmiyorum, o yüzden de altları çok kararmadan alıyorum fırından. Gayet de güzel oluyor valla, test edilip onaylandı, afiyet olsun :)

Kahve kutusunu da atacak değiliz ya. Zaten bu aralar hiçbir şeyi atmıyoruz, israfa savaş açtık malum :P Bu sebeple kullanılmayan ama atmaya da kıyılamayan kutularımızı kumaşla kaplayıp (in silicon gun we trust) kapaklarına da sevimli mesajlar yazıp yapıştırıyoruz. Ben iğnelikten sonraki en büyük ihtiyacımı karşılayan bu ıvır zıvır kutusunu yaptım. İçine de elbette "all the pretty things"imi koydum, mutluyum ♥

Pazartesi, Kasım 14, 2011

2 köfte arasındaki 7 fark :P

damned if I do, damned if I don't

Yok canıııım yedi tane de değildir herhalde ama fark olsun olmasın ben ikisini de sevdim. Meğer değişik saç şekillerine ne kadar açık bir bünyem varmış, hiç yadırgamamış gibi duruyorum resimlerde. Gerçekte yapmaya kalksam nasıl durur bilemiyorum ama zaman zaman aklımı çelmiyor da değil hain düşünceler. Eee hep bir şeyleri yenileyecek değiliz ya, biraz da kendimizi yenileyelim di mi ama anacım :D

Kendinizi yenileyip "Tanrım beni baştan yarat!" diyebileceğiniz, üstelik bunu kıymetli poponuzu hiç kaldırmadan yapabileceğiniz bir site var. taaz linkinden siteye ulaşabilir, uygun bir fotoğrafınızı yükleyip çeşitli yönlendirmelerle istediğiniz değişiklikleri yaparak kendinize yeni bir oyuncak edinebilirsiniz. Ben şahsen öyle yaptım, günlerce başından kalkamadım. Bu dediğim yaz aylarında olmuştu bu arada ama ben burada bahsetmeyi unutmuşum. Neyse geç olsun güç olmasın, maksat gönüller bir olsun :P

Pazar, Kasım 13, 2011

DIY'in yollarında, annemin kollarında :))

Son günlerde yaptıklarımdan birkaç kuple...

Annelerin en tatlısına kendisi gibi şeker bir makyaj çantası
Sonunda kendime de bir şey yapayım dedim ve son günlerde en çok ihtiyacım olan şeyi yaptım: iğnelik. Elde dikiş dikerken iğneyi nereye koyacağım, ay kayboldu, ay battı derdine son! Kuzucuklu iğneliğimle artık ben de pro oldum :P
Yine eski çoraplarım yetişti imdadıma. Belki gözünüzden kaçmamıştır, şu kuzucuğu bulduğum her yere dikiyorum resmen, ne bereketliymiş! Altına da yeşil çimenliği serdim mi ondan iyisi yok, tabii iğneleri üstüne batırmadığım sürece :))
Makyaj çantası tamamen kendi eserim ve tasarımım, işlemeleri de kendi elcağızımla yaptım efenim. 
İğnelik ise Hesionka'nın tasarımı, yapılışı da şöyle: hesionka'nın cupcake iğneliği 
Yapımı çok kolay ve eğlenceli. Tabii ben elimdeki malzemelere göre değişiklikler yaptım ama altyapı aynı, sonuç muhteşem. Kendisine de buradan teşekkürlerimizi sunuyoruz ve hararetle tavsiye ediyoruz :)

Cuma, Kasım 11, 2011

Meet Mualla :)

melaba. ben mualla. sadece mualla.

Tanıştırayım; o Mualla, sadece Mualla. Kendisi son çılgın projem olur. Eskiden ne idüğü belirsiz bir yaratık olarak bir deniz çantasının ortasına yapıştırılmıştı. Canice, biliyorum. Ama ben onu o hayattan çekip kurtardım. İçini doldurup dolgun bir hanım olmasını sağladım. Güzel bir elbise diktim, ayakkabılar yaptım. Saçlar ekledim, kirpik yaptım, dudaklarını işledim, hatta kenarına bir ben bile kondurdum. Soonacııma inci kolyesini takıp bir de şapka kondurdum başına, tabii kalpli broşu da unutmayalım. İşte sonunda tam bir hanfendüye dönüştü, şimdi hayırlı kısmetlerini bekliyor. Duyurulur efenim...

Çarşamba, Kasım 09, 2011

United Nations of Sulu Köfte

Kitleye bak hizaya gel. Böyle giderse uluslararası bir kuruluş olma yolunda hızla ilerleyecek, hatta hızımı alamayıp kainata açılacağım. Çok derin hislerim var, ciddi düşünüyorum. Öyleyse varım. Mahmut?

Salı, Kasım 08, 2011

bayramlık

come to the dark side... we have cookies!
goody goodies :)

Pazar, Kasım 06, 2011

mutlu bayramlar :)

Bayram şekeri niyetine... ya da kurban!!! >D

1
2 & 3

Çarşamba, Kasım 02, 2011

yes sir, I can boogie

ne oldum dememeli, ne olacağım demeli no. 2
Daha postu yeni girmiştim ki, gözlük kılıfı kenardan bana sırıttı. Evet, bu hayatının hatasıydı. Ama sorarım size, sevmek suç mu?
Kılıflar sapsız kalmasınlar, çanta olarak da kullanılabilsinler!
İşte gözlük kılıfından clutch'ımsı çantaya evrilen cicinin mutlu sonu

yeni ciciler

Yaptım, yapıyorum, yapacağım. Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır, o yüzden yavaş yavaş kaçılın anacım. Çok fena DIY'im geldi, şuraya bırakıyorum, siz şeyedersiniz. Hadi canım...

bir zamanlar afrika'da... değilse de benim odamda...

Biter mi? Bitmedi elbette... Tak çıkar, sök sokuştur, dik yapıştır... Aç kapa, aç kapa, artema... Kafa buralara geldi artık, anlayın işte. Bu arada dikiş dikerken sıcak çay ve Türk filmi acayip iyi gidiyormuş. Resmen kafa yapıyor, tavsiye etmem. Yok yok, ederim. Hadi yine iyisiniz.

gözlük kılıfı deyip geçme, onun da canı var. ve ben birazdan o canı çıkarıcam!
seni kalplere sarmalar sararım!
sonra da fırfırlara boğarım!
üç adımda tanınmaz halde getirdiğim gözlük kılıfımla mutluyuz. sizce de istridyeye benzememiş mi ablası? disney'in happy oyster'ı ya da benim versiyonumla pink öyster cult!
O-yeah

Pazartesi, Ekim 31, 2011

Happy Halloween & DIY :)

uuu beybi!

Selam sevgili köftehorlar! Biliyorum, beni bu kadar sık görmeye alışkın değilsiniz ama hem Cadılar Bayramı nedeniyle, hem de yaptığım ilk DIY projesi şerefine bu posta kayıtsız kalamazdım. Siz de kalmayın, buyrun buradan yakın...

Şimdiii... Şu solda görmüş olduğunuz bebek (mini mouse değil, hayır benim fotoğrafım da değil, hayır supernatural romanı da değil!!!) yani pembişli cicili çanta tamamen benim eserim. Nasıl mı?

İşte böööleeee...!!!



1. Öncelikle malzemeleri topluyoruz. Ben evde ne varsa onu kullandım, yani hiçbir şekilde yeni bir şey almadım. Eski bir çantamın astarı, kullanılmayan mouse padler, şemsiye kılıfı, eski tokalar, annemin dikiş kutusundan aşırdığım fermuar ve zincir... O kadar.
2. Kumaş parçalarını birbirine dikiyoruz. Unutmayın; çift dikiş hayat kurtarır :)
3. Seçtiğimiz kumaşları zevkimize (ya da zevksizliğimize :P) göre sıralayıp birbirlerine dikiyoruz. Bunlar çantanın dış yüzeyleri olacak cancanlar, ona göre dikkatli davranıyoruz, saygıda kusur etmiyoruz.
4. Sonra dış kenarlara fermuarımızı dikiyoruz. Her aşamada ölçüp biçmeye ve oranlamaya dikkat, benim gibi acemi olunca ipin ucu kaçabiliyor. İpin ucu demişken, dikiş makinem olmadığı için elde diktim ben. İşin acemisi de olunca zaman zaman sinir krizleri geçirmek ve kenarları yuvarlatabilmek için kafa patlatmak da kaçınılmaz oldu. Aklınız varsa makine kullanın, hatta hiç bulaşmayın. Bakmayın ben bu aralar kafayı sıyırdığım için bunlarla uğraşıyorum. Yoksa akıllı insan işi değil yemin ederim. Öhöm... Neyse devam edelim, oynatalım uğurcum!
5. Şu kıvama gelene kadar neler çektim bir bilseniz. Ama neyse ki gelince rahat bir nefes alıyoruz... veriyoruz... alıyoruz... çantaya can veriyoruz... (yürü be kim tutar seni!)
6. Sıra geldi iç malzemelere... Mouse padler çantayı dik tutacak, bir nevi iskeletimiz onlar, bol kalsiyumla... Amaaan tamam ya, eski çanta astarımızı padlere göre kesip boyları ayarlıyoruz. Sonra kahraman silikon tabancamızı fişe takıp ısıtıyoruz. Silikon hazır olunca kenarlara sürerek astar kumaşını padlere yapıştırarak sabitliyoruz...
7. İşte böyle :) Yalnız unutmayın; padleri kumaşın içine sığacak şekilde ölçüp biçip kesin. Sonradan astarla kaplayınca telafisi olmaz ona göre ;)
8. Kılıflarımızı çantanın içine yerleştirip kontrol ediyoruz. Kılıfın kenarlarını silikonlayıp çantanın içine yerleştirip yapıştırıyoruz. İyice sabitlenmesi için sıkı sıkı bastırıyoruz. Yine çok dikkatli oluyoruz; çünkü hem kılıfların kumaşların boyutuna uyması, hem silikonun taşmaması, hem de kendimizi sıcak silikonla yakmamamız ya da kendimizi çantaya yapıştırmamamız çok önemli. Burada tecrübe konuşuyor.
9. Bu kadar tantananın sonunda şunu elde ediyoruz. Tamam mı? Oldu mu? Mutlu musunuz? Kendinizi maymun ettiğinize değdi mi?
10. Valla gayet de oldu, tamamdır, ben şahsen çok mutluyum, çok da değdi maymunluğuma. Fermuarın ucuna zinciri ve mini mouse'u da ekledim, tam oldu hah!
İçini de doldurduk mu benden iyisi yok! Bayağı da bir şey alıyor yani, kullanışlı ve şirin bir el çantası oldu kendisi, on adımda on bir adım oldu, daha ne olsun. Takdir ettim, onayladım. Seviyorum işte, var mı diyeceğin. DIY forever!