Pazartesi, Nisan 30, 2012

psyköfte

"Olma. Köfte, Olma. Köfte, Sinir Hastası Olma."

Ne kadar işe yarar bilemem ama mütemadiyen bunu söylemeye başladım kendi kendime. Ki bu bile çoktan sinir hastası olduğuma dalalet zaten. Neyse, ummaktan ümit kesilmez. Zira durum vahim. Hiçbir zaman sakin bir insan olduğumu iddia etmedim ama bir süredir dikkat ediyorum, en ufak şeyler bile beni çıldırma noktasına getirebiliyor. Hemen parlıyorum, bok var gibi her yaşadığım duyguyu anında dışarıya yansıttığım için öfkemi de volkan patlaması gibi dışarı atıyorum. Tahmin edersiniz ki sonu hiç iyi olmuyor. Ve ben artık böyle hissetmek istemiyorum. Mesela bilgisayarda dizi yüklenirken yanlışlıkla pencereyi mi kapattım? Amman aman! Birileri gürültü mü yaptı? Oooy oy oy! Karşı apartmandaki komşu neredeyse gelip ağzımın içinde mi yaşayacak? Vay efendim! Otobüs mü kaçtı? Kimin haddine! Minibüs her kırmızı ışıkta ve sokak başında durup yolcu mu bekledi? Hay ben onun tekerine! Tv'de beklediğim dizi yerine kanal saçma bir program mı koydu? Haydi küfüre!!! Liste böyle uzayıp gidiyor, tabii küfürler ve krizler de uzayıp gidiyor onunla birlikte. Peki sonuç ne? Bir adet sinirli köfte. İstediğini alabiliyor mu? Hayır. Bir şeyi değiştirebiliyor mu? Yoo. Ne yapıyor peki? Sinirlenip çıldırdığıyla kalıyor. Ama niye??? İşler istediğim gibi gitmeyince hemen hırçınlaşıyorum, çirkefleşiyorum, çirkinleşiyorum. Tamam, çocuk gibi olduğumu baştan kabul ettim ama bu kadarı da fazla be anam. Ne o öyle ergen tavırları, huysuz ihtiyar modları bilmem neler. Ne kadan ayıp, ne kadan yazık cık cık cık, sana hiç yakıştıramadım köfte kızım!

Pazar, Nisan 29, 2012

jack bana birini android


Söyleyin Allah aşkına, Jack White'la Johnny Depp acayip benzemiyorlar mı birbirlerine? Aslında çok daha önceleri fark etmem gerekirdi tabii, ikisi de gözümün bebee sonuçta ama geçen gün dikkatimi çekti. Lan dedim noluyoruz olm, ve fekat siz, siz bana birini android! Sonra sadece bana mı görünüyorlar diye merak edip araştırdım, bir sürü karşılaştırma resmi var, valla hakkat benziyorlar diyollaa... Üstelik benzemekle de kalmıyorlarmış, benden duymuş olmayın ama Jack White aynı zamanda Johnny Depp'in yeni filmi "The Lone Ranger"ın müziklerini de yapacakmış. Vay anasını sayın seyirciler, analar neler doğuruyor!


Cumartesi, Nisan 28, 2012

kavır beni bebeğim


Cover çok güzel olmuş, süper olmuş da o pembe ceket nedir abicim ya? :)))

Mim: Kadın için evlilik kaçınılmaz bir son mu?

Uzun zamandır şöyle güzelcene bir mimlenmemiştim, Orkidela sağolsun hem beni mimlemiş, hem de güzel bir konuya parmak basmış. Toplanın bacılar, konumuz evlilik! -yalnız evlilik yazarken bile elim sürçtü ve evil yazdım, anlayın yani konuya nasıl yaklaştığımı! :P

Şimdi efenim, malumunuz evde kalmış bir kızkurusu olaraktan ve de bu payeyi büyük bir gurur ve mutlulukla taşıyaraktan vereceğim cevap belli: HAAAYIIIIRRRR!!!

Uzun uzadıya toplumsal mesajlara, sosyolojik tespitlere ya da psikolojik çözümlemelere girmeyeceğim; çünkü aslına bakıldığında tamamen iki kişiyi ilgilendiren özel bir mevzu bu. Evliliğe, evlilere ve evlenenlere saygım var; ancak evlilik herkese göre bir şey değil bence. Yani kadın erkek fark etmez, toplumsal önyargı ve baskıları da bir kenara koyun; herkes evlenmek zorunda değil. Yapı ve tercih meselesi. Bu kadar basit. Genelde evlen(e)meyenler evliliğe ve evlilere, evliler de bekarlara bok atarlar ama kimse kimseyi ilgilendirmez ve ilgilendirmemeli de aslında. Ben şahsen pek hazetmiyorum ama daha önce de dediğim gibi "bir başkasını kendine kıyacak kadar seven ve bunu tüm dünyaya duyuracak kadar coşan insanlara" da sempatim var. Durum bundan ibaret bana kalırsa. Okiş? ;)))

Çarşamba, Nisan 25, 2012

Perşembe, Nisan 19, 2012

my mid

Motivation - Inspiration - Dedication

Pazartesi, Nisan 16, 2012

OK Go!


Renk cümbüşünden bahsetmişken son zamanlarda bağımlısı olduğum şu videoyu paylaşmadan edemedim. Şarkı nefis, klip nefis, dans nefis, renkler nefis, kıyafetler en nefis; daha ne denir bilmiyorum. Normalde dans meraklısı değilimdir ama tangonun bankacı tipli bir adamla ev hanımı kılıklı bir kadını bu kadar şahane bir hale getirmesine hayran olacağım izninizle. Hatta ne izni, oldum bile!

Şarkı: OK Go'dan Skyscrapers
Klip yönetmeni: Trish Sie
Yapımcılar: Trish Sie & Paula Salhany

united colors of suluköfte

Color block öyle olmaz böyle olur diyenlere, bakar mısınız şu şirinliğe ;)*

Cuma, Nisan 13, 2012

off yavrum hepsi senin mi?!


Cık cık cık... Başlığa bak tüüüü! Ne kadan da terbiyesiz, ne kadan da ağzı bozuk bir kız oldu bu köfte böyle. Anası babası da mı uyarmıyor diyeceğim ama bu çirkef köfte onları da bozdu; hanfendiler beyfendiler hacısız hafızsız konuşmaz oldu! Sonra vay efendim gençlik niye böyle?
Neyse... Başlığa dönelim. Ya da dönmeyip de yanında yatalım; zira bakar mısınız şu güzelliğe? Ecnebiler apple pie demiş ama ben diyecek kelime bulamıyorum, yüzümü böğrüne basmak istiyorum! Uuubeybi elbette ki hepsi benim, kimselere vermem veremem, hepsini ben yerim oooyeah! Ellerime de sağlık, boğazıma da sağlık niahahaa...
Ve fekat ne kadan da arsız yüzsüz bir blog oluverdi burası. İnsan okurlarına da ikram eder be kızım, göz hakkı denen bir şey var hayatta, komşu hakkı vs. Neyse artık, bu seferlik böyle olsun. Bir dahakine çekiliş mekiliş mi yapsam diğer haspalar gibi, random.org'la şanssız talihsizleri seçip seçip yedireyim tartları pooçaları, elalem hediye görsün. Hıh!

Çarşamba, Nisan 11, 2012

Bayan, çantanızı açar mısınız?!

Sağ baştan say! Üst sıra: cüzdan, bozuk para çantacığı, deo, krem, dudak nemlendiricisi, oje.
Orta sıra: acil durum çantacığı, kağıt mendil, anahtar, ayna, göz kalemi, pudra.
Alt sıra: not defteri, adımın yazılı olduğu bir tükenmez kalem (bestie'min doomgünüsü hediyesi :)),
fotoğraf makinesi (kendisi elimde olduğu için çantasını çektim elbet) ve güneş gözlüğü...

Eskiden bayanların çantası karıştırılmazdı. Tıpkı yaşlarının sorulmadığı gibi. Ama zamane bir tuhaf olmuş şekerim, ne gizli saklı var artık, ne de ayıp. Bunu da dedim ya, yaşlandığım tescil edilmiştir herhalde. O zaman konumuza dönüyorum. Bugün artık dayanamadım, havanın kötü olmasına aldırmadan kendimi dışarılara attım. Gelmeyen baharın depresyonuna girecektim ki, biraz kitaplara filmlere mağazalara bandırdım bünyemi, rahatladım. Ve fakat dışarı çıkarken aklıma geldi, herkesler yaptı bir ben çantamın içinde ne var postu yapmadım. Halbuki o dipsiz kuyu çantamın içinde genelde bir ben olmadığım için bayağı da bol malzemeye sahiptim. Açtım, işte bunlar çıktı içinden. Yersen sevgili okur, yemezsen papucumun içinde ne var postu yapıp ağzına ağzına da vurabilirim yani. Keyif senin. Öperim.

P.S. İçindekiler derken çantamdaki çoğu eşyanın pembe ve türevleri olması da dikkatimi çekmedi değil. Bir de sanki siz hiç bir halttan anlamıyormuşsunuz gibi kalkıp hepsini tek tek açıkladım ya pes...

Salı, Nisan 10, 2012

Havalar nasıl olursa olsun...

Bu havada ne yapılır? Ya Morrissey dinlenir ya DIY yapılır. O zaman biricik köfteniz hiçbir masraftan kaçınmıyor ve size bir değil, bir buçuk değil; tam ikisini birden veriyor. Hem de hiç kuponsuz, beklemesiz...

Şarkı'yı dinlerken bir yandan da takip edin, çocuum dinle burayı!

Şimdi malum yaz geliyor. Daha doğrusu gelecek de biz de göreceğiz İnşallah. He işte, ona hazırlık olsun, ellerimiz boş durmasın deyi, hemi de modaya uysun diyesinden kot şort ağartma (en kıl olduğum laf, tam kocakarı sözü) procesi düzenledim. Benzerlerini bazı ünlü markalarda, efenim şimdi isim verip de reklam falan ahaha, gördüğünüz ve görebileceğiniz bir güzellik yaptım. Önce alıyorsunuz eski kot şortunuzuuu...


önce

sonra

Sonra da banıyorsunuz çamaşır suyuna. Al sana DIY bleach jean short! Benim çok hoşuma gitti valla, havalar ısınsa da giyinsek -ya da soyunsak? :P

Bu arada denemek isteyen olursa; çamaşır suyunu yoğun olanından seçin, kotu beyazlatmak için çok çok çok az suyla ve boooool çamaşır suyuyla tepkimeye sokun. 4. sınıf fen bilgisi deneyi de yaptırdım ya şurda, oh rahatladım. Dağılabilirsiniz...

Pazartesi, Nisan 09, 2012

temizlik demişken...


Son zamanlarda iyice görsel bir blog olup çıktı burası. Resmen fotoğrafsız post yazamaz oldum, yetmedi bir de video çektim. Ayrıca şunu fark ettim ki, ne zaman çok işim ya da yetiştirecek bir şeyim olsa daha fazla post yazıyorum. Ama ne zaman ki boşum o vakit de elim varmıyor klavyeye. Tersim pis ya, hep o yüzden...
Pis demişken, sonunda geleneksel yıllık oda temizliğine giriştim. Ama ne girişmek! Odada ayağa kalkmayan eşya kalmadı, ölsün mikroplar! Yalnız arkadaş o tozu toprağı geçtim de, o çer çöp fazlalık neydi Allasen? Az daha dursa belediye basacaktı çöp ev diye yemin ediyorum. Hayır, herifler sahiden gelse söyleyecek lafım da yok, alın götürün diyeceğim tıpış tıpış. Neyse ki dellendiğim bir zamana geldi de içim bunalıp çoğunu attım, atamadıklarımı kaldırdım. Atsan atılmaz satsan satılmaz türlü çeşit saçmalıkla uğraştım üç gün boyunca. Fakat bir rahatladım, bir ferahladım o üç günün sonunda. Duyan da tripleks villam var onu temizledim sanacak. Ama niye, odam da benim villam bir yerde. Gönlüm genişse demek ki...
Geniş demişken, tebdili mekanda ferahlık var derler, külliyen yalan sevgili köftegil! (Ara nağme: gil gil gili gililerine bakar bakar bakar dururum) İnsan bazen öyle günler yaşıyor ki, hafızasında nereye koyacağını şaşırıyor resmen. Atsan atılmaz, satsan satılmaz cinsinden vol. 2. Bir de beklemeye alışıyormuş insan, onu öğrendim. 1+2 saat bilfiil ayakta ve bazı bazı oturarak bekleyince 1 saat boş boş otobüs bile bekleyebiliyormuşum, hem hayret hem de takdir ettim. Bir de bol bol küfür ettim. Yokluğunda küfürler eskittim...
Küfür demişken, terslediğim insan sayısını kendi tersimle pis çarpıp ters giden işlerim sayısına bölünce zıkkımın köküne ulaşıyormuşum. Tecrübe ettim rahatladım, bu da böyle bir anım oldu sevgili okur...
Okur demişken, son birkaç günde 20'den 23'e çıkan izleyici sayımı da saygıyla selamlıyor; orada görünen rakamın aslında 22 olduğunu, fakat kontrol panelinde 23 yazdığını, buna göre bir (rakamla 1) adet gizli hayranımın bulunduğunu cümle aleme bildirmeyi kendime bir borç biliyorum. İnsan değilim, bunu da biliyorum. Hepinizi öpüyorum.

Pazartesi, Nisan 02, 2012

yeni filmim: doğal habitatında bir yazar yaratığı




Artık bazı gerçekleri su yüzüne çıkarmanın zamanı geldi. Hani diyorsanız ki "Vay efendim bu kız niye böyle, ne yapıyor, neyin peşinde falan fişmekan?" işte size cevabı. Benim çoğu zamanki, özellikle de geçen haftaki halim budur. Hiçbir masraftan kaçınmayıp sizlere dev bir prodüksiyonla sunuyorum. Böyle gerçekçi, varoluşsal ve  sanatsal bir belgeseli de her yerde bulamazsınız söyleyeyim. Hadi iyi seyirler! :))

Pazar, Nisan 01, 2012

şaka lan şaka

Bazen uzun uzun yazmak istiyorum buraya ama yeni yayın bölmesini açıp bomboş sayfayla karşılaşınca takılıp kalıyorum. Aslında söylemek istediğim çok şey var, hepsi de ıvır zıvır. Fakat bazısı hiç yazılmamalı, bazısı da yazılınca bir boka benzemiyor çok afedersin. En yazılacak şeylerse en olmadık zamanlarda geliyor aklıma, uyumaya çalışırken ya da tuvalette otururken mesela. Öyle bir durumda kalkıp not almak lazım biliyorum (önce ellerini yıka pis insan!) ama yine unutuyorum, yine unutuyorum. Artık iyiden iyiye kendi kafamın içinde yaşamaya başladım zaten. Gerçi mis gibi kendi kafam, yaşarım tabii (o neyin kafası yaa diyenleri neyle dövüyoduk?), gidip başkasının kokuşmuş kafasında yaşasam daha mı iyi? Ama gel gör ki, benim kafa küçük, sığamıyorum sevgili okur. Şu koca kıçımı hiçbir yere sığdıramadım ki hayatta, kalkıp fındık beyinli kafama sığdırayım. Dolayısıyla ne yapacağımı bilemiyorum. Bu saatten sonra kendi kafamdan çıkıp yeni kafa aramak da zor geliyor biliyo musun, ne de olsa yılların alışkanlığı var. Diyeceğim o ki, neredeyse yedi yıla dayandı bu blogla olan birlikteliğimiz. Yayında ve yapımda emeği geçenlere teşekkür ederdim ama bir tek ben varım burada. O yüzden şunu belirtmeyi borç bilirim; blog sanat için değil, sevgili okur. Blog toplum için de değil, blog sadece ve sadece benim için. Şimdi anladınız mı yedi yıldır neden hiç susmuyorum ben ya da sıkılıp kapısına kilit vurup kapatmıyorum burayı? Haa paşam gönlüm ister yine kapatırım ama derdim o değil. Bir heves değil, tutku değil, ihtiyaç değil, iş değil, işten değil. Sadece bir şaka. Eşek şakası. Hadi gülün bakiim!