Perşembe, Aralık 16, 2010

uzayda yakalarsam karışmam!

Bir zamanlar ne moda bir geyikti o "dünya ahiret bacımsın ama...!" ile devam eden cümle. Gülbenler mülbenler hep ergendi o zaman ama bakıyorum da şimdi de değişen bir şey yok. İktidarın politikasına benziyor bu laf; demokrasiye açığım ama kampüste yakalarsam karışmam. Aslında öbek öbek küfredesim var ama hadi neyse...

Konu açılmışken; küfrü, argoyu ne kadar sevdiğimi bilen bilir. Hiç de hanım kız pozlarına giremeyeceğim valla, girenleri görüyoruz, bolca var onlardan. Benim asıl demek istediğim, sonunda kendime uygun bir yerli dizi bulmanın haklı sevincini yaşıyorum: Behzat Ç. İlk başta çok önemsemedim ama bir bölüm izleyince tiryakisi oldum. Gerek karakterleri, gerek diyalogları, gerek de senaryosuyla beni benden almayı başarmış bir dizi kendisi. Zaten Emrah Serbes'in romanlarından uyarlanmış, oh çok da iyi yapılmış. Yazan, yöneten, oynayan herkesin eline emeğine sağlık. Bir ara reyting kurbanı oluyordu az daha, aman dağlara taşlara, neyse ki kurtuldu da rahatladık. Allah düşürmesin bacım -dünya ahiret olanından değil ama :P

Hazır başlamışken benim şu arıza karakter takıntımı da bir masaya yatırsak be hacı. Behzat Ç. son örneği zaten de, hangi ara sardım, ne zaman o kadar psikopatı topladım bilmiyorum ama kısa kısa bahsedersek:

Hannibal Lecter (Anthony Hopkins) ve Çakal (Bruce Willis); bir küççücük ergensin ne işin var elin deli doktoruyla, psikopat katiliyle di mi? Hayır yani, bir de herifler dedem yaşında! Yok ama ille aşık olunacak, her iki film de tekrar tekrar izlenecek. O zamandan belli olmuş zaten gidişat ama dur diyene aşk olsun. Amin.

Spike (James Marsters); o gerzek alacakaranlık tiplerinin olmadığı güzel günlerde arızaya bağlanmak isteyen genç kızlar Buffy ve Angel izlerler, benim gibi psikopatları da Spike türünden arıza vampirlere abayı yakardı. Başka sorum yok sayın jüri, tanık sizindir.

Hellboy (Ron Perlman); eh büyüğü deli, küçüğü deli, beşikteki de kafa sallıyor. Sen ergen yaşında seri bir şekilde katillere, vampirlere yazarsan büyüyünce de anca iblis dölü, kıyametin sağ eli, cehennem zebanisi paklar! Ama elinizi (sağ eli değil taş olursunuz!) vicdanınıza koyun da söyleyin; kızıl kızıl teni, törpü törpü boynuzları, sarı sarı gözleri, taş taş eli, toynak toynak ayakları ve upuzun kuyruğuyla pek de sevimli değil mi ablası?

Sylar (Zachary Quinto) ve Dexter (Michael C. Hall); başka söze gerek var mı?

Dean Winchester (Jensen Ackles); sanırım listedeki tek "iyi" "insan" kendisi ama iyilik de nereye kadar sorarım size! Ayrıca "ben erkeğin cehennem görmüşünü, en az iki üç kıyamet atlatmışını severim arkadaş" diyorsanız (deyin deyin çekinmeyin), tam yerine geldiniz. Klasik arabaları, rock şarkılarını ve deri ceketleri bir kenara bırakalım; karakteri de kasları kadar sağlam, yeri geldiğinde hayatla da, kendisiyle de dalga geçebilen, mizah yeteneği olayları çözme yeteneğine denk ve biraz da ağzı bozuk bir adam gösterin bana. Gösterin ya, valla bir şey yapmiicam! Bu saydığım rüya takımın yedisi de dünya ahiret bacım olsun, benim derdim uzayla ;))

Salı, Aralık 07, 2010

330... hadi 3 de benden olsun, 333!

Bahçeli hesabı attık başlığı, Allah sonumuzu hayretsin... Evet okur, sen de bir hayretsin yani. 330uncu posta gelmişiz, dost musun düşman mısın belli değil, bi git Alla'sen. 5 kişilik izleyici grubum 6 olmuş, tam davullu zurnalı kutlamalara başlayacaktım ki, bir de baktım izleyicilerimi göremiyorum. Tam bir "Zeki Müren de bizi görecek mi?" vakasıyla karşı karşıyayım. Hayır yani, gören de sanacak ki sanatçı toplumdan kopuk yaşıyor, kral halkın arasına karışmıyor, sahnenin parlak ışıkları yüzünden seyircileri göremiyor! Külliyen yalan! Hepsi blogspotun suçu, güncellemem gerekiyormuş ama tırsıyorum sevgili okur. Burtonesk template'imi, kımıl kımıl app.larımı, gökkuşağını yedi rengini kaybedecğim diye korkuyorum. Blog bu, ne yapacağı belli değil, kim vurduya da gidebilir. Töbeee...

Şimdi deneme bir kiii yapacağım, sıkı tutunun, kemerlerinizi bağlayın, şehadet getirin. Hepimiz toptan uçabiliriz ama yine de sakin olun. Pilotunuz konuşuyor. Ve unutmayın, hostesiniz sizi çok seviyor...

Pazartesi, Kasım 29, 2010

şimdi reklamlar


FAME
 Undressing Cucumbers and Revealing Their True Nature for Centuries

© SuluKöfte

Salı, Kasım 09, 2010

Manşet: Ya Tutarsa?

Alt Başlık: Değişimi Hissediyorum!

"Hemcinslerimle ilgili yapılan yaygın bir genellemeye daha dahil oldum; mutluyum, gururluyum. Pişman değilim, çıkarsam yine yapacağım!"

Bir süredir yaşadığı kişisel bunalımlar ve sosyolojik buhranlarla gündemi meşgul, kamuoyunu da rahatsız eden Sulu Köfte (26) çarpıcı açıklamalarıyla yine gündemde. Geçtiğimiz haftasonu karıştığı bir takım olaylarla adından söz ettiren Köfte dur durak bilmeyen icraatlarıyla hem görenleri, hem de kendini şaşkına çevirmekten geri durmuyor. İşte Köfte ve kendi ağzından, yaşanan son gelişmeler...

"Aslında her şey gayet normaldi başta. Her zamanki bunalımlar, sıkıntılar falan derken artık bazı şeylerin değişmesi gerektiğine karar verdim. Tabii her bunalımlı bayan gibi değişime saçlarımdan başlamam lazımdı, genelleme icabı. İnsan bir yerde doğduğu cinsiyetin geleneklerine karşı gelemiyor. Neyse... Baktım olacak gibi değil, atladım gittim kuaföre. Bizim Selim Abi sağolsun, naberdi, nasılsındı, hoş beşti derken kendimi kuaför sandalyesinde aynaya bakarken buldum. Tabii hemen çevirdim kafamı, hoş bir manzara değil takdir edersiniz ki. Ama bir yandan da Selim Abi kesiyor saçları, kırt kırt düşüyor bukleler yere. Böyle bir rahatlama, bir hafiflik, efendime söyleyeyim, bir oh çekiyorum saçlarım kesildikçe. Onca ağırlık afedersiniz, eşek gibi taşıyorum ne zamandır. Neyse işte, saçlar kat kat kesildi, oh ne rahat, artık kolay yıkanacak, kolay taranacak, çabuk kuruyacak, zaten kökü bende, falan fıstık derken Selim Abi demesin mi 'Aslında böyle kat kat saça dalga çok yakışır, hem kolay da şekil alır, rahat edersin.' 

Edersin edemezsin derken hooop ben yine kendimi buldum ayna karşısında. Yani zaten ayna karşısındaydım ama bir baktım bu sefer kafamda bigudiler, bilmemneler... Yani gerçekten bilmiyorum da ne olduğunu, Allah sizi inandırsın ama kafama takılmış bir kere. Yani kafama takılan nesnelerin ne olduğu da takılıyor kafama bir yandan ama ses de etmiyorum sonuçta. Bunalım tak etmiş canıma, takdir edersiniz ki, değişime inanmışım bir kere, gözüm kararmış, afedersiniz, kralı gelse tanımam artık o raddede. Neyse... Kafamda bigudiler, Selim Abi de bir yandan döküyor kafama ilacı, döküyor kafama ilacı. Meğer kıvırcıklaştırıcıymış ama nasıl da yakıyor meret, sanırsınız ki Kızılderililer kafa derimi yüzecek de önceden anestezi yapıyorlar. Yani tabii şimdi Kızılderili vatandaşlarımızı da rencide etmek istemem, benimkisi lafın gelişi hani bir yerde onlar da genelleme kurbanı ama hangimiz değiliz ki... Öhhöm... Neyse işte...

Ben zaten kafama ilacı yedikçe bir hoş olmuşum, bir yarım saat bekledikten sonra bunun bir de kalıcılaştırıcısı mı ne varmış, onu da döktüler kafama, ben oldum iyice. Diyorum heyt ulan isterse feriştahı gelsin, ben bu değişime inanıyorum arkadaş! Hissediyorum yani saç diplerimde, 'saç derisi kaynağı burası' diyorum reklam filmindeki Meltem Cumbul gibi. Anlayın artık siz halimi. Neyse... Biraz da o ilacı bekledik, sonra yıkadı Selim Abi saçı ama saç artık eski saç değil, yani hissediyorum değişimi. Aldı, kuruladı, jöleyle bi'şeyler yaptı tabii ben hatırlamıyorum tam olarak oraları, ilaç nasıl etki ettiyse artık. Derken kuruttular saçımı, kurudukça bir yay etkisi de hissetmedim değil tabii, saç zaten kısalmış, afedersiniz, bir de ısıyı yiyince iyice çıktı tepelere kıvır kıvır. Ama sorun değil, dedim ya, gönül vermişim ben bu değişime, vazgeçmem artık. Hoş, vazgeçmeye kalksan ne olacak, olan olmuş bir kere. Neyse...

Saçlar kıvrıldı, jölelendi, kurudu ve ben aynaya bakmaya cesaret edebildim. Önce bir alkış geldi tabii bu cesaretim için. Ardından baktım kuaför ahalisi, annem de dahil, bir sevinç gösterisi içinde. Bir mutluluk, bir taşkınlık, nasıl desem yani böyle garip bir izdiham yaşandı. Halk galeyanda, genç siviller rahatsız, delikanlı taraftar ayağa kalkmış, genç kızlar üstlerini başlarını yırtıyorlar, belediye anons yapıyor, bir tezahürat bir kıyamet görseniz amaaan, hepsi de afedersiniz kıçıkırık bir kıvırcık saç için. Hani sonuç da bir şeye benzese gam yemeyeceğim ama bildiğiniz dalgalı saç işte, perma demeye bile bin şahit lazım. Zaten toplasanız 1000 kişi de yoktu yani o gün orada, olsa olsa 250-300, eh o da şahitten sayılmaz. 

Efendime söyleyeyim, sonra biz eve geldik, babam bir süre kabullenemedi beni, eve almadı falan. Neyse zar zor ikna ettik onu benim hâlâ babamın kızı olduğuma ama bu sefer de alay ve sataşmalardan kurtulamadım. Kıvırcık, bonus, koyun, meee, merinos derken bir sinir bastı beni. Yani nasıl söylesem, artık ortaokulda dalga geçtiğim kıvırcık saçlı arkadaşlarımın mı ahı tuttu nedir, bir tepkisel oldum, ne zaman bu tarz bir lakap duysam irkilir oldum, yani ayrımcılık hakikaten çok fena bi'şeymiş, ilk elden tecrübe ettim, aman evlerden uzak... Allah'tan bizim ev yakın da işte idare ediyoruz... Neyse... Ne diyordum?

Ha, ben öyle kıvır kıvır kıskıvrak birkaç gün geçirdim ama pek de bi'şey anlamadım aslında. Hamam aynı hamam, taslar yeni bir tek. Zaten üç gün sonrasında saçları yıkayınca taslar eskidi, ay aman işte, saçlar da eski haline döndü büyük oranda. Perma terma hak getire... İlacı yediğimizle kaldık, afedersiniz şey gibi ortada. Yani değişim meğişim hikayeymiş arkadaş, saçla bitmiyor iş. Değişim saçta değil baştaymış, bunu gördüm bunu anladım ben ama tabii şey oldu biraz... Yani yine arada tuhaf şekilli dalgalanmalar olmuyor değil ama insan alışıyor zamanla. Bu da bir yerde kader, kısmet. Çok da şey etmemek lazım yani, kurcalamamak... Öyle işte..."


Sözlerini tuhaf bir sessizlikle (awkward silence) tamamlayan Sulu Köfte (yirmi altı) bundan sonraki planlarının ne olduğu sorulduğunda kollarını vücuduna sarıp ileri geri sallanmaya başlayarak değişime hâlâ inandığını mırıldandı ve sonrasında aniden ayağa fırlayıp zafer işareti yaparak asla pişman olmadığını, dışarı çıkınca yine aynısını yapacağını belirtti. Aynısının ne olduğu kafalarda soru işaretleri bırakırken Köfte de kalabalıkta izini kaybettirdi. 

SK Haber Ajansı

Pazartesi, Kasım 01, 2010

mesaj kaygım var (k)açılın!



Paranoyak olmam düşmanlarım olmadığı anlamına gelmez. Aynı şekilde aptal olmam da dostlarım olmadığı anlamına gelmez. Bu durumda ben paranoyak bir aptal oluyorum ve tüm dostlarımdan da özür diliyorum. Ahah, süper oldu lan!

Kimseyi ihmal etmeyeceksin. Bunu anladım arkadaş. O yüzden arkadaş dedim zaten. Aileni, arkadaşlarını, eh bazı bazı da kendini. İhmal ihtimali doğurur, kaldıracaksın o ihtimali ortadan. Misal, ben senin beni sevmeme ihtimalini hiç sevmedim arkadaş.

Bazen de bazı şeyleri oluruna bırakacaksın. Gerçi olmazına bırakmak daha doğru olur şu durumda ama neyse, mantık aynı. Bırakacaksın gidecek. Takmayacaksın, tak açacaksın. Grup Vitamin klibi olacak her şey. Don't worry, be happy. Hiçbir şey için üstelemeyeceksin, üstüne vazife edinmeyeceksin, hiçbir derdi üstlenmeyeceksin. Bırak faili meçhul kalsın bazı şeyler, yeter ki maktulü sen olma. Gerisine de karışma. 

(Kendine kendi kendini imha eden not) Ve lütfen her post'unda da mesaj vermeye çalışma! :))))))))))))))))))))))

Salı, Ekim 12, 2010

return to oz

"To return to Oz we've fled the world
With smiles and clenching jaws
Please help me friend from coming down
I've lost my place and now it can't be found
Is this the return to Oz?
The grass is dead, the gold is brown and the sky has claws
There's a wind-up man walking round and round
What once was Emerald City is now a crystal town..."
Scissor Sisters 


İki kere başlayıp sildim bu yazının girişini, ikisini de beğenmedim. Bu üçüncü ve ben çok da ümitli değilim. 
Bunun en birinci sebebi Oz'a dönüş yolunu kaybetmiş olmam. Tabii en başta ne akla hizmet etmeye oradan ayrıldığımı da konuşabiliriz ama çözümü olmayan sorunlarla uğraşmamak üzere söz verdim kendime. O yüzden şu an konumuz Oz'dan neden ve nasıl ayrı düştüğüm değil, oraya nasıl döneceğim. Dikkatini ver okur, don't give me excuses, give me results!
Şimdi, herkes aklını başına devşirdiğine göre başlayabiliriz. Bir kere yolu kaybettim ben. Caminin arkasındaki bakkaldan sonra sağa dönecektim ama kendime gelip de etrafıma baktığımda ne cami gördüm, ne de bakkal. Dolayısıyla kayboldum hafiften. Çok fazla değil ama, hafiften, hissettirmeden, fark ettirmeden. Zaten o yüzden bu kadar uzun sürdü kendime gelmem -ki yine de kendimde olduğumdan şüpheliyim, peki neredeyim, işte bu sorunun cevabını da sonra arayacağız okur ama önce Oz!
Yaklaşık kırk gündür yazmıyorum, yazamıyorum. İlki diğerinin sebebi zaten; çünkü yazmayınca yazamamaya da başlıyorsun. Bir nevi kısır döngü ve benim herhangi bir başka iş yapamamamın da nedeni aslında. Hal böyleyken, yani ben yazmazken, Oz'u ve yolumu kaybetmişken, kendimi de kaybetmiş oluyorum haliyle. Daha mutsuz, daha şuursuz, daha yabancı biri olup çıkıyorum. Kendimi el işine veriyorum, Derya Baykal misali bir elimde silikon tabancası bir elimde iğne iplik deli gibi taçlar tokalar yapıyorum, nezle oluyorum, mikrop kapıyorum, birilerine kapılıyorum, en olmadı bir şeylere kaptırıyorum işte. Olacak şey değil yani anlayacağın okur. 
O yüzden bir an önce dikkatimi dağıtan şeylerden kurtulup Oz'un yollarına koyulmam lazım. Yolu henüz bulamamış olsam da, erken kalkan yol alır misali, bir yerlerden başlamam, en azından yola çıkmam lazım. Bu sebeptendir ki, bohçamı hazırlıyorum, yanıma yolluk da alıyorum ve her şeye, herkese "bay bay"ı çekiyorum, kimse kusura bakmasın. Oz'a ulaşırsam sağ salim vardım diye ararım, bayramda da bir kart atarım, merak etme okur. Ayrıca kıyamadım, senin için de bir "kalmalık" yaptım, bir daha görüşünceye kadar idare ediver artık... çüüz!

1) Ablalıktan teyzeliğe, halalığa terfi ettim. Maaşı daha az, izinleri de kısa, ayrıca çoluk çocuğun da maskarası oluyoruz ama insan sevdiği işi yapmalı di mi?
2) Meğer sosyal bir hayvanmışım her insan gibi ama ben insanlıktan çıktığım zamanları da bilirim, hatta sen de bilirsin okur, sosyallikle alakası yok, ben bir hayvanım, hem de tembel hayvanı...
3) Neyi nasıl yapmam, neyi nerede ve kime söylemem gerektiğini bir takım şekil ve şemalarla açıklamaya girişen ahali: on yumrukta girişimcilik ve ahaliyi şekle, şemayı da ahaliye sokmanın binbir yolu isimli kitaplarım yayın aşamasında, çok yakında raflardaki yerini alacak, ardından da o raflar kırılmak üzere kafanızdaki yerini alacak. Tükenmeden alın diyeceğim ama tükenmez merak etmeyin, hepinize yetecek kadar var.
4) Aslında bayağı da sevgi doluyum son zamanlarda ama böyle de bir çıkış gerekliymiş demek ki, içimde kalmadı, rahatladım ya neyse... 
5) Sevgi dolu olduğumdan bahsetmiştim di mi? Evet, her şeyi, herkesi, hepinizi seviyorum. Ama en çok Oz'u seviyorum, sorry.
6) Bip sesinden sonra mesajınızı bırakabilirsiniz...
7) Biiip! 


Perşembe, Eylül 23, 2010

a late-summer day's dream

The eagle has landed, ladies and gentlemen. Please unfasten your seat belts and relax. This is our 325. post and your hostess loves you ;)

Amanın aman... Köfte kendini serin kumlardan ılık sulara atarak sululuğunu muhafaza etti de cümleten rahatladık, yoksa başımıza ekşirdi bu ekşili köfte, ayy bu kokar daa :D

Secret mecret yalan arkadaş, bu evrenin biz bakarken soyunamaması olayını bizzat yaşadım gördüm geldim yendim :P Kendimi kışa hazırlarken yeniden yaz geldi, küçük mucize tatlı bir kaçamağa dönüştü (Türk filmi jargonunu yolda gelirken aldım), aklı bir karış havada gezen Köfte sonunda muradına erdi, kalanlar kerevetine çıktı, mürüveti gören olmadı, bir rivayet hâlâ Ayvalık sahillerinde sürtüyormuş, ben bilmem diyenlerin yalancısıyım (beyim bilir diycemi sandınız di mi ahaha) nokta.

Gitmişken bir de ufağından uçak düşüreyim kanadına kurulup oturayım poz vereyim dedim, elbette ki off the record, yoksa karakutulu halimiz nice olurdu :P

Ayrıca sahil beldelerimizin reklam ajanslarını aratmayan belediyelerine de şapka çıkara çıkara geldim, çok yoruldum, bitap düştüm, tabii Allah kimseleri düşürmesin, buyrun burdan bakın:

"Ayvalık'ta yaşamak bir ayrıcalıktır." -rezidans mübarek
"Bugün misafirimizsiniz, yarın Gömeçlisiniz." -bugün sünnet yarın deniz hesabı
"Tarih doğa deniz, işte Burhaniyemiz." -benim adım Hıdır, elimden gelen budur diyor yani

Böylelikle bir yaz sezonunu daha ayağımızın kumu, kulacımızın şapırtısı ve tenimizden içimize sızan güneş ışığıyla kapatırken (film jargonu hakikaten çok ucuzdu, kestane şekeri ve pişmaniyeden sonra no.3) yeni sezonlara, yeni sürpriz ve mucizelere kucak açmanın şeysiyle (bunu bulamadım, malum ucuz jargonun yahnisi yavan olur :P) herkesleri selamlıyorum. Salute!

Ayrıca fotolarım da var: DA'ci geldi hanııım!

Perşembe, Eylül 16, 2010

zodyak'a sordum, ben bilmem beyim bilir dedi

Şimdi böyle abidik gubidik bir başlık açıp altını doldurmamak olmaz. Zaten altını dolduranlar toptan burada anasını satayım, ben de geçenlerde korkulu kabus gördüm, altımı doldurmama ramak kaldı. Allah hayır'lara karşı getirsin, referandumdan hayır çıkmış, güzel ve yalnız ülkem özgürlük, barış ve bağımsızlık dolu aydınlık günlere doğru yelken açmış, aman nasıl korktum anlatamam, işte o zaman anladım bir takım büyüklerimiz ve bir kısım medyanın neler hissettiğini. Mazallah bu ülke uyanır, ayılır ve de kalkıp esnerse, hele bir de gerinirse neler olur düşünemiyorum, ay bakamiiciim çok fecii... vecihi geliyo vecihi...

Aslında bu kadar politik bir giriş beklemiyordum kendimden. Sanırım bir iki gerzek de beklemiyordu; çünkü yüzkitabında yaptığım yoruma anında atlayıp köpük saçan ağızları ve bilimum abaza uzuvlarıyla saldırıya geçtiler. Tabii anında silinip yitip gittiler tarih sahnesinden. Ama ne demişler, tarih tekerrürden ibaret, dolayısıyla tekrar çıkıp gelmeleri an meselesi. Ancak yine tarih göstermiştir ki, gelecekleri varsa görecekleri de vardır. Evet, öyledir.

Aman bırakalım tatsız mevzuları kuzum, biraz da kendimizden bahsedelim. +not: kendine gel lafını "kendimi ne yapayım şekerim, sana gelsem olmaz mı?" diye cevaplayan Türkan Şoray modeli. Ayrıca Türkan Şoray kirpiği, Zeki Müren tırnağı... her neyse.

İçim rahat. Nadası bekleyen kumrular gibi, güneşi karşıma alıp son bir pazarlık yapmaya hazırlanıyorum. 
İçim kıpır kıpır. Serin sulardan sıcak kumlara adım atmanın tatlı heyecanı, huzurlu tebessümü ve sürpriz yumurtasıyla... yok lan yumurta burada olmadı sanki ama olsun. Bu kadarı da yeter, buraya kadar da güzel. As Jack calls it, "as good as it gets," daha ne olsun.
Hayat bayram olsun, içiniz sevgi dolsun, dışınız neşeyle boğulsun.
Uğurlar olsun. 
Peace... 

ay hart sahaf 

 

Çarşamba, Ağustos 25, 2010

hayır


Hayır. No. Nein. Non. Niyet.
Bakın ne kadar güzel kelimeler hepsi. Anlamları belli, söylenişleri lezzetli.
"Hayır" benim hayatımda en çok sevdiğim ve belki de en çok kullandığım kelimelerden biri.
Yapmak istemediğim şeyleri geri çevirmek, beni zorla belirli kalıplara ya da kendi kafalarına göre şekillendirmek isteyenlere direnmek, başkasının değil kendi hayatımı yaşamak için sıkı sıkı sarıldığım sözcük. 
Şu anda ise kaderin bir cilvesi olarak hem siyasi yaşamdaki, hem de benim özel hayatımdaki yegane cevap.
H A Y I R
Bakın ne kadar anlaşılır, basit, sade.
Ancak bu hayırı da anlamayanlar var işte maalesef.
Hani derler ya, "hayırı cevap olarak kabul etmiyorum" diye.
Ya sabır...
Cevap olarak kabul etmiyorsan fitil yapalım canım, rahatlarsın!
Ne demek kabul etmemek, anlamamak hayırı?
Şu demek:
Sen hayırdan anlamayacak kadar gerizekalı ve benim cevabıma saygı göstermeyecek kadar da küstah birisin. 
İşte tam da bu yüzden cevabım:
HAYIR!

Perşembe, Ağustos 19, 2010

thank you for your love




Gölge E-Dergi'nin Habertürk'te çıkan haberi

Assolistler gibi üst sıralarda yer almış adım keh keh :P Ama belirtmek istediğim çok önemli bir şey var;

Gölge E-Dergi'nin bana, bize, hepimize edebiyat, yazım, paylaşım, hayaller, emek ve umut adına verdiği çok şey var. O nedenle başta Ahmet Yüksel olmak üzere, emeği geçen, katılan, okuyan, ucundan köşesinden tutan herkese çok teşekkür ediyorum.

Nice sayılara ve paylaşımlara ;)

Çarşamba, Ağustos 11, 2010

11.08.1984

hepi pırtdey tu mi :)

Salı, Ağustos 03, 2010

Happy August!

Sonunda mutlu Ağustos şarkısını buldum, varsın neşe ve coşku sizinle olsun, bu da Franz Ferdinand'dan gelsin!


Eyes
burning away through me
eyes..
destroying so sweetly
Now
There is a fire in me
A fire that burns

This fire is out of control
I'm going to burn this city
Burn this city
This fire is out of control
We're gonna burn this city
Burn this city
This fire is out of control
this fire is out of control
this fire is out of control
its gonna burn..

eyes burring away through me
paralyzed
controlling completely
now
there is a fire in me
A fire that burns

This fire is out of control
I'm gonna burn this city
Burn this city
This fire is out of control
I'm gonna burn this city
Burn this city
This fire is out of control
now i'm out of control
and i burn

Oh how I burn for you
Burn, oh how I burn for you
Burn
How I burn
How I burn
Oh how I heeey...

This fire is out of control
I'm gonna burn this city
Burn this city
This fire is out of control
I'm gonna burn this city
Burn this city
This fire is out of control
We're gonna burn this city
Burn this city
This fire is out of control
We're going burn it
I'll burn it
I'll
I'll
I'll burn it down

Pazartesi, Ağustos 02, 2010

Loser Closer

Aslında cıvıl cıvıl, aşk dolu, neşe dolu bir Ağustos kutlaması yazısı yazacaktım. Sonra durdum, duydum, dinledim, bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı ya da belki hiçbir şey değişmediği için, ben hâlâ ben olduğum için, değişmek istemediğim için, korktuğum için, sevdiğim için ama en çok da 3 Doors Down bu güzel şarkıyı yaptığı için... Mutlu Ağustoslar ;)* 

Breathe in right away.
Nothing seems to fill this place.
I need this everytime
So take your lies, get off my case.
Someday I will find
A love that flows through me like this
This will fall away, this will fall away.

You're getting closer
To pushing me off of life's little edge
'Cause I'm a loser
And sooner or later you know I'll be dead
You're getting closer
You're holding the rope and I'm taking the fall
'Cause I'm a loser, I'm a loser, yeah.

This is getting old.
I can't break these chains that I hold
My body's growing cold
There's nothing left of this mind or my soul.
Addiction needs a pacifier, the buzz of this poison is taking me higher.
This will fall away, this will fall away.

You're getting closer
To pushing me off of life's little edge.
'Cause I'm a loser
And sooner or later you know I'll be dead.
You're getting closer
You're holding the rope and I'm taking the fall
'Cause I'm a loser
I'm a loser!

You're getting closer
To pushing me off of life's little edge.
'Cause I'm a loser
And sooner or later you know I'll be dead.
You're getting closer
You're holding the rope and I'm taking the fall.
'Cause I'm a loser

Cuma, Temmuz 30, 2010

you only live once*


* The Strokes söylemiş, aman da efendim ne iyi etmiş.
Bir yerlerde güneş batmış, gün bitmiş.
Dolunay çıkarmış belki, kimbilir belki de muradına erermiş.
Üstüne yaz yağmuru da pek iyi gelirmiş.
Amanın aman ;)*

Pazartesi, Temmuz 19, 2010

başlıksız, başsız, baş ağrısız

Uzun zaman olmuş buraya yazmayalı. Boşlamaktan değil sebep, kaç kere elim gitti "aha bunu da yazayım görsün yedi cüceler" şeklinde ama geri çektim o eli. Biliyorum çünkü, el kol hareketlerinde hoşlanmaz yedi cüceler, tepeler yedi ceddinizi...

Neyse, o sebep ya da bu sebep, sonunda elim vardı. Bu arada da çok şey birikti aslında. Son postumdan bu yana, ki posttan dost olmazmış bunu anladım arkadaş, bir sürü şey oldu. Sürüye ecderhaa dadandı muhtar emmiiii!!!

Şimdi gelelim "okuduğumuzu anladık mı, anlamadıysak bir daha okuyalım mı, anladıysak bu bilgiyi münasip bir yerde kullanalım mı?" bölümümüze. Hazır mıyız? Başlama düdüğüyle sıralıyorum ozman tüm düdüklere selam ossun!

1) Hayatta hiçbir şekilde plan yapmayacaksın, hayal kurmayacaksın. İyice belledim bunu son bibuçuk ayda. Hem de nasıl bellemek, konuyla ilgili çok ayıp bi laf var ama düdük müsaade etmez. O yüzden susuyorum. Siz siz olun sakın plan program yapmayın anacım, o kadar söylüyorum.

2) Her şey bitermiş arkadaş, güzel ya da çirkin. Her şeyin bir son kullanma tarihi varmış, bunu da anladım artık. En sağlam şeyler bile çattadanak ortadan ikiye ayrılabilir ve sizi ortada bırakabilirmiş. Yaaa...

3) En yakınınız sizi en münasip şekilde acıtabilirmiş. Biliyorum çok tuhaf ve yanlış bir cümle oldu ama olan bu. Siz yine de, en yakınınız bile olsa, kimsenin size paçavra muamelesi yapmasına izin vermeyin. Ezilmeyin, ezdirmeyin. Bırakın gerekirse inceldiği yerden kopsun. Koparsa zaten hiç sizin olmamıştır, kopmazsa da alır sokarsınız münasip bi yerinize.

4) İş görüşmelerinde kaç tane facebook arkadaşınız olduğu, blogunuzu kaç kişinin takip ettiği ve neden bir twitter hesabınızın olmadığı da soruluyormuş artık. Yaa... Haydi bir yaşımıza daha girelim -ya da durun, bir ay daha bekleyelim.

5) Size verilen görevi istemeseniz de en iyi şekilde yapın, bakarsınız bağ olur, bakmazsınız bir de bakmışsınız elinizden gitmiş. Yaa yaaa...

6) Ekrana uzun süre bakmayın, gece geç saatte yatmayın, uykunuzu iyi alın. Başınız ağrır sonra. Benden demesi...

7) Bu sıcakta kahveyi soğuk için. Çok güzel oluyor. Hakkat ya, ciddi söylüyorum...

Salı, Haziran 29, 2010

M.A.L. :)))

Yeni öyküm "M.A.L." Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi'nin 1. yıldönümü için özel olarak hazırlanan seçkide yerini almış bulunuyor. Başta Kayıp Rıhtım sahiplerine, sonra da sakinlerine ve en nihayetinde okurlarına sonsuz teşekkürler, tebrikler, sevgiler, vesaireler...! :)

 Kayıp Rıhtım'da F.Ö.Ş.'den bir garip M.A.L. 

Salı, Haziran 08, 2010

Yeni Kitap Çıktı: Öğrenciliğin Kitabını Yazdık , üstelik kopya da çekmedik!

Duyduk duymadık demeyin; hemen koşup gidin alın okuyun!
Dokuz yazar arkadaşımla birlikte yazdığımız sözlük formatındaki mizahi öğrencilik kitabı çıktı; kitap satış sitelerinde ve kitapçı raflarında bulabilirsiniz. Bulun! Alın! Okuyun!
:)) 




Pazartesi, Mayıs 31, 2010

rejection is ejection!

"We're mailing this rejection because we couldn't meet you in person to punch you in the nose."


- I think that you have to believe in your destiny; that you will succeed, you will meet a lot of rejection and it is not always a straight path, there will be detours - so enjoy the view.

- I tell writers to keep reading, reading, reading. Read widely and deeply. And I tell them not to give up even after getting rejection letters. And only write what you love.

- I discovered that rejections are not altogether a bad thing. They teach a writer to rely on his own judgment and to say in his heart of hearts, "To hell with you”.

- The vital point to remember is that the swine who just sent your pearl of a story back with nothing but a coffee-stain and a printed rejection slip can be wrong. You cannot take it for granted that he is wrong, but you have an all-important margin of hope that might be enough to keep you going.
  
- Practice, practice, practice until you eventually get numb on rejections.
  
- There are two wrong reactions to a rejection slip: deciding it's a final judgment on your story and/or talent, and deciding it's no judgment on your story and/or talent.

- What is needed is a site that bypasses these idiots that send out rejection letters! Authors - it is time to take back control in the way that bands fought back against parasite music publishers and distributors.

Anybody can become a writer, but the trick is to STAY a writer. - Harlan Ellison

Perşembe, Mayıs 27, 2010

keşke herkes böyle olsa!

Allah hayırlara karşı getirsin sevgili okur; ikidir post yazacağım yazamıyorum. Tam elim klavyeye dokunuyor, yazıyorum üç beş satır sonra ne oluyorsa hop siliyorum. Elim yayınla'ya gitmiyor bir türlü, beğenmiyorum, beğendiremiyorum, yediremiyorum kendime. Dolmuşum belli, de nereye nasıl taşacağımı bilemiyorum, enginlere sığmıyorum, dingillere sığınıyorum, sığ sularda boğuluyorum.

Kimin lafıydı o; "küçük havuzda büyük balık olacağıma, büyük okyanusta küçük balık olurum" muydu neydi? (bravo muhteşem hafıza!) Affınıza sığınarak siktirsin ordan diyorum! Havuzu bulmuş da laf ediyor hıyar ağası, sana ne okyanustan, balığı da ızagara yapar yerik üstüne bir de büyük deviririk demek istiyorum izninizle. Açtırmasın benim bayramlık ağzımı...

Enginlere değil, küfürlere sığmıyorum gördüğünüz gibi (töbe Tanrı'ma!). Söz verip de tutmayan, lafa gelince mangalda kül bırakmayan, icraata gelince kömür gibi kararan, elaleme çamur atan, kendisine toz kondurmayan, cin olmadan adam çarpmaya çalışan, adammış gibi yapıp da bir bok olmayan tüm hıyarlardan bir hesap soracağım, bir küfür söveceğim, bir sopa da döveceğim var! Çıkarın defterleri tahsilat yapıyoruz!

Bunu söyleyip rahatladıktan sonra belirtmek istediğim başka bir nokta var. Şimdi ben elaleme verip veriştiriyorum ya güya buradan. Ey okur, sanma ki kendimi bir bok sandığımdan! Hayır, ne münasebet! Aksine, şu koskoca evrende bir toz zerreciği olduğumun farkındayım ve belki de o yüzden bu hırçınlığım (bak bak psikoanaliz de yaparmış kendine yazık). Tembelim, üşengecim, hayalciyim, gerçeklerden kaçıyorum, bencilim, korkağım, malım, eh biraz da gerzeğim ama soruyorum sana sevgili okur; tüm bunları olurken yalnız mıyım? Hayır, değilim; herkes de benim gibi işte! (bkz. bence artık ben de herkes gibiyim -değil, bence herkes de benim gibi artık!) Hepimiz malız, hepimiz salağız! 

Ancak...

Kimsenin de benim salak, mal, korkak, bencil, hayalci ve tembel olma hakkımı elimden almaya hakkı yok sevgili okur! Ben de böyleyim arkadaş! Gelmişim 26 yaşına artık geçmiş ola! Kalkmış bana "şunu şöyle yap, bunu böyle yap" diyorlar (onlar kendini biliyor!) ama sorarım size, alışmadık götte don durur mu?! Su yolunu bulur mu? Aşk her şeyi affeder mi? 

Affetmez babasını satayım! Ben de affetmem. O yüzden bırakalım herkes olduğu gibi olsun, neyse o olsun, götü başı oynamasın sevgili okur; delikanlı olsun ciğerimi yesin. Başka da hiçbir şeycikler demem, na bu kadar, bu seferki de resimsiz olsun!

Pazar, Mayıs 16, 2010

karşının taksisiyim abla

Silkelenin ve kendinize gelin köfteler! Bünyeyi kutlama rehavetine kaptırıp malak gibi yatmak yok. Uzun süredir devam eden arabesk-gotik (o nedir ya!) halet-i ruhiyeyi de silip atıyoruz, tamam mı? Kabul edenler? Etmeyenler? Kabul edilmiştir!

Evin çevresindeki kargaların kocamanlığı ve kurnazlığı beni hayretlere düşürüyor, endişelere gark ediyor (karga karga gark dedi!). Gelip balkon demirlerine kafa atıyor, gaga bileyliyorlar savaşa hazırlanır gibi. Kime girişecekler çok merak ediyorum, onlar gelince içeri kaçıyorum, perde arkasından dikizliyorum ama biliyorum, onlar beni görüyor -kargalar bizi gözetliyor!

Nasıl inat bir bünyem varsa... Sonunda Wayfarer'larıma kavuştum, ki bir süre kendimi tutmak üzere kendimle anlaşmaya varmıştım ama kendi kendimin düşmanı oldum, kendimin arkasından kendi kendime iş çevirdim ve gittim aldım o gözlükleri kendime! 

Düğün dernek olaylarlarına iyice adapte oldum; yani insanın alışmayacağı şey yokmuş şu dünyada. Değil bir dahaki düğünde ne giyip saçımı nasıl yapacağımı düşünmek, kalkıp kendi düğünümü planlamaya falan kadar vardırdım işi. Durum vahim, ilk dansı Rolling Stones'un "Satisfaction"ıyla yapmaya karar verdim, çok fena çok...

Yaklaşan yaz ve tatil sezonuyla birlikte bünyede kilo verme, diyet yapma, spora sarma isteği peydah oldu (evet ben de bir kızım sonuçta, ne var!). Diyetten pek umudum yok, eh spordan da ama her şey beyinde biter diyen doktorlara beynimi aldırsak kaç kilo yapar diye sorasım var. İşe yaramıyor zaten ama hap kadar olduğu gerçeği de göz önüne alınırsa benim bu yaz da kilo vermem zor görünüyor şimdiden!

Acilen bir öykü yazmam lazım. Tamam, o kadar acil değil ama yazmalıyım (bak bak, nasıl birden entel konulara yöneldim!). Üstelik henüz konu seçmedim, kurgu yapmadım. Aklımda bir şeyler var ama aklım karışık zaten, nasıl seçip düzenleyip düşüneceğim bilmiyorum. Bööyle bel bel bakıyorum ekrana, kağıda... Hayırlısı!

Kırmızı papuçlarım var artık, hemi de topuklu (aha yine geldik sığlığa, boy veriyorum!). Üzerlerinde nasıl yürüyeceğimi düşünürken dün gece kendilerini rüyamda ve ayağımda görmemle en güzel hülyalara saldım kendimi. Bir nevi Dorothy oldum, Kansas'a gittim geldim (ben karşının taksisiyim abla!), batının kötü cadısıyla akraba çıktım, el öpüp uyandım. Harçlık olarak iki adet uçan maymun aldım geldim, şimdi balkonda kahvaltı yapıyorlar. Yalnız bizim kodaman kargalar pek pis bakıyorlar, huylanıyorum. Bana huysuz diyenlere duyurulur!

Başka bir arzunuz?

Cuma, Mayıs 14, 2010

5 Yıllık köfte Kutlu köfte Mutlu köfte Sulu Köfte

Beş (rakamla 5) yıl... 
Bu ufacık tefecik içi dolu köftecik blogu açalı, yazmaya başlayalı tam beş yıl olmuş. Çocuk doğursam anaokuluna başlamıştı şimdiye! Zaten burası da çocuk gibi oldu ya; yemedim yedirdim -yalan- giymedim giydirdim -yalan- besledim büyüttüm -eh- yeri geldi şımarttım -he- yeri geldi azarladım dövdüm -doğru valla- ama sonunda bugünlere getirdim. Mutluyum gururluyum suluyum; herkese kutlu olsun!
Bu arada sadece sevgili biricik blogumun değil, Oz'umun da kutlamasını yapıyorum. Dile kolay 100. bölümü geride bıraktık -Supernatural'ınki gibi olmasa da :P- İnşallah nicelerine, niteliklilerine, yayınlılarına ve de partililerine!
Hazır kutlama havasına girmişken bir kutlu haberim daha olsun isterdim, vardı da ama yetişmedi sanırım. Neyse o da bir dahaki post'a diyelim ;)
Aslında bir sürü laflar hazırlamıştım, günün anlam ve önemine de uyacaktı ama hepsi aklımdan çıkıp gitti, heyecanlı mıyım neyim :P
Kısaca nice beş yıllara diyorum sevgili köfteseverler; daha nice postlarda, mecralarda ve sululuklarda görüşmek dileğiyle... Sulu kalın! ;)
Not: Yıldönümü aslında yarın, yani 15'i ama yarın ekran başında olamayacağım için şimdiden kutlayalım istedim. Zaten yarına da kutlanacak bi' dolu şey var oooh yandan!

Pazartesi, Mayıs 03, 2010

ECEL: İlk romanımın ilk bölümü Buzul Dünya'da



Sonunda bu da oldu! :D

3 yılda yazdığım, 2008 Xasiork Roman Yarışması'nda 2. olan, 409 sayfalık ilk romanım ECEL'in ilk birkaç bölümü sırf sizler (ve tanıtım ve reklam!!!) için Buzul Dünya'dan yayında...

Tadının damağınızda kalması dileğiyle; ki daha fazlasını isteyesiniz, kitapçılara yayıncılara koşup talep-ısrar-isyan edesiniz :))


İyi okumalar, yorumlarınızı ihmal etmeyin ;)

Çarşamba, Nisan 14, 2010

season of the witch

Bir de ne başlık koyayım diye düşünüyordum, heyhat! Cevap zaten gözümün önünde... Acep hayatla ilgili başka sorularda da durum böyle mi? Cevap ya da çözüm tam gözümün önünde de ben mi kapadım gözlerimi?
Suluköfte'yi dinliyorum, gözlerim kapalı... Hadi bakalım, buradan yak!
Aslında bir sürü sorum, bir yığın yanıtım, bir dolu da yorumum var; ancak zamanım yok, takatim yok sevgili blog.
Yorgunum dostlarım, yorgunum yorgun...
Peki neden?
Haydi öğrenelim:

1) 4/7 - 10/24 bir durum söz konusu (vay be şifre gibi yazınca kendimi çok cool hissettim babasını satayım, sanki ajancılık oynuyoruz -hale bak aklım hâlâ oyunda!) Çok istemesem de, şartlar elverdiğince ama kötünün de iyisi olarak ve de sonu belirsiz bir şekilde (yok anam hakikaten ajan olacak kızım ben, harcanıyorum!) işte öyle... 

2) Yeni proceler ve bu procelere bağlı sorunlu ve de zorunlu sorumluluklar var. Ayrıca mazeretim var, asabiyim ben :P

3) Hali hazırda kendi soumluluklarım ve de en sevdiklerim... Oz 6. sezona başlamanın haklı gururu ve sevinci, haksız rekabeti ya da öyle bir şeyler işte. Season of the Witch de oradan geliyor biraz zaten, aynen okunduğu gibi anlaşılıyor ve Donovan'ın muhteşem şarkısıyla özdeşleşiyor. 60lar 70ler beni bekliyor...

4) 80... 90... 100... dere tepe düz! Evet, göbek atacak kıvama gelmişim ben, delirdiğimden herhal. Zaten düğünler de yaklaşıyor; bir de onun telaşı, uğraşı olacak. Amaaan bir sürü şey şimdi ya, hoşlaşmıyorum bu olaylardan. Ama neyse, gençler mutlu olsun da ;)

5) Genel sinir katsayımda artış, özel sabır taşımda çatlama var (ar damarı da olabilir). Normalde benimle alakası olmayan, olmasını da istemediğim insanların tepemde birikmesine, dikilmesine gıcığım. Hiçbir halttan anlamayan malların genel olarak "tepemizde" olmasına çok feci tepem atıyor, bir de o tepedekileri atabilsem, atabilsek...

6) İnsanların kasılmasına çok feci kasılıyorum. Birer çuvaldızla hepsinin havasını söndüresim geliyor, en münasip yerlerine batırarak. İğneyi kendime batırmama gerek yok, bu kadar iğnelemeden sonra kendim bizatihi bir iğneyim. Toplu iğne ha ha ha...

7) İnsanın ilgiden tamamen vazgeçtiği zamanlarda karşılaştığı ilgi manyaklığı çok enteresan değil mi? Bir üç beş derken bu sene ufak bir basket takımını cebimden çıkarıp tuvalete atmam ve üstüne de sifonu çekmem işten bile değil. (iş demeyin bana! :P)

8) Bu ve bunun gibi bazı güzellikler de olmuyor değil zaman zaman. Aman aman :P  

9) Dün Mrl'ime çok içli bir yorum yazmıştım, zaten onun gözünden de kaçmamış dolu olduğum (canım ya ;) ). Sonra bir daha okudum da, ulan çok beğendim kendi yazdığımı, stres ve baskı ortamında musluklar mı açılıyordur nedir, aman diyeyim. Hatta copy-paste'leyip buraya da koyayım, çünkü istesem bir daha böyle yerinde anlatamam:

"iş ya da işsizlik tanımı oldukça enteresan ve göreceli...
çok iş yapıp bi halt yediklerini sananlar benim işsiz güçsüz olup boş durduğumu düşünebilir.
oysa ben onların o "işsizlik" dediği günlerde yazıyorum, çiziyorum, hiç olmadı okuyorum ve doluyorum.
boş nedir, ne değildir bilmiyorum.
açıkçası çok da ilgilenmiyorum.
işime bakıyorum :)
ama şu iş olayından gına geldi artık. araması bir dert, bulması bir dert, bulduğunda ne yapacağın ise apayrı bir dert. zira sana göre ya da bana göre bir iş yok hayatta.
yani var da, yapmaya izin yok maalesef.
işliler izin vermiyor, biz de işsiz oluyoruz bu durumda.
yalnız ben bir süredir pek de işsiz sayılmam ve bunun sancılarını çekiyorum nedense.
nankör şükürsüzler gibi :P
ama bir hayali olmalı insanın hayatta ve ona ulaşabilmek için çalışmalı. ondan gayrısı iş değil bence. ya da olmamalı.
olmak ya da olmamak, bütün mesele de bu değil mi zaten?"

Böyle bir şeyler gevelemişim işte, maksat hislere tercüman, çenelere argüman... 

10) kırmızı don!

Hayde dağılın bakeym! ;D

Pazar, Nisan 04, 2010

Bence artık ben de herkes gibiyim*

*Tövbe Tanrım'a, ne fena, ne evlerden ırak olası, tövbe edilesi bir cümledir. Ama işte, serde gönderme var, getirme, hatta götürme de var sevgili okur. Çok kötü fena bir alışkanlık bu, adamı alamadan götürür, eşşeği sudan getirir. Mesajımı da verdim, rahatladım, oh, no comment. Şimdi reklamlar...

Şimdik son görüşmemizden beri olanları mı anlatmam gerekiyor kendi çapımda?
Peki anlatayım ama dedim baştan, ben de artık herkes gibiyim. Seviniyorum, üzülüyorum, kızıyorum, sakinleşiyorum, şaşırıyorum, alışıyorum, vs. vs...

SEVİNİYORUM: Bazı şeyleri ucundan kıyısından becerebildiğimi görmek içimdeki self-pity canavarını öldürüyor, o geberdikçe ben mutlu oluyorum, evet sadistim.

ÜZÜLÜYORUM: Uykum, yatağım, odam, evim, ailem, Oz'um ve özümden ayrı kalmak endişelere gark ediyor, gaz yapıyor bünyemde. Özlüyorum, ağlayamıyorum. Şaka lan, o kadar üzülmüyorum :PP

KIZIYORUM: Töbe Tanrım'a; aslında olmam gereken başka bir yer, yapmam gereken başka bir iş olduğunu hissediyorum alttan alta, ver anksiyeteyi, ver anksiyeteyi... Panik ataklara pandik atıyorum, yokluğunda palavralar eskitiyorum.

SAKİNLEŞİYORUM: Teselli var bu dünyada, sebat etmek, sabretmek ve başka güzel şeyler... Arkadaşlar ve onların yaptıkları... Ohh huzur...

ŞAŞIRIYORUM: İnsanların mallıklarına, gerzekliklerine; ayakların baş oluşuna şaşırıyorum. Ebleh ebleh bakıyorum.

ALIŞIYORUM: Dedim ya, artık ben de herkes gibiyim. İnsanlık işte, alışıyorum, çalışıyorum, alıklaşıyorum...

EK: KÜFREDİYORUM: Mütemadiyen küfrediyorum; içimden, dışımdan, okkalı, okkasız, ona, buna, herkese küfrediyorum. Hiçbir masraftan ve fırsattan kaçınmıyorum. Küfürleri inci gibi diziyorum, düzüyorum.
Rahatlıyorum.
Sonra başa dönüyorum.

Çünkü ben de herkes gibiyim... 
 

Pazartesi, Mart 22, 2010

The world needs a hero


Höyt!
Dünyanın bir kahramana ihtiyacı vardı ve o kahraman ihtiyaç molası vermişti.
Bıyyy ne banal...
Ve fakat!
Şarkıdan şarkıya, duygudan duyguya savrulan bir bünye olarak hangi şarkı sözünü yazacağımı şaşırdım. Biri der "stranger things have happened", biri der "things have changed"; ben de neye kime inanacağımı şaşırdım sevgili okur... ya da okumaz, keyfi bilir.
Kulislerde dedikodum yapılıyor, "çok sinirliymişim"!
Evet sinirliyim; asabiyim, mazeretim çok ya da yok, kimi ilgilendirir ki? Belki içimde fırtınalar kopuyor, belki ortalık süt liman, belki içime atıyorum, belki dışımdan taşıyorum, ne biliyorsunuz? Kaldı ki, kime ne hakikaten...
Höyt!
Bu aralar nişandan düğünden geçilmiyor, adım atsak kafamıza bir çift düşüyor. Ne lan bu?!
Hayır, madem yiyorsunuz bir halt milleti niye alet ediyorsunuz? Gidin kendi aranızda takılın işte, gençler... ve her zaman genç kalanlar nihaha!
Aman blog, sorma bu aralar pek meşgulüm ama iyi de gelmedi değil bu meşguliyet. Lazımdı lazım... Ama bu meşguliyet arasında bir de yürek yağı eriten cinsten oh canıma değsinler de oluyor ki, yeme de yanında yat... ya da kalk, senin bileceğin iş. Ama ben diyeyim; içinizdeki ah, heves, kursak artığı, ne varsa hepsi eriyip akıyor süzülüyor karışıyor bahar yağmurlarına. Gerisi siz sağ ben selamet. Herkese böyle "gönül soğumaları" diliyorum ciddi manada... ha ha!
Höyt!
Dünyanın ihtiyaç duyduğu kahraman ahanda yukarıda 1.85 yatmakta olan Jensencim ama gördüğünüz gibi kendisi pek oralı değil. Dave Mustaine daha çok bağrınır "world needs a hero" diye ama o da muhalif zati. Amaaan bana nesiyse, dert mi ayol!
Höyt!
Dağılın bakeym...
Böyle çizik çizik de iyi oldu he_

Salı, Mart 09, 2010

"M" Yayında!

Sevgili okurlarım, canım köftelerim ve biricik blogum...

9 güzide parçadan oluşan öykü derlemem "M" Buzul Dünya'dan yayında:
"M"   linkinden ulaşıp e-kitabı indirebilirsiniz. İçindeki öyküler:
Mezarkazıcı
Morg Kaçkını
Mimik Avcısı
Maskulen Amazon
Maşuka
Modemin Bağladıkları
MET1N
Müessese
Masal Isırır Aşkı

Şimdiden afiyet olsun, soğutmadan yorum yapmayı da ihmal etmeyin ;)

Not: Buzul Dünya ahalisine ayrıca teşekkürler :))

Cuma, Mart 05, 2010

kısasa kısas, quizas yavrum quizas

 

# Bilgisayar başında oturmaktan kamburum çıktı, popom mindere döndü, yetkililere sesleniyorum, evde kaldım kalacağım, belediye zabıtaları evi basmadan bu olaya bir el atın, rica ediyorum.
# Mailim iznim olmadan bir sürü aptal gruba üye yapılmış, abuk sabuk politik mailler geliyor, bahsetmiştim daha önce. Artık spamlemekten yoruldum, silip duruyorum sadece. Yalnız, tek ben değilmişim bundan muzdarip olan. Birkaç gündür insanlar şikayet mailleri atıyor, "silin beni gruptan" diye. Dün de amcanın teki "çıkarın beni bu gruptaaaan!" diye serzenişte bulunmuş, amma güldüm ya. Garibim nasıl içlendiyse, "deli değilim ben, çıkarın beni bu kutudan" der gibi kih kih kih yazık be, yazık hepimize.
# Gripti gariplikti derken tam bir aydır evden çıkmadığımı fark ettim, garip ama gerçek, sad but true. Artık insanlıktan tamamen çıktım (çıkarın beni bu gruptan!) ki zati hiç üye olmamıştım, şimdiyse ilişiğimi tamamen kestim, rahatladım. Valla üstüme bir rahatlık çöktü anlatamam size, yakında kedi besleyen çöp biriktiren menopoz teyzelere benzeyeceğim. Bayramda gelin de harçlık vereyim.
# Suede'in Sadie şarkısı ne manyak bir şarkıdır arkadaş. Manyaklık şu ki, dinleyince enzimleriniz depreşiyor, huşu içinde gerçeklikten kopuyorsunuz (çıkarın beni bu kutudan!) ama bittikten sonra yine unutuyorsunuz şarkıyı ve manyaklığını. Sonra bir daha dinlediğinizde depreşiyor yine her şey. O yüzden unutmamak için not ediyorum. Unutma, unuttukça unutma sana gelecek. Unutma, unutulanlar unutanları hiçbir zaman unutmazlar. Utanmazlar!
# Supernatural 4. sezon TNT ekranlarında son buldu, Allah'ın davul edesiceleri 5. sezonu Ekim'de anca verir şimdi, zaten yayın programını da değiştirmişler, zaten dublaj da yapıyorlar dizilere, amma gerzekler ya. TNT'yi T.N.T. koyup patlatmak istiyorum, yetkililere sesleniyorum, kendimi ihbar ediyorum, RTÜK gelsin kapatsın beni. Yalnız hayatıma RTÜK'ün kapatması olarak devam etmeye de pek hazır değilim, bunu da yetkililere belirtmek, saygısızlıkla arz etmek istiyorum.
# Ayrıca kendini adam sananları da Haydar'la tanıştırmak istiyorum. Kendisi haza beyfendi bir doğalgaz borusu kırması demir sopa olaraktan kendilerine nasıl adam olunacağını en iyi ve de en feci şekilde öğretecektir kanaatimce. Yetkililerin dikkatine, saygılar şelale...
# Pazartesi'yi bekliyorum, gözlerim kapalı... Bu da kıssadan hisse. Bitti.
Dağılabilirsiniz... Hatta dağıtabilirsiniz, buyrun efenim.


Cuma, Şubat 26, 2010

ben, keyfim ve kahyası

Biz üç kişiyiz; BEN, KEYFİM VE KAHYASI. Önümüze gelene bin tekme atarız, arkamızdan gelene dönüp bakmayız.

Kimse pahalıdan satmasın kendini, biz biliriz herkesin indirimli günlerini. Akşam pazarına kalanları da, ikinci el satanları da tanırız. Kısaca, takmayız. 

Bizi tanıyan bilir, bilen anlar, anlayan susar, anlamayan uzar. Ayık ol panik yapma, rahat ol trip atma, aldırma façanı aşşa. Fazla söze gerek yok, biz böyle mutluyuz ;)

Perşembe, Şubat 25, 2010

sıyrık

Sıtkının sıyrıldığı an sıyırmışlara karışırsın arkadaş, bunu bilir bunu söylerim. Ayrıca tabağın kenarına sıyrılmak kadar kötü şey yoktur hayatta, istenmediğinin beğenilmediğinin resmidir. Resmi makamlarca sıyrık damgası yersin, fişlenirsin ömür billah kurtulamazsın. Sıyrık sıyrık dolanırsın anca...

10 gündür griptim, ondan öncesinde de 1 ömürdür gariptim zaten; ikisi birleşti çok hoş oldu. Tavsiye etmem, şikayet ederim.

Şu Freebird ne efsanevi, ne mucizevi bir şarkıdır arkadaş. Günde 3 öğün tok karna ilaç niyetine, köfte reçetesi...

Grip garip bir biçimde solunum yollarımı tıkayınca -ki doğrudan burun desen ne olur hıyar!- diğer yollarım da tıkandı bir şekilde, yazamadım bir süre. Çok üzüldüm blog, deprasyonlara girdim deplasmanlarda, gol yedim, çıkaramadım, gaz yaptı çok fecii... gark!

For everything there's a season... for Oz...?!?!

Ayrıca şunu keşfettim ki, mütemadiyen sümük üreten hapşıran ve öksüren bir bünyeye Bear Grylls izlemek hiç iyi gelmiyormuş arkadaş. Herif yakalasa benim çıkardıklarımı da yiyecek demek ki diye diye yastıklara yapıştım, mendiller tükettim. Evet, yokluğunda prangalar olmasa da pastiller eskittim. Böyle de iğrencim.