Bu, içinden canavar çıkan bir köftenin hikayesidir. Tamamen yaşanmış olaylardan esinlenilmiştir.
Ben Köfte... Sulu Köfte. Sizlerle yaklaşık altı yıl önce tanıştık. Bu süre boyunca acı tatlı ekşi kremsi bir sürü şey yaşadık. Hepsine bu blog aracılığıyla şahit oldunuz. Kah güldünüz, kah altınıza ettiniz. Ama bir şeyi hiç bilmediniz. Ben, nam-ı diğer Sulu Köfte, aslından azılı bir canavarım.
Bunu sizden saklamak için çok uğraştım. Bu karanlık yönümü bilmenizi istemedim. Beni hep sulu, iyi ve entel hatırlamanızı istedim. Fakat artık gerçekleri saklayamayacağım. Buna daha fazla dayanamıyorum. Siz sevgili köftehorlar gerçeği bilmeyi hak ediyorsunuz. Buna müstehaksınız diyelim, siz anlayın. İşte o gerçekler...
1. Ben bir alışveriş canavarıyım. Almaya doyamıyorum. Özellikle indirim varsa, hele bir de yarı fiyatınaysa bir su aygırını bile satın alabilirim. Neyime güvenip alıyorum ben de bilmiyorum; çünkü genel olarak işsizim. Ama çalıştığım dönemlerde kazandığımı itinayla değerlendirip kendimi alışa verişe adıyorum. Mağazalara dadanıyorum. En beklemedikleri anda saldırıyorum, ne olduklarını şaşırıyorlar. Etekler, pantolonlar, bluzler, tişörtler, kemerler... Ama en çok ama en en çok da... Çantalar ve babetler.
2. Ben bir çanta ve babet canavarıyım. Onları gördüğüm zaman kendimden geçiyorum. Siyahı, beyazı, kırmızısı, eflatunu, renklisi, renksizi, allısı, pulsuzu, fiyonklusu, bağcıklısı, hepsini, her türünü ve çeşidini seviyorum. Uzaktan sevmek de yetmiyor, yemiyorum içmiyorum, gidiyorum alıyorum. Toplamda 50'ye yakın çantam var. Sırf bu senenin ilk yarısında 5 çift babet aldım. Yine de doyamadım. Açlığımı terlik ve sandaletlerle gidermeye çalışıyorum. Neyse ki yaz geldi. Kışın ne yapacağım, babetleri o havalarda nasıl giyeceğim, giymeyince nasıl sakinleşeceğim hiçbir fikrim yok.
Not: Ayrıca bu babet dediğimiz olay aslında hiç de göründüğü kadar rahat bir ayakkabı çeşidi değil. En rahatı bile ayağınızı bir şekilde vuruyor. Çoraplı da giyilemediği için tüm acılara rağmen bu kahır çekiliyor. Çünkü aşk zaten acı bir şey. Oh yeah...
3. Ben bir düğün canavarıyım. Kendim evlenmeyi düşünmüyorum ama bir başkasını kendine kıyacak kadar çok seven biri olduğunda ve bu biri benim yakınım, sevdiğim biriyse hemen atlıyorum. En şıkıdım elbiseleri giyip en pür makyajları yapıyorum, saçlarımı bile kabartıyorum ve olay mahaline varıyorum. Kınaysa kına, altınsa altın, göbekse göbek; yakıyorum, takıyorum, atıyorum. Ben bunu hep yapıyorum.
4. Ben bir mutfak canavarıyım. Bunca yıldır sadece yiyerek dadandım mutfaklara. Ama bu sene yapım ve yıkım için de mutfaktayım. Önce kurabiyeler ve küçük keklerle başladım. Sonra tuzlulara, tartlara geçtim. Hızımı alamadım, pişirmelere doyamadım. Makarnalar ve özel soslardan sonra en sonunda pilava da el attım. Sade, şehriyeli, havuçlu... Hiç ayırdetmeden yapıyorum. Önce kavuruyor, sonra demliyorum, her seferinde de tutturuyorum. Adeta bir pilav canavarı oluyorum, kendimi durduramıyorum. Sırada domatesli ve etlisi var. Geleceği varsa göreceği de var.
5. Ben bir itiraf canavarıyım. Ne yapsam, ne halt yesem hemen birilerine anlatıyorum. Gizlim saklım özelim kalmıyor, herkes her bir haltı biliyor. Bilmeseler şaşıyorum, hemen anlatmaya başlıyorum. Ben bu boku hep yiyorum. Hepinizi öpüyorum.