Salı, Kasım 29, 2011

my black hearted love


Sulu Köfte feat. PJ Harvey :)


Black Hearted Love by PJ Harvey on Grooveshark

Pazartesi, Kasım 28, 2011

Bir başlığım bile yok, anlıyor musun? Hadi gülsene!

Saçma başlıklar sıralamasında listeleri zorladığımın farkındayım ama sizce de çok saçma değil mi Allah aşkına?! Sen aylarca boş boş evde otur, kurabiye pişirip kendini el işine ver, sonra bir gün bir telefon gelsin ve televizyona çık. Medyaya olan inancımı sorguladım yemin ediyorum, ben bile çıktım ya televizyona, anlayın artık nasıl yalan ve saçma bir dünya olduğunu. Ama suçu dünyada aramamak lazım, bende de var bir tuhaflık. Toplumda geçerli olan standartlarda (ki o standartlara pırt yaparım ben!) pek bir şey başarabilmiş bir insan değilim; sigortalı bir işim, eşim, çocuğum, evim, arabam, vesairem yok. Gerçi dikili bir ağacım var, sanırım Kartal Dragos'ta bir ormanda ama konumuz bu değil (konumuz değil ama şair burada halka mesaj veriyor, benim gibi birinin bile ağacı varsa herkes en az bir ağaç dikmeli, Türkiye çöl olmamalı, al işte on numara mesaj ne var?). Fakat toplumdaki standart insanın başına gelmeyen şeyleri yaşayabiliyorum zaman zaman; mesela durup durup kitabım yayınlanabiliyor, yazdıklarım bir yerlerden ödül alabiliyor, imza günü düzenleyip canlı yayına katılabiliyorum, gibi gibi... Yani çok uçuk kaçık şeyler değil elbette ama şöyle bir durum var; ben tam uzun süren hayalkırıklıkları silsilesi sonucu hayallerimden vazgeçmeye karar vermiş ve standartların gerektirdiği gibi bir insan olma yolunda dize gelmişken birden beklenmedik bir şey oluyor. Bir şeyler düzgün (ya da ters?!) gidiyor, bir mucize ya da işaret gibi bir olay oluyor. Sonra bakıyorum ki, aslında bende tuhaf ya da yanlış olan bir şey yok. Başkalarına saçma gelse de benim hayatım böyle ve ben tuhaflıklarımı seviyorum, böyle mutluyum. Ben de böyle bir insanım işte hacı, nabıcan ekmek parası :P 

Perşembe, Kasım 24, 2011

SuluKöfte Canlı Yayında!!!

piiii!!!


Şimdi yazacağım post'un, posttaki foto ve videonun mantıklı bir açıklamasını yapmaya çalıştım yazıya başlamak için ama yok, olmuyor. Çünkü bu olanların hiçbir mantığı yok, hem neden olsun ki; bu köftenin hayatı :))

Dün sabah arkadaşım Bahadır'ın telefonuyla uyandım. Kendisi yazardır; birlikte kitap yazdık, reklam ajansında birlikte çalıştık, sitcom senaryoları yazdık, kısaca bayağı badire atlattık birlikte :) Aradığında pek kendimde değildim, o yüzden "tv programı, cine 5, anne kız diyalogları, senin telefon numaran, prodüktör" gibi kelimeleri ardarda işitince bir anlam veremedim ama "evet, olur" dediğimi hatırlıyorum. 
Onunla konuştuktan on dakika sonra telefon yine çaldı, bu sefer biraz daha ayıktım. Ancak telefondaki bayan "Funda Hanım, tam üç gündür size ulaşmaya çalışıyorum, denemediğim yol kalmadı, sonunda sizi buldum, bu kadar uğraştığım boşa gitmesin lütfen gelin" deyince yine uykuda olduğumdan şüphelendim. Zira 1. bana hiç kimse bu kadar ısrarla ulaşmaya çalışmaz 2. ulaşıp da ne yapacak 3. zaten ulaşılmaz bir insan değilim, ıslık çalsan bile koşar gelirim :P
Durum ise şuymuş; Yasemin Bozkurt programında Ceylan Saner ve annesi Yelda Gürani Saner'i ağırlayacakmış anne-kız mankenler olarak, hazır söz anne-kız ilişkisinden açılmışken bizim Anne-Kız Diyalogları kitabından da bahsetmek istiyorlarmış, dolayısıyla beni de konuk olarak çağırıyorlarmış. Bu arada program o gün (yani dün, yani kızın beni aradığı gün, yani 3 saat sonrası) yayınlanacak ve gerekirse beni aldırmak için bir araba yollayacaklarmış. Durur muyum, hemen "evet" dedim :))
Dedim ama ne yapacağım, ne konuşacağım, hatta ne giyeceğim hakkında en ufak bir fikrim yok. Bir yandan evde telaş, bir yandan ben panik halindeyim, annem der "gitmeden bir şeyler ye", babam der "sakın orada da hacı hafız ulan diye konuşma, bizi rezil etme" :))) Haklı adam, elim dursa dilim durmaz, benim canlı yayında ne işim var?!
Üç saat hızla geçti, ben ancak giyindim hazırlandım ve üçte bir araba beni aldı. Uzun yollar boyunca kendimi telkin etmeye çalıştım; heyecan yok, ellerinle oynamak yok, hacı hafız yok :P Neyse kanala vardık, beni bekleme odasına aldılar. Ceylan Hanım ve annesi de oradaydı; ikisi de çok güzel, zarif, nazik ve şeker insanlar bu arada. Yelda Hanım yıllar önce beyin felci geçirmiş, uzun süre yürüyememiş ve konuşamamış. Ancak hem kendi azmiyle, hem de ailesinin desteğiyle tekrar konuşmaya ve hareket etmeye başlamış, bu hastalığı atlatmış. Ben ilk defa orada öğrendim bunu ve Yelda Hanım'ın gücünden, enerjisinden, zafaretinden çok etkilendim. Kızı Ceylan Hanım da aynı şekilde; hem kendileri, hem de aile yaşantılarıyla çok düzgün ve örnek insanlar. İnşallah uzun yıllar beraberce sağlık ve mutlulukla sürdürürler yaşamlarını.
Biz gelelim köftenin faydalarına :) Canlı yayın 16.30'da başlayacaktı, beni de 16.15'te saç ve makyaja aldılar. Zaten geç çıkacaktım programa, rahatlıkla yetiştim yani. Ama tabii bir ton boya sürdüler yüzüme, saçıma da acele bir fön, hop köfte stüdyoya. Aslında pek umurumda değil saçım nasıl, makyajım nasıl vs. çünkü eldeki malzeme belli, ne yapacak kadın şu surata kuş mu konduracak afedersin. Ama bir yandan da düşünüyorum, "ulan iki Türkiye güzelinin yanına oturtacaklar beni, şahtım şahbaz olucam, haksız rekabet ulan bu!" diye. Bari tombik bir teyze ya da olmadı bir erkek düşeydi şansıma, neyse...
Yayına çıkma zamanı yaklaşınca beni stüdyoya çağırdılar, paravanın arkasında bekliyorum "Yasemin'in Penceresi" heyecanında :P Neyse Yasemin Bozkurt kitabı tanıtıp beni çağırdı, besmele çekip çıktım kapıdan :)) Gerisini video linkinden görürsünüz zaten, rezalet :) Saçımla oynamam mı, aynı şeyleri tekrarlamam mı, girişte oturacak yer aranmam mı, kitaptaki en komik olmayan diyalogları bulmam mı, anneme komik diye iftira atmam mı ne isterseniz var. Yayın bitip de eve dönünce (ki yine eve bıraktılar sağolsunlar ama trafikten, baş ağrısından, mide bulantısından kendimden geçtim eve gelene kadar) kendimi izlemek çok tuhaf geldi. "Piiiii!" dedim, "ben böyle mi görünüyorum, böyle mi konuşuyorum, böyle mi gülüyorum!" Kendimden soğudum yemin ederim, sizi bilmem ama ben şahsen bir daha kendimi görmek istemem o derece :))
Gelelim yayın sonrası geyiklere :P Annemler yayın sırasında eşe dosta haber vermekten doğru düzgün izleyememişler ama annem her ihtimale karşı o meşhur ağlamasını yapmış :)) Ekranın 5 kilo eklemesinden, makyajın fazla kaçmasına, babama "kızın artiz oldu" takılmalarından anneme "evlilik programına da çıkaralım" tekliflerine kadar çeşitli geyikler mevcut elimizde. Artık ailece uzun yıllar yetecek kadar eğlence konumuz var yani, rahat olun ;)))

bu da böyle bir anı oldu işte :P

Not: Bu arada teknoloji özürlü olduğum için tvarşivindeki kesik kesik görüntüleri bilgisayara yükleyemedim, bilen varsa bir el atıversin be hacı nolur...

Pazartesi, Kasım 21, 2011

tavşan kaç

Bir küçücük tavşancık varmış!

Cuma, Kasım 18, 2011

everything's personal


Yenileme çılgınlığının son kurbanı blogum oldu.
Şablonla biraz oynadım, header'a yeni bir resim yapıştırdım, avatarımsı oldu.
Her şeyi kişiselleştirdim, oh çok iyi oldu :)

P. S. Bu aralar başlıklar İngilizce çıkıyor. Yazmaya ara verdik diye Türkçe'yi de unutmayalım hafızlar :P

Çarşamba, Kasım 16, 2011

all the pretty things ♥


Kışa hazırlık; bol bol vitamin takviyesi. Bünyeyi boş bırakmaya gelmez, önleminizi alın. Küp şeklinde doğranmış portakalların üzerine meyve suyu ya da limonata dökerek daha sulu ve eğlenceli hale getirebilirsiniz. Bir nevi meyve cornflakes'i :P

Fındık ezmeli kurabiye... Eve alınan fındık ezmesi ev ahalisi tarafından sevilmeyince olanlar oldu. Ama nasıl sevelim anacım, ezme diye şekerli pütürlü sert bir şeyi koymuşlar kavanoza, olacak şey mi? Değil elbette; o nedenle atacak da değiliz kavanoz dolusu nimeti. Ne yapayım ne yapayım derken aklıma nutellalı kurabiye tarifi geldi. Aynı formülü fındık ezmesine de uygulayabiliriz diye düşündüm ve kolları sıvadım.
Öncelikle fındık ezmesini kaşık kaşık geniş bir kaba alıyoruz. Göz kararı, ben hepsini kullanmadım olur da kötü olur diye. Sonra 2-3 fincan un ekliyoruz. Kendinden tatlı diye şeker koymadım ben. Biraz kabartma tozu, çok az da margarin ekliyoruz ve tabii bir de çırpılmış yumurta. Hepsini karıştırıp kıvamlı bir hamur elde ediyoruz. Yağlı kağıdın üzerinde tepsiye diziyoruz istediğimiz şekil ve büyüklüklerde. 180 derecede ısıtılmış fırına atıp yaklaşık 20 dakika pişiriyoruz. Burada da göz kararı uyguluyoruz; mesela ben çok pişmiş sevmiyorum, o yüzden de altları çok kararmadan alıyorum fırından. Gayet de güzel oluyor valla, test edilip onaylandı, afiyet olsun :)

Kahve kutusunu da atacak değiliz ya. Zaten bu aralar hiçbir şeyi atmıyoruz, israfa savaş açtık malum :P Bu sebeple kullanılmayan ama atmaya da kıyılamayan kutularımızı kumaşla kaplayıp (in silicon gun we trust) kapaklarına da sevimli mesajlar yazıp yapıştırıyoruz. Ben iğnelikten sonraki en büyük ihtiyacımı karşılayan bu ıvır zıvır kutusunu yaptım. İçine de elbette "all the pretty things"imi koydum, mutluyum ♥

Pazartesi, Kasım 14, 2011

2 köfte arasındaki 7 fark :P

damned if I do, damned if I don't

Yok canıııım yedi tane de değildir herhalde ama fark olsun olmasın ben ikisini de sevdim. Meğer değişik saç şekillerine ne kadar açık bir bünyem varmış, hiç yadırgamamış gibi duruyorum resimlerde. Gerçekte yapmaya kalksam nasıl durur bilemiyorum ama zaman zaman aklımı çelmiyor da değil hain düşünceler. Eee hep bir şeyleri yenileyecek değiliz ya, biraz da kendimizi yenileyelim di mi ama anacım :D

Kendinizi yenileyip "Tanrım beni baştan yarat!" diyebileceğiniz, üstelik bunu kıymetli poponuzu hiç kaldırmadan yapabileceğiniz bir site var. taaz linkinden siteye ulaşabilir, uygun bir fotoğrafınızı yükleyip çeşitli yönlendirmelerle istediğiniz değişiklikleri yaparak kendinize yeni bir oyuncak edinebilirsiniz. Ben şahsen öyle yaptım, günlerce başından kalkamadım. Bu dediğim yaz aylarında olmuştu bu arada ama ben burada bahsetmeyi unutmuşum. Neyse geç olsun güç olmasın, maksat gönüller bir olsun :P

Pazar, Kasım 13, 2011

DIY'in yollarında, annemin kollarında :))

Son günlerde yaptıklarımdan birkaç kuple...

Annelerin en tatlısına kendisi gibi şeker bir makyaj çantası
Sonunda kendime de bir şey yapayım dedim ve son günlerde en çok ihtiyacım olan şeyi yaptım: iğnelik. Elde dikiş dikerken iğneyi nereye koyacağım, ay kayboldu, ay battı derdine son! Kuzucuklu iğneliğimle artık ben de pro oldum :P
Yine eski çoraplarım yetişti imdadıma. Belki gözünüzden kaçmamıştır, şu kuzucuğu bulduğum her yere dikiyorum resmen, ne bereketliymiş! Altına da yeşil çimenliği serdim mi ondan iyisi yok, tabii iğneleri üstüne batırmadığım sürece :))
Makyaj çantası tamamen kendi eserim ve tasarımım, işlemeleri de kendi elcağızımla yaptım efenim. 
İğnelik ise Hesionka'nın tasarımı, yapılışı da şöyle: hesionka'nın cupcake iğneliği 
Yapımı çok kolay ve eğlenceli. Tabii ben elimdeki malzemelere göre değişiklikler yaptım ama altyapı aynı, sonuç muhteşem. Kendisine de buradan teşekkürlerimizi sunuyoruz ve hararetle tavsiye ediyoruz :)

Cuma, Kasım 11, 2011

Meet Mualla :)

melaba. ben mualla. sadece mualla.

Tanıştırayım; o Mualla, sadece Mualla. Kendisi son çılgın projem olur. Eskiden ne idüğü belirsiz bir yaratık olarak bir deniz çantasının ortasına yapıştırılmıştı. Canice, biliyorum. Ama ben onu o hayattan çekip kurtardım. İçini doldurup dolgun bir hanım olmasını sağladım. Güzel bir elbise diktim, ayakkabılar yaptım. Saçlar ekledim, kirpik yaptım, dudaklarını işledim, hatta kenarına bir ben bile kondurdum. Soonacııma inci kolyesini takıp bir de şapka kondurdum başına, tabii kalpli broşu da unutmayalım. İşte sonunda tam bir hanfendüye dönüştü, şimdi hayırlı kısmetlerini bekliyor. Duyurulur efenim...

Çarşamba, Kasım 09, 2011

United Nations of Sulu Köfte

Kitleye bak hizaya gel. Böyle giderse uluslararası bir kuruluş olma yolunda hızla ilerleyecek, hatta hızımı alamayıp kainata açılacağım. Çok derin hislerim var, ciddi düşünüyorum. Öyleyse varım. Mahmut?

Salı, Kasım 08, 2011

bayramlık

come to the dark side... we have cookies!
goody goodies :)

Pazar, Kasım 06, 2011

mutlu bayramlar :)

Bayram şekeri niyetine... ya da kurban!!! >D

1
2 & 3

Çarşamba, Kasım 02, 2011

yes sir, I can boogie

ne oldum dememeli, ne olacağım demeli no. 2
Daha postu yeni girmiştim ki, gözlük kılıfı kenardan bana sırıttı. Evet, bu hayatının hatasıydı. Ama sorarım size, sevmek suç mu?
Kılıflar sapsız kalmasınlar, çanta olarak da kullanılabilsinler!
İşte gözlük kılıfından clutch'ımsı çantaya evrilen cicinin mutlu sonu

yeni ciciler

Yaptım, yapıyorum, yapacağım. Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır, o yüzden yavaş yavaş kaçılın anacım. Çok fena DIY'im geldi, şuraya bırakıyorum, siz şeyedersiniz. Hadi canım...

bir zamanlar afrika'da... değilse de benim odamda...

Biter mi? Bitmedi elbette... Tak çıkar, sök sokuştur, dik yapıştır... Aç kapa, aç kapa, artema... Kafa buralara geldi artık, anlayın işte. Bu arada dikiş dikerken sıcak çay ve Türk filmi acayip iyi gidiyormuş. Resmen kafa yapıyor, tavsiye etmem. Yok yok, ederim. Hadi yine iyisiniz.

gözlük kılıfı deyip geçme, onun da canı var. ve ben birazdan o canı çıkarıcam!
seni kalplere sarmalar sararım!
sonra da fırfırlara boğarım!
üç adımda tanınmaz halde getirdiğim gözlük kılıfımla mutluyuz. sizce de istridyeye benzememiş mi ablası? disney'in happy oyster'ı ya da benim versiyonumla pink öyster cult!
O-yeah