İlkokula gidiyordum, en iyi arkadaşım Damla'ydı. Peçete koleksiyonu yapar, aptal aptal şeylere güler ya da ağlardık. Bir gün annem beni ve Damla'yı sinemaya götürdü, sanırım ilk kez sinemaya gidişimdi. Filmin adı Mrs. Doubtfire'dı ama muhtemelen tuhaf bir çeviriyle başka bir Türkçe isim verilmişti. Filmi çok beğenmiştik, Damla ve ben başroldeki adama çok gülmüştük. Tuhaf biriydi; güldüğü zaman yüzü parlıyor, insanın da onunla birlikte gülesi geliyordu. Üzüldüğü zamansa gözlerindeki ışık kayboluyor, bizim de gözlerimizin yaşarmasına sebep oluyordu. Yabancı bir ismi vardı, o yüzden pek aklımda tutamadım. Fakat bir sonraki sinema maceramda yine onun filmine gittik. Bu kez Damla'nın annesi götürmüştü ikimizi Jumanji filmine. Uzun bir süre en sevdiğim film olarak kaldı, kendimi filmdeki karakterlerin yerine koyarak binbir hayale daldım kendimce. Ve bu sefer gözlerinden ışıklar saçan adamın ismini aklıma kazıdım; Robin Williams.
Aradan yıllar geçti. Ben koca kazık oldum. Robin Williams filmleri izlemeye ve ona hayran olmaya devam ettim. Damla'yla dostluğumuz ise zaman içinde zayıfladı, ayrı okullara geçince görüşmez olduk. Üniversite zamanı birkaç kere buluştuk, ikimiz de büyümüş, değişmiş, başka insanlar olmuştuk. Gerçi eski anıları hatırlayıp aptal aptal sırıtıyorduk yine ama o bağ kopmuştu. Sonra bir sabah telefon çaldı. Babam beni uyandırıp Damla'nın öldüğünü söyledi. Trafik kazası geçirmiş, bir iki gün hastanede kalmış ama kurtulamamış. 20 yaşındaydık ikimiz de, ben onun cenazesine gittiğimde. Ben dün 30'uma bastım, Damla ise hep 20'sinde kaldı. O zamandan beri aklımda. Evinin önünden her geçişimde, okulumuzun bahçesine her bakışımda, hatta halasının oturduğu sokakta yürürken, üzülüp "keşke ölsem," dediğim anlarda ya da mutlu olduğumu sandığım zamanlarda bile o aklıma geliyor. Televizyonda ne zaman Jumanji'ye denk gelsem duruyorum, hem ağlayıp hem gülerek belki bininci kez izliyorum. Sanki Damla'yla beraber izliyormuşuz gibi, sanki film devam ettiği sürece Damla da yaşıyormuş gibi. Sonra film bitiyor, bakıyorum Damla yine yok. O öldüğü zaman dinlediğim
şarkıları mırıldanmaya başlıyorum bu sefer. Filmler şarkılar bitiyor, yayınlanan ilk çocuk kitabımda karakterin en yakın dostuna Damla ismini veriyorum onun anısına. Hayat devam ediyor. Ben yine aptal aptal şeylere ağlıyor ve gülüyorum.
Bu sabahsa başka bir ölüm haberi alıyorum. Bizi güldüren ve ağlatan, gözleri ışıltılı o harika adam ölmüş. Daha doğrusu kendi canını alarak bu dünyadan gitmeye karar vermiş. Çok üzülüyorum ama nedense o kadar şaşırmıyorum; çünkü onu anlıyorum. "Keşke ölsem," dediğim anlardan biliyorum bunu, mutlu kahkahaların sonucu değiştirmediği zamanlardan. Damla yaşasaydı buna ne derdi ya da şimdi olduğu yerden beni ayıplıyor mudur bilemem. Ama ben bazen Damla yaşasaydı ne yapardı ya da şimdi olduğu yerde nasıldır diye düşünüyorum. Eskisi gibi yakın olur muyduk, yoksa bağlarımız tamamen kopar mıydı, ben onu bu kadar sık düşünür müydüm, bilemiyorum. Rüyalarımda karşılaşıyoruz bazen; aptal aptal şeylere gülüp ağlıyoruz yine. Kimi zaman çağırıyor beni yanına, gidemiyorum. Her şeye rağmen gitmek istediğimden emin değilim sanırım. Robin Williams gidiyor ama. Damla'nın ölümünden 10 yıl sonra o da katılıyor "yoklar" kervanına. Şimdi ikisinin arkasından bakıp ağlıyorum. Anılar birbirini kovalıyor, kayıplar birbirini hatırlatıyor ve ben mırıldanıyorum...
2 yorum:
Başın sağ olsun arkadaşım, her ne kadar üzerinden 10 yıl geçse de... Williams'a da çok üzülmüştüm, ama arkadaşın adına bir başka üzüldüm doğrusu. İkisine de Allah rahmet eylesin. Ne yapalım, hayat bu? Biz gitmediğin ve hala buralarda olduğun, seni tanıma fırsatı bulduğumuz için çok mutluyuz inan. Dostlukla...
Sağolasın İhsan, Amin, umarım ikisi de huzurludur yattıkları yerde. Yaşamda ya da ölümde, Allah hepimize merhamet etsin. Dediğin gibi, hayat bu, bazen zorluyor ama sizin gibi dostlarla güzelleşiyor. Tekrar teşekkürler ve bilmukabele :)
Yorum Gönder