Pazartesi, Aralık 19, 2011

diyır dayri - tu

sevgili günnük. bu sabah saatimin alarm ziliyle sıçrayarak uyandım. bir de baktım ki, aslında sabah olmamış. hala kapkaranlık geceymiş ama saat de beşbuçukmuş. gecenin bu kör saatinde zombiler gibi dikildim elbet. çünkü işe gidecektim. her gün, her hafta, her ay olduğu gibi sıcacık yatağımı, yumuşacık yastığımı ve sadık yarim yorganımı boyunları bükük bırakıp kalktım. güneş henüz doğmadığı için hava soğuktu, titreye titreye banyoya gittim. aynaya baktım ama ayna bana bakmadı günnük. çok üzüldüm, o bile bana tafra yapıyodu. sittir lan dedim, işedim ve çıktım. elbette ellerimi yıkamayı ihmal etmedim. sonra giyinmek için harekete geçtim ama giysilerin de tuhaflıkları üzerlerindeydi, hepsi bana hareket çekti. hal böyle olunca ben de ne giyeceğime karar veremedim tabii. onu mu giysem bunu mu derken saat hızla geçiyordu. hemen bir etek, bir gömlek, bir de hırka seçtim ama ben seçtiğime, onlar da seçildiklerine pişmandı. çünkü işyerinde ancak belirli kıyafetlere izin vardı, ofis hayatı acımasızdı. sonra saçlarımı topladım, yüzüme gözüme azcık boya sürdüm ki, zombiliğim anlaşılmasın. sen bilmezsin günnük, biz ofis insanları kendimizi kamufle etmeyi çok iyi biliriz. bu bizim yaşam tarzımız oooyeeah. neese işte, hazırlandım ve hemen çıktım. çünkü servis beni bekliyordu. ne? kahvaltı mı? o da ne allasen günnük, tuhaf tuhaf lakırdılar etme reca ederim. elbette ki plazaya varınca alt kattaki cafe'de bir şeyler atıştırırım, şimdi sırası mı? önce servise binip en az bibuçuk saat yol tepmem ve bu sırada da tepilmem gerek, beni oyalama. efenime söyliim, plazaya vardık en sonunda tabii ki. oh my god. o ne ihtişam, o ne heybet. o yüce makam, o ulu mevki. en nihayetinde dünyayı kurtardığımız yer burası, boru değil. ama bize girişi boru gibi, sen öyle düşün. sonra yukarı bilmemkaçıncı katlara çıktık. bak bunca yıllık plaza insanıyım hala kaçıncı kata çıktığımızı bilmem. anla artık ne kadar ulvi. ulvi bizim ofisboy. beni kapıda karşıladı, günaydın dedi. ben de "mersi canım, sütsüz iki şekerli lütfen" dedim. ulvi saniyesinde getirdi kahveyi, akıllı çocuktu. kahvemi alıp masama geçtim. iyelik eki kullanıyorum ki benimsediğim anlaşılsın. benim masam, benim sandalyem, benim minik kübikılım. kübe kılım. o benim dünyam, o benim hayatım. uuu beybim. baktım saat sıfır sekiz kırk dokuz. aaa onbir dakikam daha var mesai başlamasına. hemen açtım interneti, kahvemi höpürdete höpürdete gezdim haber sitelerini, ne de olsa gündemden kopmamak lazım. tam günnük falımı okurken müdür geldi. tabii hemen toparlandım, kapadım pencereyi, açtım ofisluku. çalışıyor gibi yaptım. sen bilmezsin günnük, biz ofis insanlarının en iyi yaptığı şeydir çalışıyor gibi görünmek. ama bir o kadar da zor ve yorucu. yani şöle anlatiim sana, çalışıyor gibi yapmayıp da gerçekten çalışsam daha az yorulurdum, yemin ediyorum. ama ben kolaycı bi insan değilim, zoru severim, imkansızı başarırım. o yüzden burdayım. daha ilk görüşmede böle işe aldılar beni. impossible is nothing ama susuzluk her şeydir. o yüzden çalışırken arada su da içiyorum, su bile içsem yarıyo. bi de bütün gün bilgisayar başında oturuyoruz biliyo musun günnük, her yerim tutuluyo, yağ bağlıyo. ama no problem, haftasonları pilates yapıyorum, popom patates gibi oluyo. çişimi yapıyorum ama altım kuru kalıyo. her neyse, konuya gelelim. ben bugün de hiçbir şey yapmayarak çok işler başarıyordum ki, diğer ofis insanları da geldi. biraz gırgır şamata, bolca da dedikodu yaptık. plazanın şıklarını rüküşlerini, şıllıklarını ve godoşlarını seçtik, sonra kübikıllarımıza dağıldık. topumuz kıldık. üç buçuk saat boyunca yerimizden bir santim bile kıpırdamadan dünyaları kurtardık. yine. tam ondan da sıkılmışken öğle tatili oldu. toplandık çıktık. yemeğe gittik. kalori hesapladık ama hesabı tikıtlarımızla ödediğimiz için sorun olmadı. az hava alıp tekrar yukarı, ulvi'nin yanına çıktık. tam yemek sonrası çaylarımızı söyleyecektik ki, müdür hepimizi toplantıya çağırdı. bütün ofis toplandık, toplandık, toplandık. müdürümüz kadındı. bittabii ki evde kalmıştı. aklımda kalacağına evimde kalsın mottosuyla bizlere brifing verdi. ama biz almadık, zaten yeni yemekten gelmiştik, ne brifingi allasen. tabi öyle olunca müdür bize kızdı. dünyayı dar etti. dünyayı zaten biz kurtarmıştık, bir de üstüne dar gelince hiç çekilmedi valla. yemeğin üstüne, böğk. ben kendimi tuttum ama birkaç kişi kustu. hemen onları kınadık. ulvi ortalığı temizledi. müdür son kez uyardıktan sonra bizleri kübikıllarımıza saldı. kübikıllarımızda çocuklar gibi şendik. kalan onyüzbinmilyon saat nasıl geçti anlamadık. bir de baktık ki mesai bitmiş. bitmiş mesainin davası olmayacağı için toparlandık, toptan aşşa indik. servislerimize doluştuk. akşam trafiğinde en az iki saat yol teptik. sonunda eve vardım. hemen içeri girip üzerimdekileri çıkardım. hemen yanlış anlama günnük, alt tarafı duş aldım. günün yorgunluğunu atayım dedim ama ona bile mecalim yoktu. buzdolabındaki yemekleri ısıtıp yedim. tv'yi açtım, dizi izledim. sanki ben yaşıyomuşum gibi sevindim, üzüldüm, heyecanlandım, biraz da mala bağladım. sonra bi baktım ki saat ohooo olmuş. hemen gidip yattım. sabah boynu bükük bıraktığım sıcacık yatağım, yumuşacık yastığım ve sadık yarim yorganım beni bekliyordu. yatak çoktan soğumuştu, yastığın da başı ağrıyordu ama sadık yarim yorganım beni hemen sarıp sarmaladı. "bi gün hepsi geçecek" dedi. "hele bi emekli ol, o zaman bak nasıl eğlencez" dedi. beni avuttu, beni uyuttu. derken sıçrayarak uyandım. bi de baktım ki hepsi rüyaymış günnük. bu kabus da burada biter ve ben çeker giderim dedim. döndüm kıçımı yattım. oooh mis...



2 yorum:

Adsız dedi ki...

Cok guzel tespitler haci.benim de soyleyeceklerim var elbet:boş işlerden.sıkıcı alışkanlıklardan.aynısının tıpkısı günlerden.hırslı tiplerden.bi halt yaptığını sanıp öğüt verenlerden.hayatı iş sananlardan.aşık olandan ve olmayandan.uzun yoldan.mesaiden.kısacası şu aralar çoğu şeyden sıkıldım bunaldım darlandım:(. İçli köfte

foondah dedi ki...

Hiç darlanma hafız, bak yukarıda yeni post yazdım, benim durumum sizinkinden beter. we all suck sister, hayat işte nabıcan. öpücem :)