Bir filmi aldıysan hemen akşamına izleyeceksin hafız, ben bunu bilir bunu söylerim. Bekletince kesinlikle gazı kaçıyor, iğrenç bir film oluyor. Neden mi? Ben ne zaman bir filmi bekletip de izlesem iğrenç çıktı ve fakat alır almaz izlediklerim hep güzeldi. Nasıl genelleme, müthiş değil mi? Peki biz buralara nasıl geldik? Sorduğuna sevindim sevgili köftegil, şöyle ki:
The Lovely Bones'u yaklaşık bir ay önce aldım ama hem zamanım olmadığından, hem de çok filmsiz dizisiz kalırsam izleyeyim diye beklettim. Hay bekletmez olaydım. Gerçi ben bekletmesem de, sarımsaklamasam da yesem de film yine iğrenç olacaktı, ona yapılacak bir şey yok. Peter Jackson vakti zamanında yapmış yapacağını, bizim de tam 130 dakikamızı çalmış hayatımızdan. Emeğe saygı da bir yere kadar, sen bu filmi yaparken bizim hayatımızdan çalınan o 130 dakikaya acıdın mı Pita? O zaman ben de şimdi senin gözünün yaşına bakmam. Hoş suç sadece onda değil, genel olarak hikaye malca işlenmiş, onu da filmin kaynağı olan kitabı yazan Alice ablaya yükleyebiliriz sanırım. Kısaca söylemek gerekirse; ellerinde mis gibi konu ve mis gibi oyuncular olan ama bunu aptalca bir kurguyla ziyan eden insanların bok yemesi olarak açıklayabiliriz. Ha bir de 130 dakika demiş miydim?
Gelelim madalyonun öbür yüzüne... Bundan iki ay kadar önce de üç adet film aldım; Daybreakers, Multiple Sarcasms ve Pitbullterje. İlkinden başlayarak her gün birini izleyerek üçünü de hemen tükettim, çok da iyi ettim; çünkü üçü de birbirinden güzel filmler çıktılar. Aslında onların hakkında daha evvel yazacaktım ama unuttum. Şimdi TLB kadar kötü bir film izleyince bunların değerini anladım ve en başta yazdığım o genellemeyi hatırladım. O yüzden bu üç şahaneden bahsetmek boynumun borcu oldu bir yerde.
Öncelikle Daybreakers'a bakalım; benim gibi vampir filmleri (ama kesinlikle alacakaranlık saçmalığı hariç) hastasıysanız zaten bir şekilde seversiniz. Fakat bunun haricinde de gayet başarılı bir film. Genel atmosferi, vampirlerin görüntüsü, korku ve gerilim dozu, kurgunun akışı ve tabii Ethan Hawke, Willem Dafoe gibi oyuncuların varlığıyla favori vampir filmlerimden biri oldu kendisi. Kesinlikle tavsiye ederim.
Multiple Sarcasms ise beni yazar olmayı isteyen baş karakteriyle kendine çekti, ancak hafif romantik komediye çalan ve adıyla müsemma senaryosuyla kendine bağlamayı başardı. Tamam, şaheser değil belki ama kesinlikle iyi bir film, özellikle TLB ile kıyaslarsak -ki çok farklı kulvarlarda iki film olmasına rağmen iki filmde de iki ergen kız (Saoirse Ronan ve India Ennenga inanmayan gitsin baksın) var ve birbirlerine fiziken acayip benziyorlar. Bu garip tesadüfü belirttikten sonra şunu da ekleyeyim; Mira Sorvino içine girdiği her işi mi güzelleştiriyor, yoksa bana mı öyle geliyor? Bu arada filmde Joan Jett de görünüyor, daha ne olsun allasen?!
Son filmimiz Pitbullterje bir Norveç filmi, isim zaten şahane. Bir çocuk/aile komedisi gibi görünse de, klasik bir kurguyla olacakları tahmin etseniz de gayet sıcak ve sevimli bir film. Özellikle başroldeki çocuğu evlat edinmek istiyorsunuz, filmin gıcık çocuklarını da dövmek istiyorsunuz haliyle. Yani film duygusunu da gayet iyi verebiliyor, daha ne versin? Daha ne beklersin ki bir filmden; eğlenceli birkaç saat işte. Yani TLB'nin yaptığı gibi harcanan zayi olan 130 dakika değil kesinlikle. Bilmem anlatabildim mi?!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder