Pazartesi, Aralık 31, 2007
mutlu yıllar!
Herkese mutlu, sağlıklı ve hayırlı bir yeni yıl diliyorum
Kendime de sevdiklerimle beraber, mutlu, bol sağduyulu, bol yazmalı, azimli, kararlı, başarılı (yuh artık hırslansaydım bi de!); sonracııma sağlıklı, dinç diri (), bir de mümkünse az aşklı ve ayrıca tabii ki bol şebekli, sulu bir 2008 diliyorum
Öpüldünüz...
F.Ö.Ş. the SuluKöfte '07 (the end )
Cuma, Aralık 14, 2007
Üçüncü oldum!!!
Canlarım tatlılarım! Bu yıl 6.sı yapılan Xasiork 2007 Kısa Öykü Yarışması'nda "MET1N" adlı öyküm 3. oldu. Mutluyum, gururluyum, ayrıca da suluyum ve bu mutlulukların daha nicelerini sizlerle paylaşmayı diliyorum. Buradan yarışmaya katılan, kazanan kazanmayan, ödül törenine gelen gelmeyen, jüri üyeliği yapan yapmayan tüm arkadaşları da selamlıyorum. Öptüm en kocmanından! :))
Cumartesi, Kasım 24, 2007
hoşçakal
Bu sefer de Şebnem'den olsun be yav :)
Seni ararken kendimi kaybetmekten yoruldum
Bulduğumu zannettiğimde
Kendimden ayrı düştüm
Bu garip bir veda olacak
Çünkü aslında hep içimdesin
Ne kadar uzağa gitsem de
Gittiğim her yerde benimlesin
Söylenecek söz yok
Gidiyorum ben
Hoşçakal, hoşçakal
Hoşçakal, hoşçakal
Ben bir kısrak gibi gelmişim dünyaya
Şahlanıp koşmak içimde var
Hoşçakal
Biraz su biraz yeşillik
Her yer benim evimdir
Taşırım dünyayı sırtımda
Her dil benim dilimdir
Ama söylenecek söz yok
Gidiyorum ben
Cumartesi, Kasım 17, 2007
meraklı köfte
Merak edilenler...
# İki ismim var; biri süs olsun diye de durmuyor üstelik, ikisini de kullanıyorum. Yani hem Funda'yım, hem de Özlem. Aile çevresi Özlem, ortaokul ve lise arkadaşlarım Funda, üniversitedekiler Özlem, master'dakiler ve sanal alemdekiler Funda diyor. Biraz karışık gibi sanki ama ikisi de var sonuçta. Çift kişilik gibi ama değil; Özlem daha bir ev kızı, Funda daha bağımsız. İkisi genelde iyi anlaşıyor. Bazen. Çağırdığınızda ikisi de gelir. Hatta bir şey söylemeden sırf ıslık çalsanız bile döner bakarım :)
# On sekiz yıl sonra gelen bir çocuğum. Kardeşim yok. Olsun isterdim zaman zaman ama onun yerine arkadaşlarım oldu, ailemden sayabileceğim. Getirisi götürüsü nedir bilmiyorum ama halimden memnunum. Annemlerin ne düşündüğünü bilemiyorum :P
# Salağımdır. Kolay affeder, çabuk unuturum. Kin tutmam. Herkese canayakın davranırım, devamlı gülümserim; bu da ciddiyetsiz bir insan olduğum izlenimini uyandırır. İnsanlar önemsemez ama ben onları şaşırtmayı severim.
# Çabuk sinirlenirim, kolay kıl kaparım. Birden patlar, hemen sönerim. Öfke yönetimi hakkında hiçbir şey bilmem, yönetilebilecek bir şey olduğunu da sanmam. Çok hasar vermediği sürece her duygunun yaşanması taraftarıyım.
# Şiddete meyilliyim. Dövüş sporlarını, vurdulu kırdılı filmleri severim. Mağara adamlarına sempati duyarım, kendimi kolay özdeşleştirebilirim. Medeni olduğunu savunan gerzeklere kafa atmakta sakınca görmem. Evet, vandalım.
# Yüzük, küpe ve deri bileklik takıyorum. Zorunlu olmadıkça çıkarmıyorum. Kolyelerden ve boncuklardan hoşlanmıyorum.
# Kısa kollu t-shirt'leri ve bol pantolonları tercih ediyorum. Artık etek giymiyorum.
# Yazı kışa tercih ediyorum. Eskiden her mevsimi severdim ama artık soyunup dökünebildiğim mevsimleri daha çok seviyorum. Evet, teşhirciyim.
# Sigara içmiyorum. Uzun bir süredir içki de içmiyorum. İkisini de anlamsız buluyorum. Anlamlı bulan ve bana da anlamlı olduğunu kabul ettirmeye çalışan gerzeklere sinir oluyorum.
# Yazarak nefes alıyorum. Anlamayanlar bunu böceklerdeki trake solunumu gibi bir şey sanıyor ama ben aldırmıyorum. Boğulana kadar devam etmek istiyorum.
# Sevgilim yok. Aşka inanmıyorum. En azından karşılıklı olanına. Kapattım o defterleri, başka kitaba geçtim.
# Uykuyu ve yemek yemeyi seviyorum. Bıraksalar tüm gün uyurum. Rejim yapıyor olmasam dünyaları yiyebilirim.
# Kahve ve çikolatayı seviyorum; bunları sevenleri de seviyorum, sevmeyenleri ise anlamıyorum.
# Sihirli bir değneğim olsa tüm değnekleri sihirli yapardım.
# Issız bir adaya düşsem yanıma sadece internet bağlantılı bir bilgisayar alırdım. O her şeyi hallediyor artık nasılsa.
# Çarpık bir mizah ve hastalıklı bir romantizm anlayışım vardır. Ama aslında gayet normal bir insanım. Bana psikopat diyenler utansın :)
Cuma, Kasım 09, 2007
özlenimler...
özlemedim, yalan... sadece izledim...
Bugün otobüste yanıma bir teyze oturdu. hoşgeldin teyze dememe kalmadan kadınceğiz(!) üstüme oturdu. irice bir hanımceğiz idi, o yüzden çok üstelemedim. sonra teyzenin kolu benim kolumu yedi. yani kolu çok büyük olduğu için sığışamadık ve teyzenin kolu iri olmasının verdiği avantajla benimkinin üstüne çıktı ve bir daha da inmedi. ayrıca bacağı -ki teyze bacağı bu, boru değil!- da bacağımı yemiş bulundu ve ben yine bir şey söylemedim. sora teyze kendisi gibi büyük olan torbasından iki adet şiş çıkardı ve ben çok tırstım. oysa ki onu kızdıracak hiçbir şey yapmamış ve söylememiştim. tam bunu açıklayarak beni şişlememesi için yalvarmaya başlayacaktım ki, teyze bu sefer torbasından bir adet yün yumağı çıkardı. amanın bu sefer de iple boğacak diye altıma edecektim ki, teyze beni şişlemek yerine yumağı şişledi ve beni boğmak yerine şişleri boğdu. anlayacağınız örgü örmeye başlamıştı. hem de öyle böyle değil (ya nasıl?) bayağı evinde oturup dizi izlermiş gibi, ipi boynundan geçirerek (belki de intihar etmeye çalışıyordu bilemiyorum) hatır hatır ördü. hatır sesi nereden çıktı bilmiyorum ama hatır için örmediği kesindi. biz yolculuğumuza bu aile saadeti havasında devam ederken çok acayip bir şey oldu ve teyze osurdu. evet, abartmıyorum, iftira da atmıyorum (kaldı ki, ben osursam ben osurdum derim, utanmam) gerçekten teyze poposunun sol lobunu (Allah'tan ben sağ tarafındaydım) kaldırarak 'yellendi'. ve anında pis bir koku peydah olarak burun deliklerimi tıkadı. kolum ve bacağım zaten yenmişti, bir de burnumdan olmuştum ama teyze hala örüyordu. o bir ören, osuran bayandı ve beni eziyordu. ama ben hala halimden memnundum. evet, travma geçiriyordum. neyse ki sonunda teyze otobüsten inmeye karar verdi. şişlerini torbasına geri koydu, yerinde kıpırdandı ve aniden kalkarak beni büyük(!) bir boşlukla yalnız bıraktı. o kalkınca artık sol bacağımı (yani yenen bacak) hissetmediğimi farkettim. ayrıca sol kolumda da (evet yenen kol) garip bir sıcaklık vardı. anladım ki artık hiçbir şey eskisi gibi değildi...
Not: aşşalara bi yere numaratör şeysinden koydum, artık kim giriyo çıkıyo (oha!) biliyorum, aslında kimin girdiğini çıktığını bilmiyorum (oha oha!) ama enazından ne kadar girilip çıkıldığını (oha oha oha!) sayabiliyorum. anladım ki siz beni seviyorsunuz, yoksa bu kadar çok girip çıkmazsınız (yuuuuuuhhhhhh!!!)
Not 2: yan tarafta da kitabımın reklamı var, bakın kapak resmi orda, içini ise ancak para kıyıp alıp okuduktan sora öğrenebilirsiniz, ne ka ekmek o ka köfte hahahaay!
öptüm...
Bugün otobüste yanıma bir teyze oturdu. hoşgeldin teyze dememe kalmadan kadınceğiz(!) üstüme oturdu. irice bir hanımceğiz idi, o yüzden çok üstelemedim. sonra teyzenin kolu benim kolumu yedi. yani kolu çok büyük olduğu için sığışamadık ve teyzenin kolu iri olmasının verdiği avantajla benimkinin üstüne çıktı ve bir daha da inmedi. ayrıca bacağı -ki teyze bacağı bu, boru değil!- da bacağımı yemiş bulundu ve ben yine bir şey söylemedim. sora teyze kendisi gibi büyük olan torbasından iki adet şiş çıkardı ve ben çok tırstım. oysa ki onu kızdıracak hiçbir şey yapmamış ve söylememiştim. tam bunu açıklayarak beni şişlememesi için yalvarmaya başlayacaktım ki, teyze bu sefer torbasından bir adet yün yumağı çıkardı. amanın bu sefer de iple boğacak diye altıma edecektim ki, teyze beni şişlemek yerine yumağı şişledi ve beni boğmak yerine şişleri boğdu. anlayacağınız örgü örmeye başlamıştı. hem de öyle böyle değil (ya nasıl?) bayağı evinde oturup dizi izlermiş gibi, ipi boynundan geçirerek (belki de intihar etmeye çalışıyordu bilemiyorum) hatır hatır ördü. hatır sesi nereden çıktı bilmiyorum ama hatır için örmediği kesindi. biz yolculuğumuza bu aile saadeti havasında devam ederken çok acayip bir şey oldu ve teyze osurdu. evet, abartmıyorum, iftira da atmıyorum (kaldı ki, ben osursam ben osurdum derim, utanmam) gerçekten teyze poposunun sol lobunu (Allah'tan ben sağ tarafındaydım) kaldırarak 'yellendi'. ve anında pis bir koku peydah olarak burun deliklerimi tıkadı. kolum ve bacağım zaten yenmişti, bir de burnumdan olmuştum ama teyze hala örüyordu. o bir ören, osuran bayandı ve beni eziyordu. ama ben hala halimden memnundum. evet, travma geçiriyordum. neyse ki sonunda teyze otobüsten inmeye karar verdi. şişlerini torbasına geri koydu, yerinde kıpırdandı ve aniden kalkarak beni büyük(!) bir boşlukla yalnız bıraktı. o kalkınca artık sol bacağımı (yani yenen bacak) hissetmediğimi farkettim. ayrıca sol kolumda da (evet yenen kol) garip bir sıcaklık vardı. anladım ki artık hiçbir şey eskisi gibi değildi...
Not: aşşalara bi yere numaratör şeysinden koydum, artık kim giriyo çıkıyo (oha!) biliyorum, aslında kimin girdiğini çıktığını bilmiyorum (oha oha!) ama enazından ne kadar girilip çıkıldığını (oha oha oha!) sayabiliyorum. anladım ki siz beni seviyorsunuz, yoksa bu kadar çok girip çıkmazsınız (yuuuuuuhhhhhh!!!)
Not 2: yan tarafta da kitabımın reklamı var, bakın kapak resmi orda, içini ise ancak para kıyıp alıp okuduktan sora öğrenebilirsiniz, ne ka ekmek o ka köfte hahahaay!
öptüm...
Pazar, Ekim 14, 2007
Aşk Böcükü
Oğluşum artık yok. Korkmayın, kötü bir şey değil Allah'a şükür. Bebeğimi evlat edindiler. Gerçi olay neredeyse hazin bir "Oğlum olmadan asla!" filmi bazında cereyan etti -üst kat komşum hayvanımın bahçedeki haline dayanamayıp ve bana haber verme gereğini görmeden almış annesine götürmüş! Saatlerce oğlumu sokaklarda aradıktan ve apartmandaki çocukları sorguya çektikten sonra gerçeğe ulaştım ve anında telefonu aldım elime. Yer misin yemez misin; otuz küsur yaşındaki adama fırça çektim yavrum için. Yok efendim anası kediye sıcak ve sevgi dolu bir yuva verecekmiş falan fişmekan. Baktım niyeti temiz, ciddi, kabul ettim. İyice de tembihledim annesinin Oğluşumu sakın ama sakın bırakmaması, hiç dışarılara salmaması için. Söz aldım ve tutulmadığı takdirde tepelerine binmek üzere azad ettim. Özetle; yavrumu evlatlık verdim, üzülüyorum ama o mutluysa ben de mutluyum bir anne olarak -ne de fedakar cefakar bir anayım di mi!
.
Neyse efenim, bir kedi maceramız da burada son bulduktan sonra her ayrılık sonrası yeni aşklara yelken açan hercai menekşe misali ben de yoluma devam etme kararı aldım -oh da iyi yaptım! Gerçi artık bende ne aşık olacak hal, ne de öyle mangal yürek kaldı. Yaşlandım anacım yaşlandım. Üşeniyorum artık. Ne tanımaya, ne tanışmaya, ne de o yükün altına girecek derman yok bende. Eskidendi o, gençken gözümüz karaydı tabii! Şimdiyse bir kara kediyi bile elimizde tutamadıktan sonra aşkmış meşkmiş neyime benim! Hıh!
.
Zaten hiçbir şey görecek gözüm yok, kafam önümde Milli Mücadelede İttihatçılık okuyorum. Sefkili(!) Hocam sağolsun, bayram günü çok da şahane oldu. Kaçküsur sene önce ölmüş adamlarla uğraşmaktan etrafımda adam var mı yok mu onu göremiyorum! Ama olmadığını tahmin edebilmek için İttihatçı olmaya Terakki yapmaya gerek yok. Bu milli bir mücadele!
.
İşte böyle canlarım; hepinizi öpüyor, geçmiş bayramınızı kutluyor, harçlıkları banka hesabıma bekliyorum ;))
Çarşamba, Ekim 10, 2007
dancing barefoot
anlatacak çok şey var, söylenecek hiçbir şey yok. bugün büyük harflerim yok cümle başlarında kullanacak, çünkü sesim kısık. bir şey olduğundan değil, sadece tercih meselesi. kendi sesimi kıstım biraz. dinlemekten sıkıldığımdan değil, zira ben şahsen çok seviyorum o bülbül sesimi. ama baktım ki ne kadar bağırsam da, yırtınsam da anlayan yok, takan yok. ben de kıstım sesimi, ne yoracağım kendimi. artık fısıldıyorum kelimelerimi, sadece anlayanlara. iletişim eksikliği değil bu, bilenler bilir, çok iletkenimdir ben. ama ne ilettiğinize göre değişir. beni kırarsanız, kızgınlık iletirim ben de size, üzüntü ve hayalkırıklığı gönderirim karşılık olarak. sonra da iletmemeye başlarım zaten, ne kadar az, o kadar iyi diyerek. yok sayıldığımı düşünürsem yokluğumla veririm cevabımı. bu kadar net.
.
peki neden anlattım bunları? muhtemelen bu lafları söylediğim insanların burayla alakası olmadığı için. yani siz bu mektubu okuduğunuz sırada ben bu lafları başkalarına söylüyor olacağım, çok uzaklarda. o nedenle sıkmayın canınızı canlarım. ki ben size canım diyorsam, canımı sıkan siz olamazsınız zaten, di mi ama :)
.
şimdi, lafımızı soktuktan sonra başka mevzulara bahis olabiliriz :P
.
mastır başladı ama başlamasa mıydı diyorum şimdiden. dört ders var ama acayip yoğun bir program olacak gibi. yazmaya nasıl vakit bulacağım bilmiyorum. daha yapmam gereken çok şey var, sayfalarca, kelimelerce, vs.
.
bunun dışında olan br çok şey var; kişisel, ulusal ve küresel. ama hangi birini anlatmaya gücüm yeter bilmiyorum. o yüzden susuyorum.
.
peki neden anlattım bunları? muhtemelen bu lafları söylediğim insanların burayla alakası olmadığı için. yani siz bu mektubu okuduğunuz sırada ben bu lafları başkalarına söylüyor olacağım, çok uzaklarda. o nedenle sıkmayın canınızı canlarım. ki ben size canım diyorsam, canımı sıkan siz olamazsınız zaten, di mi ama :)
.
şimdi, lafımızı soktuktan sonra başka mevzulara bahis olabiliriz :P
.
mastır başladı ama başlamasa mıydı diyorum şimdiden. dört ders var ama acayip yoğun bir program olacak gibi. yazmaya nasıl vakit bulacağım bilmiyorum. daha yapmam gereken çok şey var, sayfalarca, kelimelerce, vs.
.
bunun dışında olan br çok şey var; kişisel, ulusal ve küresel. ama hangi birini anlatmaya gücüm yeter bilmiyorum. o yüzden susuyorum.
Pazartesi, Ekim 01, 2007
bir kedinin hayatı
F.Ö.Ş. Productions iftiharla sunar... "Bir Kedinin Hayatı"...
Sevinç, hüzün, korku, heyecan, gerilim; hepsi bu filmde!
Yazan ve Yöneten: Funda Özlem Şeran
Oyuncu: Böcük "Arap" Oğluş
Yapımcı: Şeran Ailesi
Cuma, Eylül 21, 2007
Oğluşum!
İşte benim yeni aşkım! Bebişim, kuzum, hayatım, canımcım, bitanecik oğluşum! Kendisi evimizin part time yeni üyesi. Part time; çünkü gündüzleri evde, geceleri bahçede. Tam zamanlı işe giremiyor henüz, çeşitli sebeplerden ötürü ama şimdiden eve yerleşti. Bize de, herkese de kendini sevdirdi serseri oğlum benim! Hem daha büyüücek, koca delikanlı olcek, tüm kedileri dövcek, köfteleri yiicek niahaha! :PP
Cuma, Eylül 14, 2007
hayat çok tuhaf, vapurlar falan...*
*Kimin sözüydü, neyin başlığıydı unuttum şimdi. Ama bazen de cuk oturuyor anlatmak istediklerine insanın. Hayat tuhaf, evet. Hem acı, hem komik. Vapurlar bile var, düşünün yani! :))
Part time bir kedim var. Galiba. Adını Böcük koydum; kapkara, yeşil gözlü, 2-3 aylık erkek bir yavrucuk. Fakat Böcük deyince bakmıyor, Arap'a alıştı babamın yüzünden. Korkuyorum, ırkçı olacak yavruceğiz diye :PP
Nasıl oldu bilmem, hatta bir kedi edinmemden daha tuhaf gelebilir ama master'a kabul edildim. Zannımca bana acıdıkları için kabul ettiler. Zira sınavım da mülakatım da iğrençti. Valla. Hatta bir ara mülakatta "Tüü sen misin bizim yetiştirdiğimiz öğrenci, yıkıl çabuk!" diye kovacaklar diye korktum. Hocalardan biri çırpınmalarıma dayanamayıp boğulmak üzere olan birine el uzatırcasına yardım etmeye çalıştı ama ben salaksam adam ne yapsın! Evet evet, kesin çok acıdılar bana. Ramazan da geldi ya, sevabına alıverdiler işte...
Bu arada Ramazan geldi hakikaten di mi? İki gündür fena gitmiyor, hayırlısı. Oruç iyi de, oruçluyken bir şey yapamamak kötü. Yazamıyorum. Pek okuyabildiğim de söylenemez. Zaten şu sınav belasına iyice savsakladım kalem-klavye işlerini. Olmuyor azizim, olmuyor. Böyle devam edemez. Durmadan, dinlenmeden yazmak lazım. Yemeden içmeden. Hem zaten orucuz. Yok yeme içme. Var yazma çizme. İşte o kadar!
Kalın sevdiceklen... Ay pardon, sağlıcaklan... E peki sevdicek nerden çıktı ki? Oooy...
Part time bir kedim var. Galiba. Adını Böcük koydum; kapkara, yeşil gözlü, 2-3 aylık erkek bir yavrucuk. Fakat Böcük deyince bakmıyor, Arap'a alıştı babamın yüzünden. Korkuyorum, ırkçı olacak yavruceğiz diye :PP
Nasıl oldu bilmem, hatta bir kedi edinmemden daha tuhaf gelebilir ama master'a kabul edildim. Zannımca bana acıdıkları için kabul ettiler. Zira sınavım da mülakatım da iğrençti. Valla. Hatta bir ara mülakatta "Tüü sen misin bizim yetiştirdiğimiz öğrenci, yıkıl çabuk!" diye kovacaklar diye korktum. Hocalardan biri çırpınmalarıma dayanamayıp boğulmak üzere olan birine el uzatırcasına yardım etmeye çalıştı ama ben salaksam adam ne yapsın! Evet evet, kesin çok acıdılar bana. Ramazan da geldi ya, sevabına alıverdiler işte...
Bu arada Ramazan geldi hakikaten di mi? İki gündür fena gitmiyor, hayırlısı. Oruç iyi de, oruçluyken bir şey yapamamak kötü. Yazamıyorum. Pek okuyabildiğim de söylenemez. Zaten şu sınav belasına iyice savsakladım kalem-klavye işlerini. Olmuyor azizim, olmuyor. Böyle devam edemez. Durmadan, dinlenmeden yazmak lazım. Yemeden içmeden. Hem zaten orucuz. Yok yeme içme. Var yazma çizme. İşte o kadar!
Kalın sevdiceklen... Ay pardon, sağlıcaklan... E peki sevdicek nerden çıktı ki? Oooy...
Pazar, Ağustos 19, 2007
take me out and don't look back in anger
So if you're lonely,
You know i'm here waiting for you,
I'm just a crosshair,
I'm just a shot away from you
And if you leave here
You leave me broken shattered alive
I'm just a crosshair
I'm just a shot..then we can die
Ooohahhhhh
I know I wont be leaving here with you
I say don't you know
You say you don't know
I say... take me out
I say you don't show
Don't move time is slow
I say... take me out
I say you don't know
You say you don't go
I say... take me out
I know I wont be leaving here (with you)
I know I wont be leaving here
I know I wont be leaving here (with you)
I know I wont be leaving here with you
...
Hayat komik, hayat parçalı bulutlu, hayat kırklarında menopozlu bir kadın...
Kendime yapılacaklar listesi yapıyorum her üç-dört günde bir. Her gün de yeni bir şıkkı silmeye gayret ediyorum. Yapılacaklar; yapılanlar ve yapılamayanlar olmak üzere ikiye ayrılıyor böylece. Yapılanlarda en üst sırada dişçi randevuları var. Yani kendi kendime yapmadığım, aslında sadece oraya gitmekle yapmış sayıldığım kandırıkçı yapılanlar... Ben bir şey yapmıyorum; dişçim Ece Hanım yapıyor sağolsun. Pek bir seviyorum onu; önceki dişçim gibi bir kasap değil. O bir balerina, o bir masal prensesi. Ya da ben onu hala prenses peri sanıyom! Son kararı dişimin işi bitince vereceğim.
Yapılamayanlar listesinde ise ilk sırada kompozisyon var, nam-ı diğer "statement of purpose"... Soyumu bilmem ama "sop"umu yazamıyorum! Yüksek lisansa başvurma başvurusunda bulunma salaklığında bulundum da... Her şeyim hazır, o lanet referansı bile aldım. Fakat sop yazamıyorum; kendim hakkında ne yazayım Allah aşkına, ille yalan mı söylemem gerekiyor. Benim bir purpose'um yok ki statement'ını yazayım! Şu saat itibariyle konu belirsizliğini sürdürüyor, yarın ya da en geç çarşamba falan başvuruda bulunmam gerekiyor ve ben ne yapacağımı bilmiyorum. Purpose of statement yazsam olur mu ki?
.
Take me to the place where you go
Where nobody knows, if it's night or day.
Please don't put your life in the hands
Of a Rock 'n Roll band
Who'll throw it all away
I'm gonna start the revolution from my bed
'Cos you said the brains I had went to my head
Step outside cos summertime's in bloom
Stand up beside the fireplace
Take that look from off your face
Cos you ain't ever gonna burn my heart out
And So Sally can wait, she knows it's too late as she's walking on by.
My soul slides away, but don't look back in anger
I heard you say
.
Dün yine doğumgünü kutladık, milyonuncu kez. Ve ilginçtir, yine bir telefon aldım doğumgünümü kutlayan, tam bir hafta sonra. Hiç yoktan iyidir herhalde, değil mi?
.
Kediler büyüyor, yaz bitiyor. Yaz insanı olduğumu bir kez daha anladım. Paltolar, kaşkollar bana göre değil. Bikini insanıyım ben. Parmak arası terliklerimi çekip kollarımı sallaya sallaya ortalıkta dolaşmalıyım. Sıcaktan bunalıp kafamı buz gibi sulara sokmalı, ıslak saçla dolaşmalıyım. Gölgede bir şezlong bulup çimmeli, bir köşede kitabımı okuyup frappe'mi içmeliyim. Evet, bunu yapmalıyım.
.
İnsanlar benden umudunu hala kesmemiş. Zeka seviyelerinden şüphe etmiyorum, sadece çok fazla iyi niyetli ve iyimser olduklarını düşünüyorum. Beni hala işe sokmaya çalışmaları başka türlü açıklanamaz. Oysa ben onların beni yapmak istedikleri kişi olmak istemiyorum. Ben kimsenin kişisi olmak istemiyorum. Bıraksınlar beni; kendi halimde, kişiliksiz biri olayım. Hem ben daha büyümedim ki! Büyüyünce olurum, belki, büyürsem...
.
Şimdi gitmem lazım; yapılacaklar listem yine birikti, boşaltmak lazım. Çarpıntı yapıyor sonra... Bu arada belirteyim; bu aralar bir tuhaf hissediyorum kendimi. Fantastik bir şeyler oldu bana, kafam yerinde değil. Bazı zamanlar da çok fazla yerinde gibi duruyor. Bakalım, hayırlısı... Aslında şu listeyi tamamlasam rahatlayacağım, biliyorum. Görüyorum, konuşamıyorum. İlhan İrem gelsin kurtarsın bizi. Sağlıcakla...
.
Bu arada Sunday bloody sunday'deymişiz, niye söylemiyorsunuz? Moz'uma selam olsun kurban, everyday is like sunday insan işsiz olunca ;)
You know i'm here waiting for you,
I'm just a crosshair,
I'm just a shot away from you
And if you leave here
You leave me broken shattered alive
I'm just a crosshair
I'm just a shot..then we can die
Ooohahhhhh
I know I wont be leaving here with you
I say don't you know
You say you don't know
I say... take me out
I say you don't show
Don't move time is slow
I say... take me out
I say you don't know
You say you don't go
I say... take me out
I know I wont be leaving here (with you)
I know I wont be leaving here
I know I wont be leaving here (with you)
I know I wont be leaving here with you
...
Hayat komik, hayat parçalı bulutlu, hayat kırklarında menopozlu bir kadın...
Kendime yapılacaklar listesi yapıyorum her üç-dört günde bir. Her gün de yeni bir şıkkı silmeye gayret ediyorum. Yapılacaklar; yapılanlar ve yapılamayanlar olmak üzere ikiye ayrılıyor böylece. Yapılanlarda en üst sırada dişçi randevuları var. Yani kendi kendime yapmadığım, aslında sadece oraya gitmekle yapmış sayıldığım kandırıkçı yapılanlar... Ben bir şey yapmıyorum; dişçim Ece Hanım yapıyor sağolsun. Pek bir seviyorum onu; önceki dişçim gibi bir kasap değil. O bir balerina, o bir masal prensesi. Ya da ben onu hala prenses peri sanıyom! Son kararı dişimin işi bitince vereceğim.
Yapılamayanlar listesinde ise ilk sırada kompozisyon var, nam-ı diğer "statement of purpose"... Soyumu bilmem ama "sop"umu yazamıyorum! Yüksek lisansa başvurma başvurusunda bulunma salaklığında bulundum da... Her şeyim hazır, o lanet referansı bile aldım. Fakat sop yazamıyorum; kendim hakkında ne yazayım Allah aşkına, ille yalan mı söylemem gerekiyor. Benim bir purpose'um yok ki statement'ını yazayım! Şu saat itibariyle konu belirsizliğini sürdürüyor, yarın ya da en geç çarşamba falan başvuruda bulunmam gerekiyor ve ben ne yapacağımı bilmiyorum. Purpose of statement yazsam olur mu ki?
.
Take me to the place where you go
Where nobody knows, if it's night or day.
Please don't put your life in the hands
Of a Rock 'n Roll band
Who'll throw it all away
I'm gonna start the revolution from my bed
'Cos you said the brains I had went to my head
Step outside cos summertime's in bloom
Stand up beside the fireplace
Take that look from off your face
Cos you ain't ever gonna burn my heart out
And So Sally can wait, she knows it's too late as she's walking on by.
My soul slides away, but don't look back in anger
I heard you say
.
Dün yine doğumgünü kutladık, milyonuncu kez. Ve ilginçtir, yine bir telefon aldım doğumgünümü kutlayan, tam bir hafta sonra. Hiç yoktan iyidir herhalde, değil mi?
.
Kediler büyüyor, yaz bitiyor. Yaz insanı olduğumu bir kez daha anladım. Paltolar, kaşkollar bana göre değil. Bikini insanıyım ben. Parmak arası terliklerimi çekip kollarımı sallaya sallaya ortalıkta dolaşmalıyım. Sıcaktan bunalıp kafamı buz gibi sulara sokmalı, ıslak saçla dolaşmalıyım. Gölgede bir şezlong bulup çimmeli, bir köşede kitabımı okuyup frappe'mi içmeliyim. Evet, bunu yapmalıyım.
.
İnsanlar benden umudunu hala kesmemiş. Zeka seviyelerinden şüphe etmiyorum, sadece çok fazla iyi niyetli ve iyimser olduklarını düşünüyorum. Beni hala işe sokmaya çalışmaları başka türlü açıklanamaz. Oysa ben onların beni yapmak istedikleri kişi olmak istemiyorum. Ben kimsenin kişisi olmak istemiyorum. Bıraksınlar beni; kendi halimde, kişiliksiz biri olayım. Hem ben daha büyümedim ki! Büyüyünce olurum, belki, büyürsem...
.
Şimdi gitmem lazım; yapılacaklar listem yine birikti, boşaltmak lazım. Çarpıntı yapıyor sonra... Bu arada belirteyim; bu aralar bir tuhaf hissediyorum kendimi. Fantastik bir şeyler oldu bana, kafam yerinde değil. Bazı zamanlar da çok fazla yerinde gibi duruyor. Bakalım, hayırlısı... Aslında şu listeyi tamamlasam rahatlayacağım, biliyorum. Görüyorum, konuşamıyorum. İlhan İrem gelsin kurtarsın bizi. Sağlıcakla...
.
Bu arada Sunday bloody sunday'deymişiz, niye söylemiyorsunuz? Moz'uma selam olsun kurban, everyday is like sunday insan işsiz olunca ;)
Cumartesi, Ağustos 11, 2007
tarihte bugün: ben doğdum!
Canlarım ciğerlerim; sizlerle ikibuçuk, kendimle yirmiüç yılı geride bırakırken -ki hala 23 oluyorum bu durumda!!! :PP- yaşadığım haklı gurur ve mutluluğu yine sizlerle paylaşmaktan kıvanç duyuyorum! Yeni yaşın açılışı vatana millete hayırlı, bana uğurlu olsun :))
Tarihte bugün başka neler oldu?
Yeni yaşıma en sevdiğim üç insanla birlikte girdim; İnşallah nice yıllarda da beraber oluruz ;)
Yeni yaşımın ilk dakikalarında tuhaf bir telefon görüşmesi yaptım; teknik olarak iki görüşmeydi, normalde bir ve anlam bakımından sıfır... Ne diyeyim, Allah ıslah etsin :)
Yeni yaşımın ilk saatinde enteresan bir zombi filmi izledim. Ekranda kafalar kollar kopup, beyinler elektrik süpürgesiyle çekilirken ben bir yaş daha büyüdüm güya; aslında hiç büyümemiş olduğum bu cümlenin tuhaflığından da anlaşılıyordur değil mi?
Sonra yeni yaşımın ilk uykusunu almak üzere yattım yatağa ama uyku tutmadı, bir türlü uyuyamadım. Neden bilmiyorum; heyecan değil, beklenti kesinlikle değil ama sıcaktan ya da yattığım koltuğun rahatsızlığından olabilir :)
Yeni yaşımın birkaçıncı, sabahın ilk saatlerinde beni çok rahatlatan, anlamlı bir şey yaptım.
Yeni yaşımın ilk uykusuna dalmak üzereyken kalktım -birbirinden tuhaf rüyaları sıralamaya gerek var mı?- elimi yüzümü yıkayıp giyindim.
Yeni yaşımın ilk seyahatinde en sevdiğim üç insanla birlikte en sevdiğim yere gittim ve tüm gün boyunca en sevdiğim şeyi yaptım; yüzdüm, güneşlendim, aylaklık ettim, manzara izledim ve hiçbir şeyi takmadım kafama :))
Yeni yaşımın ilk sabahında güzel bir kahvaltı ettim, ilk öğle yemeğinde öğün atlamadım, akşam yemeğini ise salladım :)
Yeni yaşımın ilk eve dönüşünde huzurla doldum; favori üç insanımdan birini evine uğurladım, diğerlerini eve attım :))
Yeni yaşımın ilk sürprizini yine kendi kendime yaşattım :p
Yeni yaşımın ilk köpüklü kahvesini dördüncü favori insanımla içtim, yeni yaşımın ilk falını baktırdım, baktım ve yeni yaşımın ilk yalanlarını söyleyip dinledim :P Yeni yaşımın ikinci dileğini tuttum; ilkini pastanın mumunu üflerken tutmuştum -ki zaten ikisi de aynı dilekti! :)
Yeni yaşımın ilk şarkısını tuttum televizyondan ve kendime sakladım ;)
Yeni yaşımın ilk dedikodusunu yaptım, nicelerine zemin hazırladım.
Yeni yaşımın ilk muhasebesini yapmadım; artılar, eksiler; getiriler, götürüler; alanlar, alınanlar, verenler, verilenler; geri gelmeyenler, hiç gitmeyenler; kıranlar, kırılanlar; hatırlayanlar, hatırlamayanlar... Hepsi bana kaldı, ben de hepsini boş verdim. Nasıl, iyi etmişim, di mi? ;)
Yeni yaşımın ilk öpücüğü değil belki ama hepinizi öpüyorum :))
Pazar, Ağustos 05, 2007
darlanmayın, genişleyin!
Yeni kampanyam bu. Darlanmaya kesin çözüm; genişleyin! Benim gibi yapın! Tartının ibresi sağa doğru çektikçe siz de evrende kendi yerinizi açın. Onüç ay vadeyle hem de! :PP
Radyo Eksen'de Ayça Şen'in programının bir sloganı var, çok seviyorum: "Kafanız mı çalışmıyor? Üzülmeyin, bizimki de çalışmıyor!" Harika, evde bunu söyleyip duruyorum, ardından da hezeyanlı bir "ayça şen ayça şen ayça şen başkan!" tamlaması geliyor ve ben kahkahalara boğuluyorum. Evet, kafam çalışmıyor!
Tatilim geldi, farkındayım ama yapmam gereken çok iş var. Deliye her gün tatil(!) nasılsa demekle bitmiyor mesele, bunun bayramı var kandili var. Doğumgünü de var ama bu sene pek kutlayasım yok. Ne bileyim birileri mesaj atıp hatırlasın yeter, paniğe gerek yok. Hoş, alarmlar çalıp bulunduğum bölge karantinaya alındığında mecbur yaşanacak bir panik ama bana nesi canım, onlar düşünsün! :PP
İnsanları sevip insanlara sövmeye devam ediyorum. Bazılarını çok seviyorum, bazılarına çok sövüyorum, bazılarına hem sevip hem sövüyorum. En şanslı grup hangisi bilmiyorum valla, şanssız talihliler :PP
Ya ben Müzeyyen Senar'ı çok seviyorum -tabii ki ona sövmüyorum!- Allah onu korusun ya, Maaşallah :)
Bu akşam Heroes'un final bölümü var. Eğer Peter'a bir şey olursa başlarına yıkarım o seti! Cık cık cık patlatacak başka adam bulamadınız mı yaa!
Kahve içmeden duramıyorum. Hem de bu sıcakta. Ama çok sıcak olunca soğuk suyla yapıp içine buz atıyorum. Hayır, poşetteki buzlu kahvelerden değil; kendi buzlumu kendim üretiyorum, çok da güzel oluyor, oh!
Pilli Bebek'in Kara Diller şarkısı çok güzel ya, insana bir "of!" çektiriyor ki, sormayın gitsin. Yok lan gitmesin :P
Geçenlerde -baya oluyor- hani bir anket yapmıştım ya, çok hoşuma gitmişti. Zaten başta kendim güleyim diye yaptıydım, zaten her şey kendim için sevgili okur. Sen yalansın, bugün varsın, yarın yoksun. Ama ben öyle miyim? Canım ben, bi'taneyim ben! Her şeyi kendim için yapıyorum; sanat toplum için değil, sanat sanat için de değil; sanat benim için sevgili okur!
Neyse işte, yine yapayım dedim öyle bir anket ama soru bulamadım. Hadi bana yardımcı ol, sormak istediğin soru varsa sor burada cevaplayayım. Ne kadar abuk sabuk olursa o kadar iyi, çünkü emin ol cevaplar abuk sabuk olacak :PP
Pazar, Temmuz 29, 2007
ya çıkarsa :P
Geçen gün piyango bileti aldım. Aslında adetim değildir ama bir canciğer arkadaşım istedi, iki tane çeyrek aldım. Ve dedim; ya çıkarsa? ;)
Dün gece rüyamda sevgilimlen sinemaya gittiğimi gördüm. Ama film başlamadan çıktık, o beni ailesiyle tanışmaya götürdü. Sonra bir ara evlenmeye karar vermiş olmalıyız ki beni bir evlilik korkusu sardı, anneme söyleyemediğim için çocuğa "biz bu işi biraz daha düşünelim" dedim. O sırada uyandım ve dedim; ya çıkarsa? ;))
Dün gece rüyamda sevgilimlen sinemaya gittiğimi gördüm. Ama film başlamadan çıktık, o beni ailesiyle tanışmaya götürdü. Sonra bir ara evlenmeye karar vermiş olmalıyız ki beni bir evlilik korkusu sardı, anneme söyleyemediğim için çocuğa "biz bu işi biraz daha düşünelim" dedim. O sırada uyandım ve dedim; ya çıkarsa? ;))
Cuma, Temmuz 20, 2007
gözünüz gönlünüz açılsın :))
Perşembe, Temmuz 19, 2007
çekimser
Yeter diye bağırmak istiyorum. Ama niye? Nedeni yok sevgili okur. Aslında var ama yeterli bir neden değil. O yüzden bağıramıyorum zaten. Ancak buraya yazacak kadar yeterim var. Nasıl ama? :)
Şimdi; kafam karışık. Ama her konuda. Aklına ne gelirse sevgili okur, benim o konuda kafam karışık. Seçim hariç. Siyasal anlamda seçimle sorunum yok, oyumu kime vereceğimi biliyorum. Ama hayattaki seçimler ne olacak? Onlar için de oy pusulası yapıyorlar mı ki? Eminim yapıyorlardır ama benim damgam yok. Yani insanlar ne ile seçim yapıyorlarsa, bende ondan yok. Zeka, mantık ya da sağduyu; ne derseniz deyin. Bende on(lar)dan yok. Ciddiyim. O yüzden kafam çok kolay karışıyor.
Bir de safım, çabuk inanırım biliyor musun sevgili okur. Hayalperest de olduğum için, hemen hayal kurarım. Hemen yazıveririm aklımdan senaryolar, gerçekleşmeyeceğini bile bile. Olsun ama, onlarla mutluyumdur ben. Sonunda gerçek olmayacağını bildiğim için rahatımdır bu konuda. Oh be, derim. Ya gerçekleşseydi hayallerim, ne büyük hayal kırıklığı olurdu, değil mi?
Ama gel gör ki sevgili okur; bir gün bir şey olur, biri bir şey der, bir şey yapar. Amanın derim kendi kendime, noluyor acep recep? Herhalde galiba sanırsam bir şeyler olmakta, diye tırsarım. Ama sonunda bi halt olmaz, ben yine vecihi gibi kalırım ortada. Oh be, derim yine. Ama bir yandan düşünürüm; ulan ben bu gece mehtaba dalıp... Müzeyyen en şahane ilaçtır böyle zamanlarda (Senar olan).
En fecisi de (vecihi değil, fecii); olanların da, olmayanların da benim kontrolümde olmamasıdır. Hoş, hayat bu, kimin kontrolü var ki? Ya da kimin kontrolü kimin elinde değil mi sevgili okur?
Ve fekat sinirime dokunan konu şu; benim kafamın karışmaması lazım. Karıştırmayın benim kafamı. Çok rica edicem. Zaten üflesen uçacak kadar aklım var, bir de siz bulandırmayın, n'olursunuz. Eminim yapacak çok daha elzem işleriniz vardır, gidin onları karıştırın. Bana nesi? Yazık değil mi? Ayıp valla. Bulmuşsunuz şuncacık kızı, ara ara ayar verip bulandırıyorsunuz beynini. Yapmayın rica ederim. Koca koca insanlarsınız. Sizin yüzünüzden bir gün çekimser kalıcam, Allah muhafaza.
Neyse efenim... Gel ey saki biz kıyı kıyı takılalım. Neydi sevgili okur? Dün gece mehtaba daldım, hep seni andım. Öyle bir an geldi ki, mehtap seni sandım. Ya...
Şimdi; kafam karışık. Ama her konuda. Aklına ne gelirse sevgili okur, benim o konuda kafam karışık. Seçim hariç. Siyasal anlamda seçimle sorunum yok, oyumu kime vereceğimi biliyorum. Ama hayattaki seçimler ne olacak? Onlar için de oy pusulası yapıyorlar mı ki? Eminim yapıyorlardır ama benim damgam yok. Yani insanlar ne ile seçim yapıyorlarsa, bende ondan yok. Zeka, mantık ya da sağduyu; ne derseniz deyin. Bende on(lar)dan yok. Ciddiyim. O yüzden kafam çok kolay karışıyor.
Bir de safım, çabuk inanırım biliyor musun sevgili okur. Hayalperest de olduğum için, hemen hayal kurarım. Hemen yazıveririm aklımdan senaryolar, gerçekleşmeyeceğini bile bile. Olsun ama, onlarla mutluyumdur ben. Sonunda gerçek olmayacağını bildiğim için rahatımdır bu konuda. Oh be, derim. Ya gerçekleşseydi hayallerim, ne büyük hayal kırıklığı olurdu, değil mi?
Ama gel gör ki sevgili okur; bir gün bir şey olur, biri bir şey der, bir şey yapar. Amanın derim kendi kendime, noluyor acep recep? Herhalde galiba sanırsam bir şeyler olmakta, diye tırsarım. Ama sonunda bi halt olmaz, ben yine vecihi gibi kalırım ortada. Oh be, derim yine. Ama bir yandan düşünürüm; ulan ben bu gece mehtaba dalıp... Müzeyyen en şahane ilaçtır böyle zamanlarda (Senar olan).
En fecisi de (vecihi değil, fecii); olanların da, olmayanların da benim kontrolümde olmamasıdır. Hoş, hayat bu, kimin kontrolü var ki? Ya da kimin kontrolü kimin elinde değil mi sevgili okur?
Ve fekat sinirime dokunan konu şu; benim kafamın karışmaması lazım. Karıştırmayın benim kafamı. Çok rica edicem. Zaten üflesen uçacak kadar aklım var, bir de siz bulandırmayın, n'olursunuz. Eminim yapacak çok daha elzem işleriniz vardır, gidin onları karıştırın. Bana nesi? Yazık değil mi? Ayıp valla. Bulmuşsunuz şuncacık kızı, ara ara ayar verip bulandırıyorsunuz beynini. Yapmayın rica ederim. Koca koca insanlarsınız. Sizin yüzünüzden bir gün çekimser kalıcam, Allah muhafaza.
Neyse efenim... Gel ey saki biz kıyı kıyı takılalım. Neydi sevgili okur? Dün gece mehtaba daldım, hep seni andım. Öyle bir an geldi ki, mehtap seni sandım. Ya...
Fikret :)
Anacım bu kuş milleti manyak! Vecihi uçtu göçtü derken; dün gece bahçede bir martı yavrusu bulduk (zeyno kulakların çınlasın :)) Uçamamış kalmış bahçenin orta yerinde, etrafında da bizim acar kediler! Hayır bi de salak kuş, üstüne gelen kediden kaçacağına yanına gidiyor, "ye beni" gibilerinden! Dayanamadık yine tabii, bizim aile de manyak anacım! Babam indi, aldı getirdi martı yavrusunu. Su verdik, yem verdik, koduk balkona. Mal duruyo tabii, kuştan başka ne beklenir. Hayır, tuhafıma giden şu; bu saf yavrucak ses çıkarsa anası baası gelip alacak onu kurtulacak. Ama gıkı çıkmıyo ki delinin! Neyse efenim; tabii ben bu kuşa da hemen bi isim kodum. Vecihi'nin sevgilisi Fikret var ya! Ahan da işte o! Yakında baş göz de ederim ben bu iki salağı; hoş, arada biraz boy farkı var (biri güvercin, biri martı be insaf!) ama olsun! Gönülleri bir olduktan sonra, di mi ama :PP
Perşembe, Temmuz 12, 2007
vecihi geliyo vecihi!
Ahahahaaaaaaaa! Ay çatliycam ayol! Hihihhohohhooo valla çok komik bak sevgili okur, n'ooolur bi dinle!
Şimdi; geçen gün bahçede bi gürültüdür koptu. Ev ahalisi olarak heman koşuştuk pencerelere. Bi de baktık ki, bizim kedi -bizim diil aslında ama besliyoz işte sevabına- bi güvercini kıstırmış, güvercin de uçamıyo mu sana! Al başına belayı! Neyse efenim, kediyi kovduk, kuşu kurtardık ama kuş bahçede kendi halinde yürüyor. Yürüyor çünkü uçamıyor hakikaten. Babam hasta dedi, annem yavru dedi. Bi süre kuşu kendi haline bıraktık. Ve fekat heyhat! Gel gör ki sevgili okur -ki gelemezsin göremezsin biliyom, o yüzden ben anlatıyom- kuşceğiz bahçedeki parmaklıkların tepesine çıktı duruyo öyle. Uçsa uçamıyo, kaçsa kaçamıyor; e kedi de sotada bekliyo!
N'apsak n'apsak? E sonunda dayanamadık -çok merhametli ve insaniyetliyiz ya- babam kaptı kuşu eve getirdi yardım ve yataklık maksadıyla. Meğersem hasta diil yavruymuş ama görseniz dünyanın en salak yavrusu! Tüyler zaten bi tuhaf, gaga uzun tuhaf, kanatların altında tüy yok, kuyruk bi enteresan; uçamıyor hayvan. Hayır, hadi yavrusun uçamazsın anlarım. Bi de embesil bi de salak! Ayol koyduk kapalı balkona, önünde de su ve yem. Bi ye di mi hayvanat, bi eşelen, bi dolaş. Yok! Öyle bıraktığın yerde duruyo salak! Bir gün boyunca ne kıpırdadı, ne de yedi içti anacım. Mal gibi durdu orda!
Soona babam bunu açık balkona koymuş; hani uçsun gitsin başımızdan salak diye. Gitmedi anacım, uçmadı da atlamadı da aşşa -ki burda akıllı olduğunun sinyalini aldığınızı sanıyonuz ama yanılıyonuz anacım- Derken bi baktık bizim yan pencereye geçmiş. Hoop ordan da karşı evin penceresine geçmiş. O evde de kimse yok; be salak biz sana yem veriyoz su veriyoz; sen kalkıp da niye yalınayak başıkabak oralara gidiyosun!
Neyse canlarım, biz bunu evlatlıktan reddettik haliyle. İki gün soora da unuttuk -hain ebeveyn!- Derkeeeen... Bugün kuşları beslerken -evet, hem kedileri hem de kuşları besliyoz, köpek bulsak onu da besleriz, hatta at, hatta inek, hatta...- bi de baktık ki ne görelim sevgili okur! Bizimki alt katın panjurunun üstünden aval aval bakmakta yemlenen kuşlara. Ulan insene sen de! Neyse indi sonunda. Ve fekat heyhat! Önündeki emek kırıntılarını görmüyo, görse de ne olduklarını idrak edemiyor. Varsa yoksa diğer kuşların peşinde, onların gagasının dibinde. E haliyle dayak da yiyo! Evet sayın seyirci; yem yiyemiyor ama dayak yiyor bu embesil! Meğer onu beslememiz diil dövmemiz gerekiyormuş, bunu idrak ettik biz de!
Bu arada bi teori geliştirdim: imdi bu salağı kesin anası terketmiştir, embesil olduğunu anlayıp "böyle evlat olmaz olsun!" diyerek evlatlıktan reddetmiştir -ki biz de öyle yaptıydık zaten, bkz. 8 satır yukarsı- ayrıca bu kesin erkektir -salak ya- bu nedenle adını "vecihi" koydum ben. Hani uçamıyo ya o hesap hehehe çaktın köfteyi sevgili okur ;)
Durun şimdi gitmem lazım; zira vecihi gelcek ama uçamıyo salak ahahahaaaayyyyyy
Çarşamba, Temmuz 04, 2007
Ben
Bu aralar kendime pek takığım; ne yapsam batıyor, ne yapsam derin analizlere gark oluyorum, iğrenç oluyor. Ama aslında meselenin ne olduğunun farkındayım, farkındayım da boşver be sevgili blog, bir de sen yorma kendini. Ben zaten sana anlatıyorum hepsini tane tane, al işte...
Sadece kendisiyle ilgilenen, etrafındaki dünyadan bihaber yaşayan tiplemelerden nefret ediyorum. Ama enteresan bir biçimde ben de sadece kendimle ilgilenmek ve kendimi dünyaya kapatmak istiyorum -aha al işte yar analizin kafasını-
İnsanlara sinir oluyorum, insanları seviyorum ama hayvanları kesinlikle daha fazla seviyorum ve onlara sinir olmuyorum. Hayvanın aptalı şirin oluyor da, insanın aptalı hiç çekilmiyor. Bir insan hem hayvan, hem de aptal olduğundaysa cinayetim geliyor.
Hayatta birkaç rutinim -uyku, kahve, internet, tv, kitap, yazı ve müzik- var, bunlar bozulduğunda arızaya bağlıyorum. İnsanlar planlarımı bozduğunda çekilmez biri haline dönüşebiliyorum.
Basit şeyleri seviyorum; karmaşaya, gereksiz ayrıntılara gelemiyorum. Gelenleri de sevmiyorum.
Yaralarımı kendim sarıyorum; ama yanlış ama eksik, başkalarının sardığı bandajlara karşı alerji geliştiriyorum, kaşınıp duruyorum sonra. Teselliyi çok çok iyimser bir hayal olarak görüyorum. Kendime acımasız davranmaktan hoşlanıyorum -gel gel analize gel şimdi-
Aptal oyuncakları seviyorum ve sevmeye de devam edeceğim, laf edenleri de yakalayıp döveceğim.
Kolay ağlıyorum ama kimsenin yanında ağlamamaya dikkat ediyorum. Güçlü görünmek için değil; sadece ağladığınızda diğer insanların sizi avutmaya çalışmalarını aptalca buluyorum. Rahat rahat ağlamam için beni rahat bırakacak bulduğumda ağlarım, söz.
Çok gülmeme takıp "aa ne neşeli şeysin sen öyle" diye ikide birde laf sokuşturan tiplere gıcık oluyorum. Onları kahkaha denizlerinde boğmak ve suni teneffüssüz bırakmak istiyorum.
Suratım asık olduğunda "aaa ne sinirli şeysin sen öyle" diye laf atanlara sinir oluyorum; zaten sinirli olduğum için sinirim iki, yer yer üç katına çıkıyor, katliamım geliyor.
Sadece kız olduğum için ince, narin, nazik, terbiyeli, hanım hanımcık, munis ve duygusal olmamı bekleyen insanları aptal buluyorum; aptallıklarını da alıp yanımdan defolup gitmelerini istiyorum.
Sadece kız olduğu için ince, narin, nazik, terbiyeli, hanım hanımcık, munis ve duygusal (mış) gibi yapan kızlardan tiksiniyorum; mümkünse saçlarını başlarını yolmak istiyorum.
Depresif insanlardan hazetmiyorum; mümkünse depresyonlarını alıp...
Genelleme yapan dallamalardan nefret ediyorum; beni genelleyebileceğini sanan aptallara da sadece acıyorum -biraz megalomanca oldu di mi, oh olsun, beter olsunlar-
Bunun dışında; kendimi seviyorum, kendimi onaylıyorum -yalan tabi, yok öyle bişi, sadece lafı geldi esprisi oldu diye şeettim ama tamamen de yanlış sayılmaz hani-
Neyse canlarım; gecenin bir yarısı nefret kusasım geldi, zaten bu aralar pek bir agresifim gördüğünüz gibi. Ama nedenine gelince;
Aslında kendime kızgınım. Kendime verdiğim sözleri tutamadığım, kendi planlarımı kendim bozduğum ve kendi yolumu yine kendim tıkadığım için kendime acayip gıcık oluyorum. Kendime kendisi kendilerine kendi kendine... Budur!
Sadece kendisiyle ilgilenen, etrafındaki dünyadan bihaber yaşayan tiplemelerden nefret ediyorum. Ama enteresan bir biçimde ben de sadece kendimle ilgilenmek ve kendimi dünyaya kapatmak istiyorum -aha al işte yar analizin kafasını-
İnsanlara sinir oluyorum, insanları seviyorum ama hayvanları kesinlikle daha fazla seviyorum ve onlara sinir olmuyorum. Hayvanın aptalı şirin oluyor da, insanın aptalı hiç çekilmiyor. Bir insan hem hayvan, hem de aptal olduğundaysa cinayetim geliyor.
Hayatta birkaç rutinim -uyku, kahve, internet, tv, kitap, yazı ve müzik- var, bunlar bozulduğunda arızaya bağlıyorum. İnsanlar planlarımı bozduğunda çekilmez biri haline dönüşebiliyorum.
Basit şeyleri seviyorum; karmaşaya, gereksiz ayrıntılara gelemiyorum. Gelenleri de sevmiyorum.
Yaralarımı kendim sarıyorum; ama yanlış ama eksik, başkalarının sardığı bandajlara karşı alerji geliştiriyorum, kaşınıp duruyorum sonra. Teselliyi çok çok iyimser bir hayal olarak görüyorum. Kendime acımasız davranmaktan hoşlanıyorum -gel gel analize gel şimdi-
Aptal oyuncakları seviyorum ve sevmeye de devam edeceğim, laf edenleri de yakalayıp döveceğim.
Kolay ağlıyorum ama kimsenin yanında ağlamamaya dikkat ediyorum. Güçlü görünmek için değil; sadece ağladığınızda diğer insanların sizi avutmaya çalışmalarını aptalca buluyorum. Rahat rahat ağlamam için beni rahat bırakacak bulduğumda ağlarım, söz.
Çok gülmeme takıp "aa ne neşeli şeysin sen öyle" diye ikide birde laf sokuşturan tiplere gıcık oluyorum. Onları kahkaha denizlerinde boğmak ve suni teneffüssüz bırakmak istiyorum.
Suratım asık olduğunda "aaa ne sinirli şeysin sen öyle" diye laf atanlara sinir oluyorum; zaten sinirli olduğum için sinirim iki, yer yer üç katına çıkıyor, katliamım geliyor.
Sadece kız olduğum için ince, narin, nazik, terbiyeli, hanım hanımcık, munis ve duygusal olmamı bekleyen insanları aptal buluyorum; aptallıklarını da alıp yanımdan defolup gitmelerini istiyorum.
Sadece kız olduğu için ince, narin, nazik, terbiyeli, hanım hanımcık, munis ve duygusal (mış) gibi yapan kızlardan tiksiniyorum; mümkünse saçlarını başlarını yolmak istiyorum.
Depresif insanlardan hazetmiyorum; mümkünse depresyonlarını alıp...
Genelleme yapan dallamalardan nefret ediyorum; beni genelleyebileceğini sanan aptallara da sadece acıyorum -biraz megalomanca oldu di mi, oh olsun, beter olsunlar-
Bunun dışında; kendimi seviyorum, kendimi onaylıyorum -yalan tabi, yok öyle bişi, sadece lafı geldi esprisi oldu diye şeettim ama tamamen de yanlış sayılmaz hani-
Neyse canlarım; gecenin bir yarısı nefret kusasım geldi, zaten bu aralar pek bir agresifim gördüğünüz gibi. Ama nedenine gelince;
Aslında kendime kızgınım. Kendime verdiğim sözleri tutamadığım, kendi planlarımı kendim bozduğum ve kendi yolumu yine kendim tıkadığım için kendime acayip gıcık oluyorum. Kendime kendisi kendilerine kendi kendine... Budur!
Pazar, Haziran 24, 2007
ilk imzam :))
Canlarım ciğerlerim; gördüğünüz gibi döndüm :) Ve de gördüğünüz gibi ilk kitabımın ilk imzasını atmış bulunuyorum (geç kaldınız hahayt! :P) Gerçi bu, gitmeden önceydi, 3 Haziran sanırsam ki. Diğerleri için de sıraya geçivereceksiniz artık :PP
Tekrardan bu mutluluğu benimle paylaşan herkese çok teşekkürler, nice mutluluklarda yine beraber olmak dileğiyle :) Ay TRT programı gibin oldum yaf, bu tatil yaramadı bana emekliler arasında kala kala emeklilere döndüm harbiden, erken emeklilik mi istesem napsam :P
Neyse efenim, mutluluklar bir yana; sinir bozuklukları da olmuyor değil. Bazı insanlara gıcık oluyorum; muhtemelen onlar da bana gıcık oluyordur ama inanın ben daha çok gıcık oluyorum onlara. Böyle onları tokatlamak, efendime söyleyeyim, tırmıklamak, cırmalamak ve de yolmak istiyorum. Yüzlerine nefretimi haykırmak istiyorum ama yapamıyorum, takdir edersiniz ki. Çok zor efendim, çoook; nefret edip de söyleyememek, sevip de söyleyememekten daha kötü. Çok daha kötü. Ama insan öğreniyor işte, diğer herşey gibi.
Aman ya, neyse, boşverin. Madem blog'um var, içimi döküp rahatlayayım dedim. Oh iyi de yaptım; siz sağ ben selamet, hadi görüşmek üzzre, öpüldünüz ;))
Pazartesi, Haziran 11, 2007
ilk kitabım!!!
Anne-Kız Diyalogları (Funda Özlem Şeran & Burcu İkizer)
.
Sonunda Sonunda Sonunda!!! Müjde Müjde Müjde!!! :D
Canlarım, ciğerlerim; merakla beklediğiniz, hasretle istediğiniz biricik ilk kitabım çıktı. Sulu mu sulu, güldürüklü mü güldürüklü Anne-Kız Diyalogları bu hafta kitapçılardaki yerini alacak, siz de hemen koşun gidin alın, bol bol gülün :))
Bu arada on gün kadar buralarda olmayacağım, kampa gidiyorum. Hemen havalara girip inzivaya çektim kendimi :PP Yok yav, valla leylek havada durumları oldu bu sene ama dönüşte telafi ederiz canlarım. Hepinizi koccaman öpüyorum, kendinize iyi bakın, bloga uğramayı kement atmayı unutmayın, kipatı da okumayı ihmal etmeyin ;PP
Pazartesi, Mayıs 28, 2007
döndüm!!!
Canlarım ciğerlerim bebişlerim :PPP Efsaneniz canınız kanınız biricik SuluKöfteniz geri döndü! Kutlamalar başlasın efenim :))
.
Gittim, gezdim, foşfoş yaptım, eğlendim, biraz yoruldum ama Allah'a şükür sağ sağlim geri geldim. Pek olay çıkarmadım ama az daha şeetseymişim çıkacakmış aldığım duyumlara göre :PP Neyse efenim, yediğim içtiğim benim olsun -tabii benim olacak ayol hıh!- ben gördüklerimi anlatayım; anlatmasına da, anlatmakla olmaz, bizzat görmeniz lazım. Onun için de benim adeta bir Japon turist edasıyla çektiğim fotoları görmeniz lazım. Eh, bunun için de ilerleyen günlerde www.sulukofte.deviantart.com'dan ayrılmamanız lazım. Benden sölemesi!
.
Ama merak buyurmayınız, arada en güzellerinden buraya da attırıveririm fotocukları, burayı da boşlamak olmaz tabe ;)
.
Bunun dışında geri dönmek çok güzel, ne de olsa insanın kendi evi gibisi yok. Hem daha yapacak çok iş var demi ama ;)) Öslemişim buraları, çok öpüyom hepinizi anacım ;***
Salı, Mayıs 15, 2007
SuluKöfte 2. Yılını Kutluyor!
Ey sulu ahalim! Duyduk duymadık demeyin! Davullar çalınsın, zurnalar çınlasın, yer yerinden oynasın, göbekler atılsın; blog'un ikinci yılı kutlu, mutlu, hayırlı olsun!
Zamanın nasıl geçtiğini görüyorsunuz işte; daha dün bir küçücük kıyma parçasıyken büyüdük, kızardık, piştik; hatta biraz fazla kuruduk :PP Ama işte karşınızda iki yaşında, sulu mu sulu, deli mi deli bir blog olarak sizleri her geçen gün aydınlatmaya(!) devam ediyoruz :)
Şu iki yıl içinde neler oldu neler, maydanozlu köfteler :P Ve kimbilir ileride daha neler olacak neler? Bekleyip hep birlikte göreceğiz İnşallah sevgili canımıniçi biricik kuzucuk okurlarım (yağ çekeyim ki okumaya devam edin, di mi ama!)
Aklımda çok şey vardı ama nedense şu anda söyleyecek bir şey bulamıyorum; mutlumcuk oldum sanırım, yok be buldumcuk muydu o ehehe her neyse; mutluyuz, gururluyuz, başarılarımızın devamını diliyoruz. Oh be! :))
Hepinizi koccaman, en sulusundan öpüyorum canlarım; nice senelerde hep beraber olmak dileğiyle... ;)
.
Canınız kanınız, biricik SuluKöfteniz;
FÖŞ ;)
Çarşamba, Mayıs 09, 2007
Beni Yak Kendini Yak Herşeyi Yak ;))
Ateş, yüksek sıcaklık ve alev veren hızlı yanma olayı.
Ateşin meydana gelebilmesi için yanabilen bir maddenin tutuşma sıcaklığında oksijen ile temas etmesi gerekir. Yakıt ve oksijen devamlı mevcut ve temas halinde ise sürekli yanma olur. Bir ateşin söndürülmesi, yanmaya sebeb olan unsurlardan yakıt ve oksijenin yok edilmesi, sıcaklığın düşürülmesi ile mümkündür.
Vücut sıcaklığının yükselmesine ateş denir. Vücut sıcaklığı bedenin her yerinde aynı değildir. Örneğin; termometre ağıza konulduğunda görülen ısı, koltuk altına konulduğunda gösterdiği ısıdan 0,5 derece daha düşüktür. Diğer taraftan, vücut ısısı gün boyunca da 0,5 derece oynar. Sabahın erken saatlerinde ısı düşük, akşam saatlerinde yüksektir. Vücut ısısı 36,2 - 37,5 arasında ise normaldir.
Ateş sayesinde ısınırız,yemek pişiririz,geceleyin güvenlik sağlarız,suyu mikroplardan temizleriz,yerimizi belli etmek için kullanırız.
Ateş olsa cirmi kadar yer yakar.
''Ateş-i suzan-ı firkat yaktı cism u canımı
Bir harab-ı abade döndürdü dil-i viranımı
Neyle teskin eyleyim şu dide-i giryanımı
Çünkü aldırdım elimden sevgili cananımı..''
"içimde bir fırın var, ateşi yakan ateş,
o ne alev deryası, çiçek bahçesine eş. "
Ateşin keşfi yakın çağlarda da ‘atomun parçalanması’ ile ‘aya gidilmesi’ kadar önemli bir buluş olarak tanımlanıyor.
Ateş almak: 1. Yanmak, tutuşmak.
Ateş bacayı sarmak: Bir iş ya da olay önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak.
Ateş basmak: Aşırı ölçüde sıkılmak, heyecanlanmak, utanmak sonucu vücutta sıcaklığın artması, yüzün kızarması.
Ateşe atmak: Birini çok tehlikeli bir işe bile bile sokmak.
Ateşe tutmak: 1. Ateşli silâhla mermi atmak. 2. Bir şeyi ateşin üzerinde tutarak ısıtmak.
Ateşe vermek: 1. Bir yeri bilerek yakıp yok etmek.
Ateşine (nârına) yanmak: Birinin yüzünden büyük haksızlığa uğramak, zarar görmek.
Ateş kesilmek: 1. Çok kızgın, öfkeli davranışlar göstermek. 2. Çok çalışkan, hareketli ve becerikli olmak.
Ateşle oynamak: Çok tehlikeli, zarar verecek bir işin üstüne üstüne gitmek ya da böyle bir işe girişmek.
Ateş püskürmek: Çok öfkeli olmak, ağır sözler söylemek.
Ateşten gömlek: İçinde bulunulan acı, sıkıntılı, dayanılmaz durumu anlatmak için söylenir.
Ateş düştüğü yeri yakar.
Ateşle oyun olmaz.
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Yüreğine ateş düşmesi: İşte o çok çok fena bişii diyiim ben size :P
Ateşin meydana gelebilmesi için yanabilen bir maddenin tutuşma sıcaklığında oksijen ile temas etmesi gerekir. Yakıt ve oksijen devamlı mevcut ve temas halinde ise sürekli yanma olur. Bir ateşin söndürülmesi, yanmaya sebeb olan unsurlardan yakıt ve oksijenin yok edilmesi, sıcaklığın düşürülmesi ile mümkündür.
Vücut sıcaklığının yükselmesine ateş denir. Vücut sıcaklığı bedenin her yerinde aynı değildir. Örneğin; termometre ağıza konulduğunda görülen ısı, koltuk altına konulduğunda gösterdiği ısıdan 0,5 derece daha düşüktür. Diğer taraftan, vücut ısısı gün boyunca da 0,5 derece oynar. Sabahın erken saatlerinde ısı düşük, akşam saatlerinde yüksektir. Vücut ısısı 36,2 - 37,5 arasında ise normaldir.
Ateş sayesinde ısınırız,yemek pişiririz,geceleyin güvenlik sağlarız,suyu mikroplardan temizleriz,yerimizi belli etmek için kullanırız.
Ateş olsa cirmi kadar yer yakar.
''Ateş-i suzan-ı firkat yaktı cism u canımı
Bir harab-ı abade döndürdü dil-i viranımı
Neyle teskin eyleyim şu dide-i giryanımı
Çünkü aldırdım elimden sevgili cananımı..''
"içimde bir fırın var, ateşi yakan ateş,
o ne alev deryası, çiçek bahçesine eş. "
Ateşin keşfi yakın çağlarda da ‘atomun parçalanması’ ile ‘aya gidilmesi’ kadar önemli bir buluş olarak tanımlanıyor.
Ateş almak: 1. Yanmak, tutuşmak.
Ateş bacayı sarmak: Bir iş ya da olay önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak.
Ateş basmak: Aşırı ölçüde sıkılmak, heyecanlanmak, utanmak sonucu vücutta sıcaklığın artması, yüzün kızarması.
Ateşe atmak: Birini çok tehlikeli bir işe bile bile sokmak.
Ateşe tutmak: 1. Ateşli silâhla mermi atmak. 2. Bir şeyi ateşin üzerinde tutarak ısıtmak.
Ateşe vermek: 1. Bir yeri bilerek yakıp yok etmek.
Ateşine (nârına) yanmak: Birinin yüzünden büyük haksızlığa uğramak, zarar görmek.
Ateş kesilmek: 1. Çok kızgın, öfkeli davranışlar göstermek. 2. Çok çalışkan, hareketli ve becerikli olmak.
Ateşle oynamak: Çok tehlikeli, zarar verecek bir işin üstüne üstüne gitmek ya da böyle bir işe girişmek.
Ateş püskürmek: Çok öfkeli olmak, ağır sözler söylemek.
Ateşten gömlek: İçinde bulunulan acı, sıkıntılı, dayanılmaz durumu anlatmak için söylenir.
Ateş düştüğü yeri yakar.
Ateşle oyun olmaz.
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Yüreğine ateş düşmesi: İşte o çok çok fena bişii diyiim ben size :P
Cuma, Nisan 27, 2007
gerilelim
Gerilim filmlerinden bahsedecektim; zira son zamanlarda harika filmler izledim. En güzeli de "Hard Candy" idi, tavsiye ederim. Fakat bugün konum bu değil. Baktım, gördüm ki filme hiç gerek yok gerilmek için. İşte buyrun, gündemimiz burada...
Ben başkaca bir şey demiyorum artık...
Perşembe, Nisan 19, 2007
hastasıyız ;P
İtiraf ediyorum anacım; Cem Özkan'a bayılıyorum! Sebep sadece iyi müzisyen olması, "Dön Bana" şarkısının mükemmel olması, klibinin beni benden alması da değil üstelik (adam beni benden almış ayol daha ötesi var mı?!) :P
Hayır yani, başka türlü açıklaması da yok; açık açık hastasıyım, '69lu olması da kahretti beni ayrıca ama mühim değil artık gözüm kararmış bi kere! :)
Şöyle açıklayayım; adama bakınca sakinleşiyorum, rahatlıyorum, nötr bi insan oluyorum, huzur doluyorum. Tıpkı Morrissey'in "To me You're a work of Art" şarkısındaki "But then I look at you and know / That somewhere there’s a someone who can soothe me" ifadesindeki gibi; tıpkısının aynısı oluyo bana da ona bakınca ;)
Neyse efenim fazla uzatmayayım, yoksa bana bıraksanız sabaha kadar sürer gider bu. O yüzden salyalarımı toplayıp kısaca sesleniyorum:
Dön bana yeniden nolur
Sev beni yeniden nolur
Al beni yanına noluuuur ;)
.
Oh be! ;P
Salı, Nisan 17, 2007
vaauuvvvv :P
Vay anasını sayın seyirciler! Blog Türkçeleştirilmiş bee! Helal olsun valla, kim yaptıysa öperim gözlerinden :))
.
Niiyse efenim; konumuz bu değildi tabi olarak ;) Aslında bi konumuz da yoktu ama olsun, maksat muhabbet değil mi ya?
Çok şey diycektim aslında ama şu an hepsi uçtu gitti; bu arada benim Türkçem de uçtu, blog düzeldi ben bozuldum hey Yarabbim...
.
Ama ne var biliyonuz mu? Memnunum lan ben halimden. Valla. Salaklık da bi yaşam biçimi bi yerde. Ne var? Sevdiklerim olsun, sevildikleri olayım yeter. Nedir yani ki hayat bundan daha başka? Daha ne istiyonuz hayvanlar diyesi geliyo insanın, bundan başka hayat mı var? Yiyiin garii...
.
İki arabam var; biri '69 Pontiac Firebird, diğeri '65 Corvette... Görseniz çok şekerler; geçen gün oyuncakçıdan aldım ama resmen içim gitti. Aslında Ford Mustang arıyordum ama bulamadım oyuncakçının sepetinin içinde. Olsun, ben bird'ümle korvet'imi de seviyom. Korveti bu aralar daha çok seviyom ama çaktırmayın, daha havalı ya...
.
Sabahları sağlıklı beslenmeye karar verdim, daha bereketli oluyor gün. Öbür türlü kafam çalışmıyor be ya. Fakat henüz o erken yatıp kalkma işini yapamıyom, yapacağa da benzemiyom. Saçma geliyo. Gece oturmak varken mis gibi tavuk gibi niye kalkıp eşeleniyim erkenden. Ama abartmamak lazım tabi. oniki iyidir bence. Sizce?
.
Bi şarkı var. Öyle güzel ki. Daha ilk duyduğumda aldı beni benden götürdü. Vardır ya hani öyle şarkılar. Böyle mıhlar adamı yerine, alır başka alemlere daldırır, uyanamazsın, kendine gelemezsin bi süre. Sonra bitince bi boşlukta hissedersin kendini, hiç bitmeseydi dersin, tekrar tekrar dinlemek istersin. Dinlersin de belki boku çıkana kadar. Ama asla bıktırmaz. Ömürlük şarkıdır o, ömür boyu durmadan dinlesen o kadar olur yani. İşte öyleydi bu da...
.
Uzun zamandır fotoğraf çekmiyorum ben. Ben de uzun zamandır ne yapmıyordum yahu diyordum kendi kendime, buldum. Fotoğraflamıyorum nicedir. Nedendir bilmiyorum ama. Öyle işte. Birden hevesimi yitirdim gibi oldu sanki. İçimden gelmiyor cicim. Çekmek istemiyorum. Çekilmek de istemiyorum. Çekinmek derler ya bazıları, fotoğraf çekinmek de, fotoğraftan çekinmek de istemiyorum ben bu aralar. kapiş?
.
Bi film izledim, çok güzeldi. Fransızcasını bilmiyorum da aşk ve cesaretle ilgiliydi kısaca. Beğendim ama amaaaan dedim, nedir, nolmuş ki yani? Çok da abartmamak lazım be, bi yerden sonra salıyosun gidiyor zaten. Hayat işte...
.
Daha da yazacaktım ama mürekkebim bitti. Cherie'yi hatırladım sonra, sanki çok unutmuş gibi. Yine dedim, hayat ne tuhaf lan; böle peluş oyuncaklar var sıkınca ses çıkarıyo falan. Ama yalayamıyo işte pembe dilini çıkarıp şap diye. Sen de için bi hoş sevinemiyosun. Bi de toz tutuyolar biliyo musun? Hiç çekilmiyo işte o zaman...
.
Niiyse efenim; konumuz bu değildi tabi olarak ;) Aslında bi konumuz da yoktu ama olsun, maksat muhabbet değil mi ya?
Çok şey diycektim aslında ama şu an hepsi uçtu gitti; bu arada benim Türkçem de uçtu, blog düzeldi ben bozuldum hey Yarabbim...
.
Ama ne var biliyonuz mu? Memnunum lan ben halimden. Valla. Salaklık da bi yaşam biçimi bi yerde. Ne var? Sevdiklerim olsun, sevildikleri olayım yeter. Nedir yani ki hayat bundan daha başka? Daha ne istiyonuz hayvanlar diyesi geliyo insanın, bundan başka hayat mı var? Yiyiin garii...
.
İki arabam var; biri '69 Pontiac Firebird, diğeri '65 Corvette... Görseniz çok şekerler; geçen gün oyuncakçıdan aldım ama resmen içim gitti. Aslında Ford Mustang arıyordum ama bulamadım oyuncakçının sepetinin içinde. Olsun, ben bird'ümle korvet'imi de seviyom. Korveti bu aralar daha çok seviyom ama çaktırmayın, daha havalı ya...
.
Sabahları sağlıklı beslenmeye karar verdim, daha bereketli oluyor gün. Öbür türlü kafam çalışmıyor be ya. Fakat henüz o erken yatıp kalkma işini yapamıyom, yapacağa da benzemiyom. Saçma geliyo. Gece oturmak varken mis gibi tavuk gibi niye kalkıp eşeleniyim erkenden. Ama abartmamak lazım tabi. oniki iyidir bence. Sizce?
.
Bi şarkı var. Öyle güzel ki. Daha ilk duyduğumda aldı beni benden götürdü. Vardır ya hani öyle şarkılar. Böyle mıhlar adamı yerine, alır başka alemlere daldırır, uyanamazsın, kendine gelemezsin bi süre. Sonra bitince bi boşlukta hissedersin kendini, hiç bitmeseydi dersin, tekrar tekrar dinlemek istersin. Dinlersin de belki boku çıkana kadar. Ama asla bıktırmaz. Ömürlük şarkıdır o, ömür boyu durmadan dinlesen o kadar olur yani. İşte öyleydi bu da...
.
Uzun zamandır fotoğraf çekmiyorum ben. Ben de uzun zamandır ne yapmıyordum yahu diyordum kendi kendime, buldum. Fotoğraflamıyorum nicedir. Nedendir bilmiyorum ama. Öyle işte. Birden hevesimi yitirdim gibi oldu sanki. İçimden gelmiyor cicim. Çekmek istemiyorum. Çekilmek de istemiyorum. Çekinmek derler ya bazıları, fotoğraf çekinmek de, fotoğraftan çekinmek de istemiyorum ben bu aralar. kapiş?
.
Bi film izledim, çok güzeldi. Fransızcasını bilmiyorum da aşk ve cesaretle ilgiliydi kısaca. Beğendim ama amaaaan dedim, nedir, nolmuş ki yani? Çok da abartmamak lazım be, bi yerden sonra salıyosun gidiyor zaten. Hayat işte...
.
Daha da yazacaktım ama mürekkebim bitti. Cherie'yi hatırladım sonra, sanki çok unutmuş gibi. Yine dedim, hayat ne tuhaf lan; böle peluş oyuncaklar var sıkınca ses çıkarıyo falan. Ama yalayamıyo işte pembe dilini çıkarıp şap diye. Sen de için bi hoş sevinemiyosun. Bi de toz tutuyolar biliyo musun? Hiç çekilmiyo işte o zaman...
Çarşamba, Nisan 04, 2007
Osman Aga! :D
Hey Allah'ım Yarabbim! Tam ben komiklik yapmaya çalışırken bir bakıyorum ki başkaları almış başını gitmiş sululuk konusunda! Benim küresel ısınma konusundaki endişelerim (bkz. aşşaki post) yerini gezegensel ıkınma durumlarına bırakmış. İnanmıyo musunuz? Ahan da bakın işte:
.
OSMAN'DA HAYAT VARMIŞ
Türkiye Ulusal Bilimsel Tetkikler Akademisi Konseyi (TÜBTAK), Maden Teknik Araştırma Kurumu jeologlarından Prof. Dr. Ziya Osman Saba tarafından geçen Perşembe keşfedilen ve geçici olarak B-612 olarak adlandırılan yeni gezegene Osman isminin verileceği açıklandı.
DAHASI...
1 Nisan şakası olarak hazırlanan bu habere bir de şakacıktan protesto tertiplenmiş; "Prof. Dr. Ziya Osman Saba’nın başarısını tüm kalbimizle kutluyor ve kendisine saygılarımızı sunuyoruz. Ancak Türkler tarafından bulunan bir gezegenin her dünyalı tarafından Osman adıyla tanınmasına karşıyız. Yüzlerce yıllık bilim ve astronomi tarihinde şimdiye kadar Türkler tarafından yapılan en büyük keşfin daha dikkatli bir şekilde adlandırılmasını istiyoruz ve bu üstünkörü davranışı ve halka sormadan bilimsel konularda karar verdiği için TÜBTAK’ı protesto ediyoruz. " diyerekten....
ÜSTELİK...
Ciddiye alıp da protesto eden aklıevvellerin sayısı hiç de az değil; ayrıca yazdıkları da akıllara ziyan sululuk abideleri olarak bu blogda şerefle yer almayı hakediyorlar. Buyrun burdan yiyin:
.
adı osmanın yeri veya osmanın mekanı olabilir OSMANLA EL ELE HEP BERABER OSMAN GEZEGENİNE
.
Ya güzel bir isim deil ama hem kendi benliğimi kullanıp hem de daha bulunmamış farklı bir isim bulmalıyız.Bana göre T.G.A(türklerin gücü adına)
.
bırakında adam ismini koysun kardeşim, Markow formül buluyo ismi markow chains oluyo, iskender toprak elegeçiriyo ismi iskenderun ve iskenderiye oluyo da bizim bulduğumuz gezegene niye bulanın ismi konmuyor.. bence osman gayet güzel bir isim.. fıratlar, umutlar, ahmetler kıskanmasın onlarda bulsun onlarda koysunlar isimlerini. sonuna kadar destekliyorum.
.
Ziya olsun
.
bence mantıklı osman ismi neden tepki alıyor anlamıyorum amerika kolombiya gibi ülkelere isim verilmişte bi gezegenne mi verilemeyecek yaa adı ne olsun gayet mi?? ben bulsam kendi adımı veriridim eger o gezegenleri nasa yada diger leri bulmusa ekip olaraktır isimler bilimseldir ama 1 kişinin eseri bırakınm adam keyfini cıkarsın gezegeninin olsa ne olur olmasa ne olur
.
Haklısınız, bu iş böyle bir saçmalığı kaldırmaz. Koyacak bir sürü isim varken neden osman? Bu kadar mı arap milliyetçisiyiz ? Selamlar.
.
tahsin olsun
.
Yaw millet kendi ismini koyuyor, neptüm, pluton, mars düşeş falan. Bizim aslan gibi Osman abimiz var, helal sana Osman aga.
.
gercekten cok ayıp bısıy boyle bı isim olmamalıydı kınıyorum
.
Prof.Dr.Ziya Osman Saba bu başarı için çabalarken emek verirken zaman harcarken beyin yorarken hanginiz vardınız da şimdi adamcağızı eleştırıyor halka sormalıydı ad verırken dıyorsunuz.. bırakın zırvalamayı hasetsızce alkışlayın yeter.. yeter.. hatta gölge etmeyın başka ıhsan ıstemez boyle buyuk ınsanlar.. bence bı gezegen ıcın uygun bır ısım. ozmın olacak telaffuzu muhtemelen;)
.
Gezegenin adı deplasman olsun
.
Orada yaşam varmıymış. Vay bee osmana ayak basmak istiyorum. Ne güzel gezegen ismi harbidende. gidip mangal yapalım ohh
.
ne demek kardeşim gezegeni biz bulduysak adını da biz weririz yanlışmıyım neymiş o bymiş 612ymiş filannn
.
sizene kardeşim adam kendi bulmuş gezegeni istediği adı koyar keyfinin kahyasımısınız adamın adam kendi soyadını koymuş işte nevar amerikayı keşfeden adam da kendi soyadını koymuş kimse bişey dememiş size tavsiyem laf olsun diye her yere atlamayın
.
peace at home peace at cosmos ;)
.
adamcağız gezegeni keşfederken yardımınızı mı aldı ya da yanında mıydınız da isim babası olmak için delleniyosunuz. çok biliyosanız biraz kasıp siz de uğraşın. feza geniş muhakkak bi şeyler bulursunuz.
.
siz kimsiniz ki adınızı ölümsüzleştirebiliyorsunuz? maaşınızı bile bizim verdiğimiz vergilerle alıyor evinize ekmek getiriyorsunuz... haddinizi bilin...
.
Osman Osman Osman Osman Osman, bikaç keresöyleyince alışıyor insan, iyidir. şimdi sayın prof gezegeni bulmuş, kimselere söylemeseydi bakıp bakıp teleskobundan Kuzum deseydi kendisine biz neyi protesto edecektik , gözleri arşa dikmeli daha kimbilir neler vardır , mustafalar, ayşeler berkecanlar, sudenazlar..
.
asıl ben sizi protesto ediyorum cibilliyetsizler! osman bulmuşsa adı osman olur. o kadar. beğenmiyorsanız gidin başka gezegen bulun!
.
bir jeolog nasıl gezegen keşfetmiş anlamadım ama neyse ki adı abdüssettar değilmiş.
.
uzayı yeni keşfediyoruz tabi. heyecandan ne yapacaklarını bilememişler sanırım !!!
.
Daha çok var böyle mesaj ama bu haftaki yerimiz sınırlı olduğu için -yalaaaan!- bu kadarına yer verebildim ama annadınız siz onu :P Bu arada konuyla ilgili benim güzide sululuğumdan mahrum etmeyeceğim sizleri tabii ki:
.
Bence gezegenin adı tabii ki SuluKöfte olsun, hatta gezegende su bulunduğu da gözönüne alınırsa harika bir seçim bence. köfte de gezegenin kıymamsı tabakasını simgeliyor zaten, yaa siz ne bilirsiniz cibilliler! ben buldum ben korum, kimseye de oynatmam gezegenimi! osman benimdir benim kalacak, bu 1 nisan şakaları du bakalım başımıza daha ne işler açacak ;))
.
Bu arada gezegene ilk idecek uzay aracına verilecek isim de tartışılsın, örn. ormancı olsun :P bir de mesela gezegene ilk adım atarken fonda "sabahlara dayanamam osman aga!" adlı güzide eser yankılansın, astronotlar osmanlardan seçilsin, ilk adım atan da "bu benim için küçük ama osmanlar için büyük bir adım, ahan da bastım işte!" desin. Niye, olmaa mı? ;PPP
.
Niahahaaa...
Perşembe, Mart 29, 2007
Anketörköfte
İlkokulda anket defterleri alır, sonra da alakalı alakasız herkese yazdırırdık anı olsun diye (anı defterleri de vardı ayrı olarak). Aptal saptal sorulara abuk sabuk yanıtlar verirdik; yok efendim en sevdiğin renk, en büyük hayalin vs. vs. Ben de dedim ki, ben daha aptalını yazarım kardeşim! İnanmıyorsanız, bakın görün cık cık cık...
.
Adınız:
Sulu Köfte
Yaşınız:
Yirmiikibuçuk :)
İşiniz:
Boşboşoturupokuyanbuaradadayazmayaçalışanparttimeinsanfulltimeköşeminderi
Hobileriniz:
Hobim yok. Yaşamak benim için hobi gibi zaten. Yok lan fobi miydi o?
Fobileriniz:
Evden dışarı çıkmak. Bu aralar acayip korkuyorum, aklım çıkıyor sokağa çıkmak zorunda kalacağım diye. Evimde sıcak sıcak oturayım, rahatıma bakayım, kimseyle muhatap olmayayım istiyorum. İnsan görünce ödüm patlıyor. Ne yapacağımı bilemiyorum. Benimle karşılaşan insanlarda da beni görme fobisi başlıyormuş sonradan, diyenlerin yalancısıyım.
En sevdiğiniz özelliğiniz:
Her yerim. Ay pardon, o başka soruydu kehkehkeh... Cevaplıyorum; sululuğum tabii ki. Bayılıyorum sulu bi insan olmama. Şakır şakırım valla, su gibi aziz olayım hahayt! Bu arada kuruyup gitmekten de acayip korkuyorum, bunu da fobilere yazabilir miyiz? Kuraklık fobisi var bende, küresel ısıncam diye aklım çıkıyor.
En sevmediğiniz özelliğiniz:
Yok öyle bişey! Şaka lan, var tabii. Nefret ediyorum kendimden, Allah beni bildiği gibi yapsın! İşte sevmediğim özelliğim bu; kendime çok kötü davranıyorum. Şiddet uyguluyorum kendime, ağzımı burnumu kırıyorum. Geçen komşular zor aldılar elimden de karakolluk olduk. Komiser amca acıdı da barıştırdı, yoksa küstüydüm ben kendime. Ama şimdi iyi aramız. Canım ben lan!
En güçlü yönünüz:
Pazularım. Şaka yapmıyorum; pazu, pazı? her neyse işte, ondan var bende. Böle sıkınca kolumu çıkıyor ortaya yumurta gibi. Çok hoş lan. Bi de çenem çok kuvvetlidir benim, on kaplan gücünde ısırabiliyorum, ısırdım mı da koparıyorum acımıyorum. Bununla beraber, aşılarımın tam olduğunu da belirtmek isterim, korkmayınız.
En büyük zaafınız:
Peluş oyuncaklar. Özellikle de ayı olanları. Ayıların da özellikle küçük olanları. Onlara dayanamıyorum. Gördüğüm yerde yapışıyorum, bırakmıyorum. Almak zorunda kalıyorum. Seviyorum, okşuyorum, mıncıklıyorum. O zaman kendimi çok iyi hissediyorum. Bu illetten kurtulamıyorum.
En büyük hayaliniz:
Akşam Prison Break var, onu izlemek. İzlerken kurcam en büyük hayalimi niahaha!
Gelecek planlarınız:
Ben gelecek planı yapmıyorum, bence çok saçma. Asıl geçmiş planı yapmak lazım bence. Mesela ben geçmişte evlenip biri kız, biri erkek iki çocuk doğurmuşum. Adlarını Haydari ile Şöbiyet koymuşum. Kocam bankacıymış, borsada para batırınca boşanmışız. Ben televizyonda yemek programı sunuyormuşum gibi gibi...
En sevdiğiniz renk:
Bunu sorma demedim mi lan ben! İçinde mor parçacıkları olan ama kırmızıya da çalan turuncu benekli mavi ekoseli fuşya rengini seviyorum var mı!
En sevdiğiniz yemek:
Bu da soru değil! Hangisini sevmiyorsun desen bi derece... Ama şöle söyliim; yayla çorbası üstüne kaşarlı dürüm döner sonrası mantı, sonrası yaprak sarma, sonrası kısır, yanına patates kızartması, ardından tatlı olarak menüdekilerin hepsi :)
Yakında öleceğinizi bilseniz ne yapardınız?
Yatıp uyurum töbe töbe! Ne yapçam, her zaman ne yapıyorsam onu. Yani maksimum tembellik, rahatlık, sululuk vs. Öbür tarafta ne olacağımız belli mi anacım! Bi de ben öyle "yok herkese veda ederim, sevdiklerime onları sevdiğimi söylerim" saçmalığına inanmıyorum. Hayvan şimdi mi geldi aklın başına! Sonradan sevmekle olmaz, yiyosa yaşarken sölesene!
Ölümsüz olsanız ne yapardınız?
Oturur ağlardım, sonra da yatar uyurdum. Ne lan bu, bi öl geber, bi vazgeçtim yok ölümsüz ol! Dalga mı geçiyonuz insanla!
İdealinizdeki erkek:
Aha işte benim konum! Yok öyle bişi! Yani var da, yaşamıyo. Denedim; Mel Gibson'ın gözleri, Johnny Depp'in dudakları, Bruce Willis'in gamzesi, Josh Hartnett'in sağ kulak memesi, Ewan McGregor'ın serçe parmağı, bilmemkimin topukları falan derken öyle yedek parçalardan oluşan elden düşme bi adam yaptık arkadaşlarla, yatırdık masaya, verdik elektiriği de ama canlanmadı. Çok da yazık oldu aslında, o kadar parça heba oldu. Adını da Frank koymuştuk oysa ki, çok tatlıydı ama kısmet değilmiş.
Bu anket defterinin sahibine son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Var tabii. Allah akıl fikir versin! Bi de akşam eve gelirken ekmek almayı unutmasın. Bitti.
.
Adınız:
Sulu Köfte
Yaşınız:
Yirmiikibuçuk :)
İşiniz:
Boşboşoturupokuyanbuaradadayazmayaçalışanparttimeinsanfulltimeköşeminderi
Hobileriniz:
Hobim yok. Yaşamak benim için hobi gibi zaten. Yok lan fobi miydi o?
Fobileriniz:
Evden dışarı çıkmak. Bu aralar acayip korkuyorum, aklım çıkıyor sokağa çıkmak zorunda kalacağım diye. Evimde sıcak sıcak oturayım, rahatıma bakayım, kimseyle muhatap olmayayım istiyorum. İnsan görünce ödüm patlıyor. Ne yapacağımı bilemiyorum. Benimle karşılaşan insanlarda da beni görme fobisi başlıyormuş sonradan, diyenlerin yalancısıyım.
En sevdiğiniz özelliğiniz:
Her yerim. Ay pardon, o başka soruydu kehkehkeh... Cevaplıyorum; sululuğum tabii ki. Bayılıyorum sulu bi insan olmama. Şakır şakırım valla, su gibi aziz olayım hahayt! Bu arada kuruyup gitmekten de acayip korkuyorum, bunu da fobilere yazabilir miyiz? Kuraklık fobisi var bende, küresel ısıncam diye aklım çıkıyor.
En sevmediğiniz özelliğiniz:
Yok öyle bişey! Şaka lan, var tabii. Nefret ediyorum kendimden, Allah beni bildiği gibi yapsın! İşte sevmediğim özelliğim bu; kendime çok kötü davranıyorum. Şiddet uyguluyorum kendime, ağzımı burnumu kırıyorum. Geçen komşular zor aldılar elimden de karakolluk olduk. Komiser amca acıdı da barıştırdı, yoksa küstüydüm ben kendime. Ama şimdi iyi aramız. Canım ben lan!
En güçlü yönünüz:
Pazularım. Şaka yapmıyorum; pazu, pazı? her neyse işte, ondan var bende. Böle sıkınca kolumu çıkıyor ortaya yumurta gibi. Çok hoş lan. Bi de çenem çok kuvvetlidir benim, on kaplan gücünde ısırabiliyorum, ısırdım mı da koparıyorum acımıyorum. Bununla beraber, aşılarımın tam olduğunu da belirtmek isterim, korkmayınız.
En büyük zaafınız:
Peluş oyuncaklar. Özellikle de ayı olanları. Ayıların da özellikle küçük olanları. Onlara dayanamıyorum. Gördüğüm yerde yapışıyorum, bırakmıyorum. Almak zorunda kalıyorum. Seviyorum, okşuyorum, mıncıklıyorum. O zaman kendimi çok iyi hissediyorum. Bu illetten kurtulamıyorum.
En büyük hayaliniz:
Akşam Prison Break var, onu izlemek. İzlerken kurcam en büyük hayalimi niahaha!
Gelecek planlarınız:
Ben gelecek planı yapmıyorum, bence çok saçma. Asıl geçmiş planı yapmak lazım bence. Mesela ben geçmişte evlenip biri kız, biri erkek iki çocuk doğurmuşum. Adlarını Haydari ile Şöbiyet koymuşum. Kocam bankacıymış, borsada para batırınca boşanmışız. Ben televizyonda yemek programı sunuyormuşum gibi gibi...
En sevdiğiniz renk:
Bunu sorma demedim mi lan ben! İçinde mor parçacıkları olan ama kırmızıya da çalan turuncu benekli mavi ekoseli fuşya rengini seviyorum var mı!
En sevdiğiniz yemek:
Bu da soru değil! Hangisini sevmiyorsun desen bi derece... Ama şöle söyliim; yayla çorbası üstüne kaşarlı dürüm döner sonrası mantı, sonrası yaprak sarma, sonrası kısır, yanına patates kızartması, ardından tatlı olarak menüdekilerin hepsi :)
Yakında öleceğinizi bilseniz ne yapardınız?
Yatıp uyurum töbe töbe! Ne yapçam, her zaman ne yapıyorsam onu. Yani maksimum tembellik, rahatlık, sululuk vs. Öbür tarafta ne olacağımız belli mi anacım! Bi de ben öyle "yok herkese veda ederim, sevdiklerime onları sevdiğimi söylerim" saçmalığına inanmıyorum. Hayvan şimdi mi geldi aklın başına! Sonradan sevmekle olmaz, yiyosa yaşarken sölesene!
Ölümsüz olsanız ne yapardınız?
Oturur ağlardım, sonra da yatar uyurdum. Ne lan bu, bi öl geber, bi vazgeçtim yok ölümsüz ol! Dalga mı geçiyonuz insanla!
İdealinizdeki erkek:
Aha işte benim konum! Yok öyle bişi! Yani var da, yaşamıyo. Denedim; Mel Gibson'ın gözleri, Johnny Depp'in dudakları, Bruce Willis'in gamzesi, Josh Hartnett'in sağ kulak memesi, Ewan McGregor'ın serçe parmağı, bilmemkimin topukları falan derken öyle yedek parçalardan oluşan elden düşme bi adam yaptık arkadaşlarla, yatırdık masaya, verdik elektiriği de ama canlanmadı. Çok da yazık oldu aslında, o kadar parça heba oldu. Adını da Frank koymuştuk oysa ki, çok tatlıydı ama kısmet değilmiş.
Bu anket defterinin sahibine son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Var tabii. Allah akıl fikir versin! Bi de akşam eve gelirken ekmek almayı unutmasın. Bitti.
Pazartesi, Mart 26, 2007
bu da olacağmış!
İşte sonunda bu da oldu; bir "Wanted" oldum :P sefkili glassgiant.com sağolsun, istediğiniz her şekle girebiliyor, istediğinizi her şekle sokabiliyorsunuz. Buyrun ziyaret edin, çok eğleneceksiniz. Mass destruction'dan hükümlü bu hatunun sözünü dinleyin derim ben, 5000 dolar da azmış ama neyse artık :PP
Perşembe, Mart 22, 2007
Salı, Mart 13, 2007
the reason
you were the reason for me once...
a reason to smile
a reason to go on
and a reason to hope
but I was always a realist
despite the fucked up imagination I had
and all the efforts you made
I knew my place
and it couldn't last
so here I am
a reason for depression
a reason for you
and a reason for me
a reason to let go...
*
who knew?
a reason to smile
a reason to go on
and a reason to hope
but I was always a realist
despite the fucked up imagination I had
and all the efforts you made
I knew my place
and it couldn't last
so here I am
a reason for depression
a reason for you
and a reason for me
a reason to let go...
*
who knew?
Cumartesi, Şubat 24, 2007
R.I.P.
Bebeğim, kuzum, canımıniçi... Bu sabah sessiz sedasız bizden ayrıldı... Gitti... Buz gibi bedenini son bir kez daha sevdim, her zaman soğuk olan burnuna dokunup veda ettim... Şimdi evde de, içimde de bir boşluk var. Ve ona ait olan o yer hep boş kalacak. Çok ama çok özleyeceğim bitanemi...
.
Seni çok seviyorum "ma cherié", çok...
Cumartesi, Şubat 17, 2007
fluffy is dead now sweety
"Bana en büyük düşman yine benim" diye büyük bir lafla yapayım girişi ki okura kıyak olsun ;) Başlık da, bu büyük laf da çok da kişisel ve içten gelen bir şey değil aslında. Fluffy aylar önce sokakta bir köpeğin kovalaması sonucu bir arabanın altında kalan ve yolda can çekişip ölen bir sokak kedisine taktığım isim. En büyük düşmanım ise... E daha önce de söyledim. Benim.
.
Konuya şurdan girecektim ama kulağı ters taraftan tutma misali strateji şaşırdım, affedin :P Asılo mesele şu; bu aralar kendimle çok başbaşa kaldım. Şikayetçi değilim yanlış anlamayın, fakat bir süre sonra arızaya bağlanıp abidik gubidik felsefeler yapmaya başlayabiliyorsunuz; ki çok tehlikeli aman evlerden ırak ;P
.
İşte ta oralardan geldiğim nokta şu; kendi kendimize engeller koyuyoruz, sansürler uyguluyoruz ve kendimizi önce biz durduruyoruz; baltalıyoruz. Zamanı, yaşamı, enerjiyi, bedenimizi, ruhumuzu, başkalarını, çevreyi, etraftaki herşeyi hoyratça kullanıyoruz. Sonra da "ya niye böyle oldu?" diye salak salak bakakalıyoruz. Yalan mı?! ;P
.
Demeden geçemeyeceğim; "Cheers Darlin'" çaldı ahan da demincek, pek bir sevindirik-melankolik oldum. İyi geldi ;)
.
Ama asıl demek istediğim; yazık ediyoruz. Kendimize, çevremize, herkese ve herşeye... Yapmayın, yapmayalım. Durduğumuz anda dürtükleyelim kendimizi, çimdirelim yine birbirimizi ve yeniden başlayalım, sansürsüz yaşayalım.
.
Buraya nerden geldiğimi unutmuştum ya hatırladım şimdi ayol :P Bu blogu ilk açtığımda, yazmaya başladığımda kimsecikler bilmiyordu ve kimseciklerin haberi yoktu. İşte o zaman daha özgürdüm sanki. İstediğimi, istediğim gibi yazıyordum; kementmiş, peycviewmiş umursamıyordum. Tabii aradan birbuçuk yıl geçti; köfte kıymalarını saçtı etrafa, duyuldu, okundu, izlendi, meşhur oldu :P İyi bir şey tabii; okundukça anlam kazanıyor yazılanlar. Fakat bir yanımla da hep bana özel kalsın istiyorum, hani hiç düşünmeden "kim ne der, ne düşünür, nasıl yorumlar?" diye. Kendime koyduğum sansür burada başlıyor işte. Bu ufak alanda bile işliyor otokontrol mekanizması ve ben kendi üzerimden sizi kontrol ediyorum. Sizi, okuduklarınızı, benim hakkımdaki düşünce ve duygularınızı... Sizdeki yansımamı istediğim gibi şekillendirmeye başlıyorum her yeni sansürde. Uyanın millet, kullanılıyorsunuz! :P
.
Neyse; dedim ya felsefe bazen çok tehlikleli olabiliyor (tehlikeli olmadığı zaman da sıkıcı zaten!). Kısaca söylemek istediğim şu; beni okumaya devam edin anacım, hatta takip ederken yemeden içmeden kesilin e mi! Fakat ben artık ilişkimizdeki mekanizmaları kaldırmak istiyorum; RTÜK'ten rica ettim, sansür vanalarını kapatıyorum. Ya da sonuna kadar açıyorum; hangisi daha uygunsa metafora işte ondan. Yani canlarım; fluffy'si batsın, ben artık koyverdim gidiyorum, gazı kökledim uçuyorum ;) (Cenk'e selam olsun :P) (başlıktaki sweety de ben olsun ;P)
.
Anneeee! Bitti!
:D
Pazar, Şubat 11, 2007
motoru gazla gol olsun ;)
Dönülmez akşamın ufkundaysan
U dönüp ters yöne giremiyorsan
Olmuyor diye ağlama
Bağır benim gibi
Bırak kısılsın sesin
Sok lafını, depon dolsun
Gazla hiçbirşey olmamış gibi
Bir takım laleler aldım
İsyan pazarından
Arka bahçeler için idealmiş
En sarısından
Çekilin yolumdan
Geri geri geliyorum
Kimler ne kazıklar atmış
Camdan bakarken görüyorum
Çekilin yolumdan
Geri geri geliyorum
Ben artık eski ben değilim
Dönüştüm, değiştim, çok içtim, geliyorum
Ahımı alanlar gelsin
Boy sırası tek tek dizilsin
Ben herzaman söyledim
İlahi adalet var dedim
Sabrettim, bekledim
Doğru zaman gelecek dedim
Bazı laleler almıştım
İsyan pazarından
Tüm gerekenler yapılsın
Başlasınlar ön sıradan
Çekilin yolumdan
Geri geri geliyorum
Kimler ne kazıklar atmış
Camdan bakarken görüyorum
Çekilin yolumdan
Geri geri geliyorum
Ben artık eski ben değilim
Çok içtim, geliyorum
***
Ben uyurken geçen günler
Geri gelmeyecekler
Fulltime yıllarıma rağmen
Öç peşindeler
Yönetici olabilirim aslında
Yapamayan yönetir derler
Ama tüm personel adaylarım
Üst mevkilerde bir yerdeler
Ben yedekteyim, onlar oynuyor
Ben izlemekteyim, onlar atıyor
Neden bilmem, hep böyle oluyor
Sonuç aleyhime, uzatma yok, maç bitiyor
Yıllarca ben koşup
Çalıştım, çabaladım, didindim
O bir vurdu
Gol oldu
Bana ıslak bir sopa verin
Elle oynamayayım maç durmasın
Topuğumu ağzına gömünce
Lütfen faul olmasın
Ben yedekteyim, onlar oynuyor
Ben izlemekteyim, onlar atıyor
Neden bilmem, hep böyle oluyor
Sonuç aleyhime, uzatma yok, maç bitiyor
Yıllarca ben koşup
Çalıştım, çabaladım, didindim
O bir vurdu
Gol oldu
***
I'm back, people! Back to normal. But yeah yeah I know; "there's no such thing in life as normal!" as the master Moz says ;)
U dönüp ters yöne giremiyorsan
Olmuyor diye ağlama
Bağır benim gibi
Bırak kısılsın sesin
Sok lafını, depon dolsun
Gazla hiçbirşey olmamış gibi
Bir takım laleler aldım
İsyan pazarından
Arka bahçeler için idealmiş
En sarısından
Çekilin yolumdan
Geri geri geliyorum
Kimler ne kazıklar atmış
Camdan bakarken görüyorum
Çekilin yolumdan
Geri geri geliyorum
Ben artık eski ben değilim
Dönüştüm, değiştim, çok içtim, geliyorum
Ahımı alanlar gelsin
Boy sırası tek tek dizilsin
Ben herzaman söyledim
İlahi adalet var dedim
Sabrettim, bekledim
Doğru zaman gelecek dedim
Bazı laleler almıştım
İsyan pazarından
Tüm gerekenler yapılsın
Başlasınlar ön sıradan
Çekilin yolumdan
Geri geri geliyorum
Kimler ne kazıklar atmış
Camdan bakarken görüyorum
Çekilin yolumdan
Geri geri geliyorum
Ben artık eski ben değilim
Çok içtim, geliyorum
***
Ben uyurken geçen günler
Geri gelmeyecekler
Fulltime yıllarıma rağmen
Öç peşindeler
Yönetici olabilirim aslında
Yapamayan yönetir derler
Ama tüm personel adaylarım
Üst mevkilerde bir yerdeler
Ben yedekteyim, onlar oynuyor
Ben izlemekteyim, onlar atıyor
Neden bilmem, hep böyle oluyor
Sonuç aleyhime, uzatma yok, maç bitiyor
Yıllarca ben koşup
Çalıştım, çabaladım, didindim
O bir vurdu
Gol oldu
Bana ıslak bir sopa verin
Elle oynamayayım maç durmasın
Topuğumu ağzına gömünce
Lütfen faul olmasın
Ben yedekteyim, onlar oynuyor
Ben izlemekteyim, onlar atıyor
Neden bilmem, hep böyle oluyor
Sonuç aleyhime, uzatma yok, maç bitiyor
Yıllarca ben koşup
Çalıştım, çabaladım, didindim
O bir vurdu
Gol oldu
***
I'm back, people! Back to normal. But yeah yeah I know; "there's no such thing in life as normal!" as the master Moz says ;)
Salı, Ocak 30, 2007
Depression Vol. 2.0
Yine yeni yeniden...
En derininden depresyonlara gark olmuşken...
En sıfırından dibe vurmuşken...
En cilalısından arabesk parçalarken...
Hazır bu bloglar bu iş için yapılmışken...
Geleyim ben de buraya döküleyim dedim.
Zaten başka kim bilecek ki?
.
Herşey her zaman ama en çok da bugün...
Karanlık, dar, sonuçsuz, anlamsız...
Şarkılar erken biter, filmler gereksiz yere uzar...
Kapağı açılmayan kitaplar yazılmayı bekler...
İnternetin en olmadık zamanda kesilir...
Hani başka zaman olsa he deyip geçeceğin şeyler...
Ama bugün başka türlü koyar sana...
Aslında nedeni başkadır tabii, bambaşka...
.
Biraz kaybolduğundan...
Biraz bulunmak istemediğinden...
Biraz bulunma umudunu yitirdiğinden...
Biraz da yorulduğundan...
Sığınacak, saklanacak delik bulamadığından...
Dağılır gidersin öylece...
Buharlaşmak istersin, hava bile kabul etmez seni yanına.
Yağmur gibi yağamazsın başkaları gibi...
Hep o başkalarıdır zaten, herşeyi bambaşka yapan, bambaşka yaşayan...
Asla ama asla senin gibi olmayan...
Senin de asla olamayacağın gibi.
.
Dağıttıysam kusura bakmayın.
Sabaha temizlikçi gelir temizler nasılsa ortalığı...
Ya da kapıcı gelir akşama, en kötü ihtimalle...
Alır atar çöpleri...
Gerisini de çöpçüler halleder zaten...
Sonrası malum...
Kimse zahmet etmesin.
En derininden depresyonlara gark olmuşken...
En sıfırından dibe vurmuşken...
En cilalısından arabesk parçalarken...
Hazır bu bloglar bu iş için yapılmışken...
Geleyim ben de buraya döküleyim dedim.
Zaten başka kim bilecek ki?
.
Herşey her zaman ama en çok da bugün...
Karanlık, dar, sonuçsuz, anlamsız...
Şarkılar erken biter, filmler gereksiz yere uzar...
Kapağı açılmayan kitaplar yazılmayı bekler...
İnternetin en olmadık zamanda kesilir...
Hani başka zaman olsa he deyip geçeceğin şeyler...
Ama bugün başka türlü koyar sana...
Aslında nedeni başkadır tabii, bambaşka...
.
Biraz kaybolduğundan...
Biraz bulunmak istemediğinden...
Biraz bulunma umudunu yitirdiğinden...
Biraz da yorulduğundan...
Sığınacak, saklanacak delik bulamadığından...
Dağılır gidersin öylece...
Buharlaşmak istersin, hava bile kabul etmez seni yanına.
Yağmur gibi yağamazsın başkaları gibi...
Hep o başkalarıdır zaten, herşeyi bambaşka yapan, bambaşka yaşayan...
Asla ama asla senin gibi olmayan...
Senin de asla olamayacağın gibi.
.
Dağıttıysam kusura bakmayın.
Sabaha temizlikçi gelir temizler nasılsa ortalığı...
Ya da kapıcı gelir akşama, en kötü ihtimalle...
Alır atar çöpleri...
Gerisini de çöpçüler halleder zaten...
Sonrası malum...
Kimse zahmet etmesin.
Perşembe, Ocak 25, 2007
malt malt malt!
Müebbet Muhabbet'in CenkErdem Beyler'inin Cenk'i (Durmazel) meğersem gisli gisli neler yapıyormuş sayın seyirciler! Badluck'tan sonra şimdi de Malt isimli bir grup kurmuş, "Kendi adını taşıyan ilk albüm" adlı bir de albüm çıkarmış, üstelik de gümbür gümbür rock yapıyormuş! Vallahi bayıldım, billahi pek sevdim, şiddetle tavsiye ederim (hani güzellikle anlamazsınız belki diye!)
.
İlk kliplerini "Aşkın gözü" isimli müstesna esere çekmişler, görünce inanamadım, Cenk Bey şarkı söylüyor, üstelik de çok güzel söylüyor! İnanmazsanız heman vereyim linkini açın izleyin anacım:
.
"Aşkın gözü kör olabilir ama inan bana karnı açtır
İyi sindirilmemiş bir aşk üçüncü tekillere muhtaçtır"
.
Daha ne diyiim sayın okur, Allah Cenk Bey'i başımızdan eksik etmesin! ;))
.
Not: Sanki benim Jarvis'le Cenk Bey arasında var bir benzerlik ama hadi hayırlısı :P Öptüm!
Çarşamba, Ocak 24, 2007
Emin Çölaşan'dan...
Ya onlar?.. Onları unutmayın
.
BUGÜN 24 Ocak. Türkiye’ye gelmiş geçmiş en büyük gazeteci olan Uğur Mumcu, 14 yıl önce bugün öldürüldü. Ulusalcı, Atatürkçü, laik, yolsuzlukların ve din tüccarlarının üzerine amansızca giden, hırsızların ipliğini pazara çıkaran, Türk toplumunu her açıdan aydınlatan bir gazeteci idi.
.
Uğur yakın arkadaşımdı. Lise çağlarında mahallede başlayan arkadaşlığımız öldüğü güne kadar sürdü. Bu meslekte bugüne kadar nice Atatürkçü, laik, yurtsever insanın öldürülmesine tanık oldum. Onları hep birlikte toprağa verdik. Abdi İpekçi Milliyet’te genel yayın yönetmenimdi. Beni gazeteciliğe o başlatmıştı. Çetin Emeç hem Milliyet’te, hem Hürriyet’te genel yayın yönetmenimdi. Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı yakın dostum, Necip Hablemitoğlu arkadaşımdı. Hepsi öldürüldü.
.
Hukuk adamı, Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Prof. Dr. Muammer Aksoy, 31 Ocak 1990 günü Hürriyet’te ziyaretime gelmişti. Kendisiyle Atatürkçülük-laiklik üzerine çok uzun bir söyleşi yaptık. Ülkemizin kimlere nasıl teslim olduğunu anlattı. Öğleden sonra yanımdan ayrıldı, öldürüldü. Bana o gün, öldürülmeden az önce kitabını imzalamıştı. Son yazısı oldu!
.
Onlar bu vatanın yurtsever, Atatürkçü evlatlarıydı. Hepsinin acısını bire bir yaşadım. Karanlık güçler onları silahlarla, bombalarla tek tek yok etmeyi başardı. Mumcu, Kışlalı ve Aksoy’un bana imzaladıkları kitapları anı olarak kaldı. Geçen yıl Danıştay baskını... Öldürülen üye Mustafa Yücel Özbilgin. Yaralanan 2. Daire Başkanı ve üyeler... Neyse ki tetikçi bu kez kaçamadı. Fakat yine işin derinine inilmedi. Cinayetlerin çoğunda tetikçiler bile yakalanmadı. (Dink cinayetinde kamera sayesinde ele geçti.) Yakalanmış bile olsalar hangi cinayetin perde arkasına inildi ve karanlık güçler ortaya çıkarıldı?
.
Öldürülen hiçbir Atatürkçü yurtseverin cenazesinde ve öncesinde hiç kimse "Hepimiz Türk’üz" diye slogan atmadı!
.
Bugün 24 Ocak, Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümü. Uğur, Abdi Bey, Çetin Bey, Ahmet Taner, Necip, Muammer Hoca, Özbilgin ve öldürülen bütün yurtsever insanlarımızı burada bir kez daha saygıyla anıyorum. Onları unutmayın, unutturmayın. Hrant Dink için de ayrıca üzüntümü belirtiyor, toprağı bol olsun diyorum.
.
Emin Çölaşan'ın bugünkü Hürriyet yazısı
.
BUGÜN 24 Ocak. Türkiye’ye gelmiş geçmiş en büyük gazeteci olan Uğur Mumcu, 14 yıl önce bugün öldürüldü. Ulusalcı, Atatürkçü, laik, yolsuzlukların ve din tüccarlarının üzerine amansızca giden, hırsızların ipliğini pazara çıkaran, Türk toplumunu her açıdan aydınlatan bir gazeteci idi.
.
Uğur yakın arkadaşımdı. Lise çağlarında mahallede başlayan arkadaşlığımız öldüğü güne kadar sürdü. Bu meslekte bugüne kadar nice Atatürkçü, laik, yurtsever insanın öldürülmesine tanık oldum. Onları hep birlikte toprağa verdik. Abdi İpekçi Milliyet’te genel yayın yönetmenimdi. Beni gazeteciliğe o başlatmıştı. Çetin Emeç hem Milliyet’te, hem Hürriyet’te genel yayın yönetmenimdi. Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı yakın dostum, Necip Hablemitoğlu arkadaşımdı. Hepsi öldürüldü.
.
Hukuk adamı, Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Prof. Dr. Muammer Aksoy, 31 Ocak 1990 günü Hürriyet’te ziyaretime gelmişti. Kendisiyle Atatürkçülük-laiklik üzerine çok uzun bir söyleşi yaptık. Ülkemizin kimlere nasıl teslim olduğunu anlattı. Öğleden sonra yanımdan ayrıldı, öldürüldü. Bana o gün, öldürülmeden az önce kitabını imzalamıştı. Son yazısı oldu!
.
Onlar bu vatanın yurtsever, Atatürkçü evlatlarıydı. Hepsinin acısını bire bir yaşadım. Karanlık güçler onları silahlarla, bombalarla tek tek yok etmeyi başardı. Mumcu, Kışlalı ve Aksoy’un bana imzaladıkları kitapları anı olarak kaldı. Geçen yıl Danıştay baskını... Öldürülen üye Mustafa Yücel Özbilgin. Yaralanan 2. Daire Başkanı ve üyeler... Neyse ki tetikçi bu kez kaçamadı. Fakat yine işin derinine inilmedi. Cinayetlerin çoğunda tetikçiler bile yakalanmadı. (Dink cinayetinde kamera sayesinde ele geçti.) Yakalanmış bile olsalar hangi cinayetin perde arkasına inildi ve karanlık güçler ortaya çıkarıldı?
.
Öldürülen hiçbir Atatürkçü yurtseverin cenazesinde ve öncesinde hiç kimse "Hepimiz Türk’üz" diye slogan atmadı!
.
Bugün 24 Ocak, Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümü. Uğur, Abdi Bey, Çetin Bey, Ahmet Taner, Necip, Muammer Hoca, Özbilgin ve öldürülen bütün yurtsever insanlarımızı burada bir kez daha saygıyla anıyorum. Onları unutmayın, unutturmayın. Hrant Dink için de ayrıca üzüntümü belirtiyor, toprağı bol olsun diyorum.
.
Emin Çölaşan'ın bugünkü Hürriyet yazısı
Perşembe, Ocak 18, 2007
La Grippe
Squirrel Nut Zippers söylüyor (Allah'ım TRT ile büyüdüğüm ne kadar belli oluyor!), tuhaf şeyleri seviyorum.
.
Wilbur kendini öldürmek istedi dün akşam, ben de oturdum izledim. Başaramadı tabii ama iyi de oldu. Ben çok sevdim zira keretayı.
.
Alkım'ı sevdik, seviyoruz ama bir türlü bohçamızı kapıp kaçamadık yanına. Bir gün gidip yerleşeceğim anasını satayım, nedir bu ya!
.
Çikolata aromalı kahve güzel değil; enteresan aslında ikisine de ayrı ayrı can feda ama aynı fincanın içinde "hayır!". Oysa Irish cream harika olmuş 3ü 1 arada, içtikten sonra bile odaya sinip kalan kokusu mest ediyor valla, bravo.
.
Radyo Eksen'e küstüm, ne güzel Moz istemiştim, "The youngest was the most loved"ı kaydedecektim (evet, korsana başladım) ama çalmadılar hainler. Gitti kontörler, gitti dağ gibi şarkı ühhü!
.
Pembe dizi izliyorum. Evet, utanmıyorum; hem izleyip hem de itiraf ediyorum. Ne yapayım, elimde değil. Geçen gece Coupling'deki Susan'ın dediği gibi: "Hormones!"
.
8090. gün olmuş bu arada hahaaaa...
.
Jarvis Cocker'la bitirelim, adını söylemeyi çok seviyorum. Tabii kendisini de :P I just came to tell you that I'm going...
.
Wilbur kendini öldürmek istedi dün akşam, ben de oturdum izledim. Başaramadı tabii ama iyi de oldu. Ben çok sevdim zira keretayı.
.
Alkım'ı sevdik, seviyoruz ama bir türlü bohçamızı kapıp kaçamadık yanına. Bir gün gidip yerleşeceğim anasını satayım, nedir bu ya!
.
Çikolata aromalı kahve güzel değil; enteresan aslında ikisine de ayrı ayrı can feda ama aynı fincanın içinde "hayır!". Oysa Irish cream harika olmuş 3ü 1 arada, içtikten sonra bile odaya sinip kalan kokusu mest ediyor valla, bravo.
.
Radyo Eksen'e küstüm, ne güzel Moz istemiştim, "The youngest was the most loved"ı kaydedecektim (evet, korsana başladım) ama çalmadılar hainler. Gitti kontörler, gitti dağ gibi şarkı ühhü!
.
Pembe dizi izliyorum. Evet, utanmıyorum; hem izleyip hem de itiraf ediyorum. Ne yapayım, elimde değil. Geçen gece Coupling'deki Susan'ın dediği gibi: "Hormones!"
.
8090. gün olmuş bu arada hahaaaa...
.
Jarvis Cocker'la bitirelim, adını söylemeyi çok seviyorum. Tabii kendisini de :P I just came to tell you that I'm going...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)