Çarşamba, Aralık 31, 2014

2014; öptm kib bye... 2015; slm nbr?


Daha denyoca nasıl bir başlık atabilirim diyordum ki gerek kalmadı. "Yeni yıla çalışarak giriyorum" temalı fotomu da koydum mu tamamdır, sanki önceki yıllar çılgınca partileyerek giriyordum da, töbe töbe... Neyse artık, oldu bi kere, tamam herkes hazır mı? Giriyoz mu yeni yıla???

Her senenin sonunda muhasebe defterini çıkarıp alacak verecek hesabı yapmak baydı artık, ben kısa ama öz cümleler kurmaktan yanayım :P yalan, hesap yapacak matematiğim yok ehuehuehu

Öncelikle şunu içtenlikle söyleyebilirim, evet evet yapabilirim bunu; 2014 nasıl geçti hiçççç anlamadım. Normalde de bişeyleri anlayabilen biri değilim zaten, o yüzden çok koymadı. Ama 30 (yazıyla otuz) olmak çok koydu. Kossskoca otuz, söyleyemiyorum bile düşün. Esasen kendimden ve yaşımdan ve dahi hayattan memnunum, şükürler olsun. Ancak yaşlanmak yok mu azizim, işte o fena. Otuza (rakamla 30) girdiğim gün dizlerim inim inim inlemeye başladı. Vücut sinyal veriyor yani, diyor ki sağa çek!

Neyse bu bahsi bir kenara bırakalım kuzum, bana kendimden bahset.


Bu sene sevdiklerimle, sağlıkla, neşeyle, bolca da kitapla geçti Allah'ıma şükür; o yüzden sevdim ben 2014'ü, hoş çocuktu. Darısını ve dahasını 2015 abisinden bekliyoruz, umarız bizi yanıltmaz delikanlı afdsafdsfha

Şaka bir yana; hepimize sağlık, mutluluk, huzur, başarı, şans getirsin 2015 ❤ Sevdiklerimizle ve ailelerimizle, sıhhat ve afiyet içinde, gülerek eğlenerek, bolca üreterek, okuyarak yazarak dinleyerek izleyerek gezerek, severek sevilerek sevinerek, hayaller kurarak ve o hayalleri gerçekleştirerek, alın terimizle kazanarak ve kazandığımızı keyifle harcayarak, kısaca -erek/arak zarfını her zaman iyi fiillerle hunharca kullanarak geçireceğimiz bir yeni yıl olsun İnşallah!

❤ Çok öpüyorum ;)

nyse yha sn mşglsn glba...........

yeni yıl mesajı :P

Salı, Aralık 23, 2014


Valla başlık bile atamadım, ÇOHYOĞONOM BULOK!!!
Kendimi hem hayat gailesinin, hem de kurgumun içinde kaybetmişken kalkıp yeni yıl eski yıl geyiği mi yapayım napayım? Ayrıca yazarız bi şeyler saati gelince, şimdilik buraları boş bırakmayalım, boş yerleri dolduralım, arkaya ilerleyelim, aralara kaynak yapalım falan fişmekan diye geldim bu ağacı buraya diktim (bu: yukarıdaki foto, 
ağaç: ben). Altına hediye koyabilirsiniz, işeyeni gebertirim!!!

Perşembe, Kasım 13, 2014

GÜRÜLTÜCÜLER! :))


Güzel haberler, yeni kitaplar projeler ödüller (hem kendiminkiler, hem dostlarınkiler) arka arkaya geliyor a komşular, gören Maşallah desin! :)) Yeni çocuk kitabım, bilimkurgu türündeki "Gürültücüler" Altın Kitaplar etiketi ve Ezgi Keleş İllustration'ın harika çizimleriyle artık yayında, kitapçılarda, raflarda ve en yakın olarak da fuarda! Kapağa bayıldığımı söylememe gerek yok sanırım ama herkesleri fuara beklediğimi söylemeye gerek var; kalkın gelin ayol! :))

Pazartesi, Kasım 10, 2014

Salı, Ekim 28, 2014

TBD yarışmasında 2. olmuşum! ❤


Mutluluk ve heyecandan ne diyeceğimi bilemedim; tüm jüri üyelerine teşekkür ve sevgilerimi sunuyorum efenim, nicelerine! ;))

Cumartesi, Ekim 25, 2014

İstanbul Tüyap Kitap Fuarı'nda buluşalım beybiler!


Bu sene 33.sü düzenlenecek olan İstanbul Uluslararası Kitap Fuarı'nda tam üç gün, üç ayrı standda sizlerleyim İnşallah Maşallah, hadi yine iyisiniz köftehorlar! Bir de sürprizim var niahahah! ;P

Cumartesi, Ekim 04, 2014

VE "ECEL" RAFLARDA!!!

"ECEL" - İthaki Yayınları
Ekim 2014

Birrr zamanlaaaaar fakir ama gururlu... yok, fakir ama sulu... yok, hırçın ama sulu bir romancık *(!) vardı, hatırlar mısınız sevgili köfteseverler??? agfhgfdjafaj 
Ya tamam, cıvımayacağım diyorum ama elimde değil, şurada biz bizeyiz, ciddi dursam kime yutturacağım zaten Allah aşkına :P
Ama şunu söyleyebilirim; tahmin edeceğiniz üzere şu aralar pek kendimde değilim (ne zaman oldum, o da ayrı konu ama), sanki rüyadaymışım gibi (ki rüyasını da görmüştüm, o da ayrı :P), bulutların arasına dalmışım gibi, hayallerim gerçek olmuş gibi (ki oldu!!!), ne diyeceğimi, nasıl anlatacağımı bilemediğim tarifsiz duygular içindeyim, kelimelerim kifayetsiz ben kıyafetsgdfgzzz... Hooop tamam toparlıyorum!

Şu manzarayla uyandım ya,
Allah'ım saadetten erimesem ben!

Seneler evvel şöyle bir post girmişim: post-dost :P tee o zamanlar Ecel'in ön okumasını Ozancan Demirışık ve Gökcan Şahin yayına hazırlamış, Buzul Dünya'da yayınlanmış, hatta Hakan Tunç da Kayıp Rıhtım'da incelemesini yazmıştı. Hey gidi günler hey (emekli haminne iş başında); aradan yıllar geçti, reklam ajansıydı-çocuk edebiyatıydı derken romanı bir kenara koydum. Sonra Sanat2012 programında konusu çok açılınca gaza geldim, ulan ben bunu yeniden düzenlerim dedim ve ara ara bahsettiğim gibi kestim biçtim düzenledim. Eee? İyi de sonrası ne olacak, nereye yollanacak, yıllar önceki gibi kapı kapı yayınevi aramaya devam mı?
Hayır canlar! Bu sefer rüyamda gördüğüm üzzre ve yazar gızgardaşım Seran Demiral'ın da gazıyla dosyayı İthaki'ye yolladım. Yıllardır okuru olduğum, Clarke'ları, Poe'ları, karanlıktaki daha nice yazarı elinden okuduğum İthaki'ye :)
Sonra ne mi oldu? Dosyam incelenmeyi beklerken Gezi oldu. Ölümsüz Öyküler olarak bir öykü derlemesi yazdık, konu elbette "Direniş", benim öykümse "Diriliş" :)) O dosya da İthaki'ye gitti, gerçi dosya sonradan rafa kalktı ama oradaki öyküm "Ecel"in de yolunu açtı :) Gerisi heyecanlı bir bekleyiş ve nihayet mutlu son! Üstelik de aynı Ozancan kitabın editörü oldu ve "Ecel"i yine yayına hazırladı, hayat böyle güzel tesadüflerle dolu işte :))
Yazımından 6 sene sonra "Ecel" artık raflarda, kitapçılarda, internet sitelerinde, evde, sokakta, her yerde! -Tamam, daha fazla delirmeyeceğim (daha fazla???), sonuç olarak "Ecel"in hikayesi böyle. Darısı nicelerine ve devamına İnşallah!

Durmak yok, çalışmaya devam! :P
 *Romancık = 600 sayfa adsgfadshdahd

Perşembe, Eylül 25, 2014

✊❤

ÇOK YAKINDA!!!

Pazartesi, Eylül 15, 2014

Anneaaaaa! Bittiiiiiieeeeeee!!!

Cuma, Eylül 12, 2014

görüldüğü üzzre kafam onbeşbinmilyon baloncuk!!!

Cumartesi, Eylül 06, 2014

Pazartesi, Eylül 01, 2014

yaz bitmesin diye nöbet tutuyorum. sizi de beklerim.

Cuma, Ağustos 22, 2014

木漏れ日






Hayatla ilgili en sevdiğim şey bu olabilir; ağaç yapraklarının arasından süzülen güneş ışığı. Türkçe'de ya da başka herhangi bir dilde bunu karşılayacak bir sözcük yok; Japonca dışında. İşte Japonları sevmek için bir neden daha: Komorebi!



 Adamlar bunun şemsiyesini bile yapmış: komorebi-light-through-the-trees-umbrella

tk018903_d20

Ama benim en çok sevdiğim deniz komorebisi, tabii öyle bişi varsa; çünkü muhtemelen başka bir kelime vardır bahsettiğim şey için: deniz suyunun içine süzülen güneş ışığı...


Ama en en ennnn güzeli şu olur herhalde: hem deniz, hem ağaç komorebisi ❤


Biliyorum çok şey istiyorum :P ama Green Lake Avusturya'da varmış işte! :))


Salı, Ağustos 12, 2014

what dreams may come

İlkokula gidiyordum, en iyi arkadaşım Damla'ydı. Peçete koleksiyonu yapar, aptal aptal şeylere güler ya da ağlardık. Bir gün annem beni ve Damla'yı sinemaya götürdü, sanırım ilk kez sinemaya gidişimdi. Filmin adı Mrs. Doubtfire'dı ama muhtemelen tuhaf bir çeviriyle başka bir Türkçe isim verilmişti. Filmi çok beğenmiştik, Damla ve ben başroldeki adama çok gülmüştük. Tuhaf biriydi; güldüğü zaman yüzü parlıyor, insanın da onunla birlikte gülesi geliyordu. Üzüldüğü zamansa gözlerindeki ışık kayboluyor, bizim de gözlerimizin yaşarmasına sebep oluyordu. Yabancı bir ismi vardı, o yüzden pek aklımda tutamadım. Fakat bir sonraki sinema maceramda yine onun filmine gittik. Bu kez Damla'nın annesi götürmüştü ikimizi Jumanji filmine. Uzun bir süre en sevdiğim film olarak kaldı, kendimi filmdeki karakterlerin yerine koyarak binbir hayale daldım kendimce. Ve bu sefer gözlerinden ışıklar saçan adamın ismini aklıma kazıdım; Robin Williams.

Aradan yıllar geçti. Ben koca kazık oldum. Robin Williams filmleri izlemeye ve ona hayran olmaya devam ettim. Damla'yla dostluğumuz ise zaman içinde zayıfladı, ayrı okullara geçince görüşmez olduk. Üniversite zamanı birkaç kere buluştuk, ikimiz de büyümüş, değişmiş, başka insanlar olmuştuk. Gerçi eski anıları hatırlayıp aptal aptal sırıtıyorduk yine ama o bağ kopmuştu. Sonra bir sabah telefon çaldı. Babam beni uyandırıp Damla'nın öldüğünü söyledi. Trafik kazası geçirmiş, bir iki gün hastanede kalmış ama kurtulamamış. 20 yaşındaydık ikimiz de, ben onun cenazesine gittiğimde. Ben dün 30'uma bastım, Damla ise hep 20'sinde kaldı. O zamandan beri aklımda. Evinin önünden her geçişimde, okulumuzun bahçesine her bakışımda, hatta halasının oturduğu sokakta yürürken, üzülüp "keşke ölsem," dediğim anlarda ya da mutlu olduğumu sandığım zamanlarda bile o aklıma geliyor. Televizyonda ne zaman Jumanji'ye denk gelsem duruyorum, hem ağlayıp hem gülerek belki bininci kez izliyorum. Sanki Damla'yla beraber izliyormuşuz gibi, sanki film devam ettiği sürece Damla da yaşıyormuş gibi. Sonra film bitiyor, bakıyorum Damla yine yok. O öldüğü zaman dinlediğim şarkıları mırıldanmaya başlıyorum bu sefer. Filmler şarkılar bitiyor, yayınlanan ilk çocuk kitabımda karakterin en yakın dostuna Damla ismini veriyorum onun anısına. Hayat devam ediyor. Ben yine aptal aptal şeylere ağlıyor ve gülüyorum.

Bu sabahsa başka bir ölüm haberi alıyorum. Bizi güldüren ve ağlatan, gözleri ışıltılı o harika adam ölmüş. Daha doğrusu kendi canını alarak bu dünyadan gitmeye karar vermiş. Çok üzülüyorum ama nedense o kadar şaşırmıyorum; çünkü onu anlıyorum. "Keşke ölsem," dediğim anlardan biliyorum bunu, mutlu kahkahaların sonucu değiştirmediği zamanlardan. Damla yaşasaydı buna ne derdi ya da şimdi olduğu yerden beni ayıplıyor mudur bilemem. Ama ben bazen Damla yaşasaydı ne yapardı ya da şimdi olduğu yerde nasıldır diye düşünüyorum. Eskisi gibi yakın olur muyduk, yoksa bağlarımız tamamen kopar mıydı, ben onu bu kadar sık düşünür müydüm, bilemiyorum. Rüyalarımda karşılaşıyoruz bazen; aptal aptal şeylere gülüp ağlıyoruz yine. Kimi zaman çağırıyor beni yanına, gidemiyorum. Her şeye rağmen gitmek istediğimden emin değilim sanırım. Robin Williams gidiyor ama. Damla'nın ölümünden 10 yıl sonra o da katılıyor "yoklar" kervanına. Şimdi ikisinin arkasından bakıp ağlıyorum. Anılar birbirini kovalıyor, kayıplar birbirini hatırlatıyor ve ben mırıldanıyorum...

Pazartesi, Ağustos 11, 2014

30 ve Ben

Hell Yeaaahhhhhh!!!
Başlık da romantik komedi oldu biraz ama 30'la bir alıp veremediğim olduğu sanılmasın. Aslında söylenebilecek ya da söylemek istediğim çok şey var ama bazısı burada yazılacak ya da herhangi biriyle paylaşılacak şeyler değil. "Aaaa biz herhangi birisi miyiz?!" dediğinizi duyar gibiyim sevgili köftegiller. Evet, siz de artık herkes gibisiniz benim için. Hatta herkes de herkes gibi. Anam babam hariç. Kalanınız ya da klanınız umurum değil. Kendim bile doğumuma pek sevinemezken sizlerden de pek bir şey beklememek lazım, değil mi a dostlar? O yüzden uzun ve hüzünlü ve de gereksiz çıkarımları, hayat sorgularını, kimlik bunalımlarını, orta yaş krizlerini geçiniz lütfen. Bana samimi hislerle geliniz. Hah geldiniz mi yavrum, buyrun geçin şöyle, kendi doğumgününüz gibi, çekinmeyin rica ederim.

Ovvvyeaaaahhh!!!

Gerçekten samimi olmam gerekirse (gerekirse???) şunu diyebilirim; 30 yaşla ilgili ya da değil ama fark ettiğim bir şey var. İnsan kendi kendisinin kahramanı olmalı şu hayatta. Belki boyundan büyük bir laf, belki biraz klişe ya da basmakalıp; fakat doğru, bence yani. Kurtarılmak için birilerini beklemeyen, bahaneler üretmeyen, kolları sıvayıp bizzat işe koyulan ya da yola koyulan, hayallerini gerçekleştirmek için çabalayan, bu uğurda bazen bedeller ödeyen ve bazen de ödüller kazanan, kendi işini kendi gören ama gerektiğinde yardım da isteyebilen, yardım gördüğünde minnet duyarak teşekkür edebilen ve birbirine minnet beklemeden yardım edebilen insanlar olsak mesela? Tamam, sosyal mesaj dozaşımından kendini imha etti, konuya dönüyorum. İyisiyle kötüsüyle tam 30 sene geçirdiğim şu dünya denen garip gezegende ben de bir garip oldum. Bu aralar iyice garipleştim zaten, o yüzden saçmalamayı bir kenara bırakıp (???) özet geçiyorum; sağlık sıhhatle, ailem ve sevdiklerimle, mutluluk ve huzurla, hayallerimle ve hikayelerimle, başarıyla ve üretimle, kitaplarla ve dostlarla birlikte nice senelere İnşallah -biraz kendi kendime dilemiş oldum ama bkz. kendi kendinin kahramanı, kendi kendinin dilekçisi, vs. vs. Sonuç olarak, insan en güzel hediyeyi kendi kendisine vermeli (anayı babayı karıştırma lan!); bu yaz günü serin tutan bol kesimli bir pantolondur bazen, bazen de yılların emeğini taşıyan ve basılmayı bekleyen bir romandır belki kim bilir? ;)

WTF??!!!

Yazının başlarında bir ara "Bir kapsülün içinde uzaya fırlatılmak istediğim yaştayım," diye yazacaktım ki, Gravity'yi izledim ve tövbelerden tövbe beğendim. Manzara güzel, enjoy the silence falan filan ama thanks but no, thanks. İzlerken bile yerimde oturamadım, başım döndü durdu, kafam oldu 34,5 milyon seçmen. Yeaaa temam yeaaa demiyom seçimlen ilgili bişe. Dedik dedik bak işte noldu. Boy vermedik, oy verdik, bundan sonra da koyveririm valla, hiiiiç derdim diil. I got 99 problems but a bitch ain't one. Laf aramızda bitch dediğin bitane değil çünkü. 99 bitches. Seç beğen al aaa ama pardon seçim demiyorduk di mi? O zaman let the party begin bitches!


Çarşamba, Ağustos 06, 2014

Cumartesi, Ağustos 02, 2014

Cuma, Ağustos 01, 2014

http://photos-a.ak.instagram.com/hphotos-ak-xaf1/10569901_672819676142576_1780532332_n.jpg 
ALLAAAAAAAAAHHHH! TUTMAYIN BENİ!
(Tutun la tutun, bırakmayın, çk krkyrm çk)

Pazartesi, Temmuz 28, 2014

*

*yazmaya üşendikçe gitgide foto-dayri/instagzamazingosuna
doğru evrilir oldu zavallı sevgili blogcuğum :))


Pazartesi, Temmuz 14, 2014

Pazar, Temmuz 06, 2014

"Sahurda sen, sen değilsin..."
isimli çalışmam ^.^

Pazar, Haziran 22, 2014

Perşembe, Haziran 19, 2014

son dakika...


Blogda yeni post göremeyince eski postları döndürüp döndürüp okuyan sevgili okuryanlar, canımsınız ❤ Tamam durabilirsiniz artık, yeni post geldi. Dursun artık bu baş dönmesi!

Baş dönmesini bilmem ama baş ağrısı fena. Nurtopu gibi sinüzitim var, kime satayım? Kışın kolay, tak bereyi şapkayı çık sokağa soğuğa. Ama ya yazın? Şıpır şıpır terledikten sonra metronun cereyanına, mağazaların klimasına çarpılmak da nesi kuzum? Biraz ayıp olmuyor mu?

Eğer düşünce gücüyle adam öldürmek diye bişi gerçek olursa bilin ki mucidi benim. Karşı apartmandaki -ki aslında yan yana, hatta cam cama ve hatta dip dibe!!!- komşu kadından tiksintiyle nefret ediyorum. Öyle bir insan evladı olamaz, bir insan öyle sesler çıkaramaz, bu kadar gürültü yapamaz. Hayatımda etmediğim küfürü bedduayı bu kadına ettim ve hâlâ yaşıyor olması ağrıma gidiyor. Keşke onun yerine kadının kendisi gitse. Ağrı'ya.

Sıcaktan pişmek üzere olduğumuz şu günlerde beni yine birtakım abuk sabuk, irili ufaklı, işler güçler beklemekte. Bence beklemesinler. Sinüzitim var olummm!

Bununla beraber birtakım şahane haberler de beklemede. Ama ne olduğunu söylemem. Bana ne, benim haberim. İster söylerim, ister söylemem, siz ne. Şaka lan şaka. Zamanı yaklaşınca tabiisi söylerim. Hayvan mıyım?

Dur cevap verme. Giderayak birbirimizi kırmayalım. Giderayak dedim ama, şimdi gidiyorsam da döneceğim. Ben bir döneğim.

Yalnız bu da çok kral şarkı: 



Pazartesi, Nisan 14, 2014


Olm nasıl giriş yapıp ne yazacağımı şaşırdım resmen! Öyle böyle değil, çok ama çok acayip sevdim ben bu filmi. Jim Jarmusch'un yazıp yönettiği "Sadece Aşıklar Hayatta Kalır" en sevdiğim vampir filmi olmanın yanı sıra, en sevdiğim filmler arasında da yerini aldı. Başroldeki Tilda'ya hasta, Tom'a köle, filmin müziklerine hayran, Adam'la Eve'in ilişkisine ise ne olacağımı bilemedim, nazar ederim diye korktum :P
Esasen film eleştirisinden anlamam, yazmaktan da çok hazetmem ama bu film öyle içime işledi ki, paylaşmam lazım dedim. Aslında fikir çok sade ve basit: oturup düşündüğün zaman "eğer vampir olsam ne yaparım?" diye, seni gıcık eden insanları ısırmak dışında, ölümsüzlüğün verdiği bol zaman ve enerjiyle ilk olarak okuyamadığın bütün kitaplara saldırır, tüm filmleri izler, dünyadaki her müziği dinler ve sanat eserini görmeye çalışırsın. En azından benim o kadar zamanım ve fırsatım olsa ben sokaklarda kanlı kurban kovalamak yerine bunu yapardım, çok net söylüyorum. İşte Jarmusch da bunu yapmış, daha doğrusu onun yazdığı vampirlerimiz Adam ve Eve böyleler. İkisi de fazlasıyla zeki, bilgili, kültürlü, sanatsever ve zevk sahibi. Üstelik de çok karizmatik ve cool'lar; fakat kan emen gözü dönmüş vampirler oldukları için değil, hatta tam tersine, son derece zarif, duyarlı ve sakin tabiatlılar. Karizmalarının sebebi yüzyılların görmüş geçirmişliğini, bilgeliğini ve o rafine zevkleri gayet doğal bir şeymiş gibi taşıyıp yaşamaları. Özellikle de ilişkilerine yansıyan bu tavır beni benden aldı. Bir aşk yüzyıllara meydan okurken nasıl hem bu kadar uyumlu ve doğal olabilir, hem de kıvılcımını kaybetmez insan hayret ediyor! :P Başka bir hayret konusu da, Jarmusch'un bu aşkı muhteşem estetik sahnelerle bize sunması. Müzikleri hiç söylemiyorum bile, aşağıya numunelik koyacağım ama albüme de mutlaka bakın. İçinde hem vampirler olsun, hem gıpta edilesi bir aşk olsun, hem şahane müzikler olsun, hem de daha bir sürü ufak ve gülümseten detay olsun; gel de tadından yeme! -peki Adam'ı yiyebiliyoz mu?!!

not1: Adam'ı ayrıca anime bi karaktere benzettim sanki, Hellsing'deki Alucard tipi var bir parça ama karakter olarak alakası yok tabii.
not2: Beni aldı bir düşünce, "böyle bir ilişki mümkün mü?" diye. Mümkün ama vampir ya da ölümsüz olursan. Hiç yaşlanmadan, olanca güzelliğin ve gençliğinle kalırsan, ruhun da bazı şeyleri görüp geçirdikten ve doyduktan sonra olgunlaşırsa tabii ki Adam'la Eve olursun. Ama böyle Ayşe Fatma Hayriye, biraz zor cınım ^_^
not3: Gerizekalı blogspot istediğim videoyu listeleyemediği için mecburen böyle koyuyorum, tıklayın izleyin anacım... Funnel of Love-intro



Salı, Mart 18, 2014

evladım toplan buraya!

Öyle uzun uzun yazmaya takatim yok (bkz. yazının ana fikri), şunu söyleyip gideceğim: Resident Evil'in otuz milyonuncu filmi Retribution'ı izledim, her Ölümcül Deney serisi filmi gibi kaşınan yerlerime gayet iyi geldi, Milla var zaten, üstüne Michelle de dönmüş daha ne -ama asıl söylemek istediğim şu: (iki nokta üstü iki nokta çarpı pitikare kapa parantez) bu Alice'in başına gelenler değil pişmiş, hem pişmiş hem kızarmış hem de yenmiş sonra da sindirilmiş ve üstüne sifon çekilmiş tavuğun başına gelmemiştir herhalde. İzlerken ben yoruldum, ben sıkıldım onun yerine, hatta onun yerinde olsam çoktan "yeter hemşerim bi rahat verin huzur içinde öleyim" derdim çok net. Ancak demek istediğim yine bu değil. Peki neyyy? Şu: Eğer Resident Evil serisini ülke gündemine benzetir, Alice'i de kendimizle özleştirirsek teşbihin T virüslü kafasını yardığımız gibi, bir de nur topu gibi özeleştiri getirmiş oluruz (ya da sadece -rum, genellemelerden hoşlanmam ahbap). Ben bu heriflerle uğraşmaktan yoruldum. Böyle yüzsüzce, ahlaksızca, vicdansızca, akılsızca, izansızca, insafsızca, pişkince saldırıp duruyorlar ya tıpkı T(ayyip) virüsü yemiş mal zombiler gibi, üstümüze üstümüze gelip her daim üste çıkıyorlar ya, çiğ çiğ yiyorlar ya hakkımızı, hukukumuzu, kafamızı, kalbimizi, etimizi kemiğimizi sömürüyorlar ya, hah işte benim sıtkım sıyrılıyor arkadaş! Yeter lan artık, takatim kalmadı olm, gelsin Alice uğraşsın bana ne ya!!! -demek istiyorum, sonra 18 Mart oluyor, kızım senin ataların böyle mi yaptı, düşman boğazlarına çökünce yılmadan nasıl savaştılar, sen de adam ol sık dişini dayan diyesim geliyor ama kolumu kıpırdatamıyorum, mütemadiyen damıtıyorum. İşte böyle genç. Söyleyeceklerim bu kadar, dağılabilirsiniz! Ya da dağılmayın lan, tek tek görürlerse saldırır şimdi bu eşkıyalar. Birbirinize mukayyet olun çocuum! 

Salı, Şubat 18, 2014


bir an önce yatayım, sabah olsun da danalar gibi kahvaltı edeyim, öküzler gibi rahaaat rahat yiyeyim der mi insan ya? açken ben, ben değilim tamam ama ben hep açım arkadaş, hiç kendimde olamayacak mıyım ben yaa?!!! kimlere soram, nerelere gidem? OY DAĞLAR!!!
yatıyom ben.....

Pazartesi, Şubat 10, 2014


Blogu sadece özel günlerde eli öpülen, hali hatrı sorulan uzak akrabaya çevirdim ya helal olsun bana! Ama elimde değil, elim gitmiyor, o el öpülüyor. Eskiden hiçbir şey olmayan hayatımdaki bir sürü abuk sabuk detayı buradan dünyalara (plural!) duyururken şimdi eskiye nazaran daha hareketli ve de bereketli olan vukuatlarımı paylaşasım gelmiyor. Aynı şey diğer ortamlarda da geçerli biraz, kıstım kendimi, toplumsal gündemsel şeyler dışında özelimle ilgili bir şeyi çok nadir duyuruyorum. Acep n'oldu bana recep?

Gerçi yakında istesem de paylaşamayacağım galiba, recep hepimizi toptan kısacak bu gidişle. O zaman başlarız yine ıssız adadan yayına, hadi bakalım!

Bunun haricinde size söylemek istediğim bir şey yok sevgili okuryan. Nasılsın, iyi misin? Sağlığın yerinde mi? Keyifler iyi mi? Ya çoluk çocuk, torun torbalak? Oh, çok şükür. Ay azıcık şu börekten de al, n'olur darılırım valla. Bu kış da pek kurak geçti, hiç yağmur yok, yazın napçez acep? Neyse artık, bir dahaki bayrama görüşürüz cınım, çok öptüm!

Durun ayol, Derslerle Başım Dertte'nin 6. (yazıyla altıncı) ve son kitabı da çıktı; Benim Abim Bir Kahraman almadan gitmeyin ha! Hadi selametle!