Cumartesi, Aralık 30, 2006

yeni yıl bayramı köftesi :P




Herkese mutlu, sağlıklı yeni bir yıl ve hayırlı bayramlar :)
.
.
Bana da bol sağduyulu, bol yazmalı, azimli, kararlı, başarılı (yuh artık hırslansaydım bi de!); sonracııma sağlıklı, dinç diri (:P), bir de mümkünse az aşklı, hatta hiç meşksiz ve ayrıca yukarıdaki resimlerdeki gibi bol şebekli, sulu bir 2007 diliyorum ;)
.
Öpüldünüz...
.
F.Ö.Ş. the SuluKöfte '06 (the end ;)

Çarşamba, Aralık 27, 2006

köftenin yeni gözdesi ;)


Evet sefkili okur, bir "pisi pisikopatım, valla bi tadımlık bakıcam sonra yerine koyarım" bölümüne daha hoşgeldin :))
.
Şimdi diyeceksiniz ki nedir bu bölüm, hem yukarıdaki adamlar da kim? Demeyin efenim, hemen açıklıyorum (bkz. okurunu seven sarmalayan blog yazarı :P). Birincisi; yukarıdakiler iki kişi değil, ikisi de aynı adam. Soldaki Blade II'deki azılı düşman, biricik Reaper; yani Nomak. Sağdaki ise onu canlandıran sefkili mi sefkili taşlar taşı; Luke Goss. Benim bu postu yazmamdaki sebep ise Luke Goss'a vurulmuş olmam değil (ki vurulmadım mı? vuruldum tabi hatta dum dum dum yani ;P) ama ben önce Nomak'a vuruldum. Yıllar önce ilk izlediğimde de pek bi hoşlaşmıştım kendisinden ama zaman içinde unuttum gitti tabi (kalpsiz kadın!!). Ama dün gece Blade II'yi tekrar izleyince yine çarpıldım canlarım. Malumunuz, bilenler bilir; Sulunuz Köfteniz psikopatlara bayılır! Hannibal'da Anthony Hopkins'e, The Jackall'da Bruce Willis'e aşık olmuş bir insan evladı olarak Blade'deki Nomak'a kayıtsız kalmam imkansızdı zaten. Bir kere adam; ki adam değil yaratık o filmde, kötüler kötüsü. Kel, tuhaf gözleri ve tuhaf kıyafetleri var ama ben bunların hepsine ayrı ayrı da, bütün olarak da çok bayılmış bulunuyorum (ehehe). İkinci bir durum da şu ki; Nomak'ı oynayan Luke Goss (hemen de araştırırım google'dan) acaaayip yakışıklı bir adam, aha da resimde görüyorsunuz zaten. Soru şu ki; bu taş insanı kalkıp da yandaki tuhaf yaratığa dönüştürmeyi ve aynı zamanda da hala çekici kılmayı nasıl başarıyorlar yahu??? Biz de insanız, bize de yazık, çoluk çocuk perişan oluyoruz valla (arada gözüm hala sağa kayıyo alamıyorum kendimi de) :PP
.
Salyalarımı akıtıp klavyeyi işlevsiz hale getirmeden önce yeni aşkımız Nomak, ay pardon Luke Goss hakkında biraz bilgi verelim. Kendisi İngiliz (aaah ah!) önce müzikle uğraşmış, bir grubu varmış ve müzik listelerini bir süre alt üst etmiş (ah canııım), sonra bir kitap yazmış ve bu sefer de en çok satanlar listesinin tozunu attırmış (hehehe adamım bee), derken tiyatroda müzikallerde rol almış, pek tabii başarılı olmuş, böylece de sinemaya geçiş yapmış ve Blade'deki rolüyle hepimizi kendine hayran bırakmış :)) Yani görüyorsunuz nasıl harika bir adam, e sefkili köfteniz de boş adam tutmaz biliyosunuz ehehe Ama çok harika bir başka ayrıntı var ki, onu sona sakladım. Şimdi bu harika ötesi adamın bir adet de tıpatıp ikizi bulunmakta! Evet canlarım, yanlış okumadınız; Matt Goss adında bir başka harika yaratık dolaşmakta ortalıkta, ikizi Luke'un tıpkısının aynısı (belki biraz daha taşı :PP) ve üstelik de müzisyen. Yani bir nevi "o piti piti, hangisi çıkarsa bahtıma, aliim götüriim en iyisi" durumları! :)) Tamam tamam, yine salyalayıp saçmalamadan postuma son veriyorum yakın bir zamanda. Ama siz de bana hak veriyosunuz di mi kuzucuklarım, yani bu bünye nasıl dayansın, köfte kıymalarını nasıl daatmasın ehiehiehihi :PPP
.
Ve son olarak, en sulusundan... "Nomak'lar reaper'lasın siziiii!!!" (tabi beni de, Amin!) ;)))

Pazartesi, Aralık 25, 2006

ağız tadıyla bi nostalji yaptırmıyolar insana be!


Geçen gün odamdaki telefon bozuldu. Zaten bol badireli bi telefondu kendisi; önce birileriyle hatlat karıştı, telekulak gibi dinlendim bi süre (hırrr), sonra yıldırım yemiş bi telefon kullanmaya başladım, e haliyle o da kafayı yedi. Neyse efenim; bu sorunu ortadan kaldırmak için gideyim kendime şöyle güzelinden, biraz da ucuzundan bi telefon alayım dedim. Aklıma şu eski model telefonlardan almak geldi; hani işaret parmağını deliklerine sokup da numarayı çevirdiklerimizden. Bayılıyorum ben onlara, bir de babamın dediğine göre onların şeffaf, içindeki mekanizmayı gösterenlerinden varmış, arada ışık falan saçıyormuş vs. vs. Beni aldı tabii bi heves, tutturdum o telefonlardan istiyorum diye. Ve fekat tüm Küçükyalı'yı arayıp taramamıza rağmen hiçbir yerde bulamadık, bulamadığımız gibi bulabileceğimiz bir yer olmadığını, zira bu tür telefonların artık üretilmediğini de öğrendik. Yani tüm o nostalji hayallerim suya düştü. Oysa ben o telefonla ne konuşmalar, ne dedikodular yapacaktım! Olmadı, boynum bükük kaldı. Sonra mecburen babamın istediği ve ısrar ettiği gibi bi telefon aldık. Hoş aslında babam telsiz almamda ısrarcıydı, neymiş efenim dolana dolana konuşurmuşum ne güzel. Ayol göt kadar odada konuşurken dolaşsam nolur dolaşmasam nolur! Hem zaten dolaşmaya kalksam bile telefonun kordonu hayli hayli yeter odayı tavaf etmeme :))
.
Not: Yeni telefon arayan numaraları gösteriyor, aman dikkat, sapıklık yaparken yakalanmayın!!!
.
Sonra bir başka nostalji öğemin ellerimin arasından kayıp gideceğini öğrendim (arabesk edebiyatından seçmeler 3:18) Pazarlar kaldırılıyormuş bir yıla kadar (hayır Pazar günleri değil, bildiğimiz halk pazarları :PP) Bilen bilir; ben pazar hastasıyımdır. Bayılırım pazarlara, güzel güzel şeyleri ucuza almaya, pazarcı amcalarla pazarlık etmeye :PP Hem artık utanmıyorum da, elalemin adamının önünde don sütyen seçmeye, pazar kaşarı oldum bayaa :PP Ama işte bu güzel ortamı ne akla hizmetse kaldıracaklarmış bir sene içinde. Artık ucuza cici alacağımız, pazarcı amcalarla muhatap olacağımız, pazarcu teyzelere gıcık olacağımız pazarlarımız olmayacak. Ne yapacağımızı, daha doğrusu o kadar insanın ekmeğini artık nereden kazanacağını bilmiyorum ama çok endişeleniyorum, ciddiyim. Eğer gerekirse pazarların kalkmaması için eylem bile yapmaya hazırım. Pazarcı amcaları bu haklı mücadelelerinde yalnız bırakmamaya kararlıyım (Pazar ve pazarlık özgürlüğümüz engellenemez!!!)
.
Zaten Küçükyalı Tanzim/Halk Pazarı da yavaş yavaş ölüyor, dün bunu da gördüm. Çocukluğumda babamla gittiğimiz, Küçükyalı'nın kalbini oluşturan, benim de babamı izleyerek esnafla ilişki kurmayı ilk öğrendiğim yer olan tanzim artık neredeyse bomboş. Dükkanlar kapatılıyor, kapanmayanlar da iş yapamıyor. Artık kimse esnafla yüz göz olmadan meyvesini sebzesini süper marketlerden kendisi seçip alıyor. Ama kimse bu kdara insan ne yapar, nasıl geçimini sağlar diye düşünmüyor. Kazanan yine büyük market sahibi kapitalist kodamanlar oluyor. Ama bu gidişe bir dur demek gerekiyor, yeter artık. Ben eski tanzimimi, pazarımı, pazarcımı, çevirmeli telefonumu istiyorum! Ey Gima, Bim, Şok, Mopaş ve bilimum halk sömürücüleri; kazanamayacaksınız! Köftenin laneti üzerinize olacak, promosyonlarınız bizi satın almaya yetmeyecek, sonunda kazanan yine pazar olacak! Çocukluğumu geri istiyorum artık, yeter be!!!
.
Not: Bana katılanları bu Çarşamba Bostancı Pazarı'nda eylem yapmaya bekliyorum ;)

Perşembe, Aralık 21, 2006

bleed like me?

"That bloody allergy!" she thought as she scratched her wounded cleavage one more time. It was the hell boiling heat of August summer that aggravated her sweat-driven allergy and it may have gone away long time ago if she hadn't kept on scratching wildly everytime she itched. But she couldn't help it, it was in her nature to "scratch the bleeding wound".
...
...
...
Demişim bir zamanlar, yine yeni bir maceraya ama bu sefer İngilizce başlarken. Sonu gelmemiş tabi bu seferkinin, diğer bir çoğunun gibi. Fakat iyi bir başlangıçmış zamanında, kimbilir belki bir gün alır kullanırım diye duruyormuş kenarda. Az göz önüne gelsin dedim, ne bileyim. Öncesi ya da sonrası yok; okuyan alsın, kendi zihninde yolculuğa çıkarsın diye belki de...

;)

Salı, Aralık 19, 2006

sezen'den gidiyoruz bugün

Vazgeçtim gözlerinden
Vazgeçtim sözlerinden
Bir ah de yeter
Sessizce kimsesizce
Gönderdim dudaklarımı
Öpme al yeter
Hiç tanımaz tenim ellerini
Bilmez yüreğim bilmez yüreğini
Ah bu koku bu ten bu dokunuş
Ah bu delilik sarsar bedenimi
Yok olma anıdır şimdi

* * *

Yürüyorum hasretin acının üstüne
Sığmıyorum dünyaya dar geliyor
Geceler mi uzadı bu karanlık ne
Gönlümün bayramları şenliği söndü
Seni kimler aldı kimler öpüyor seni
Dudağında dilinde ellerin izi var
Deli gözlerin gelir aklıma
Gülüşün öpüşün iç çekişin gelir
Seni kimler aldı kimler öpüyor seni
Dudağında dilinde
Ellerin izi var

Pazar, Aralık 17, 2006

sick'n tired

aynen böyle hissediyorum işte! sanki güzide Türkçemizde bu durumu ifade edecek yeterli kelime yokmuş gibi, bir de ingilizce yazıyorum üstüne! ama umurumda olmadığını anlamışsınızdır, hayatında cümleye küçük harfle başlamamış olan ben, şu an bunu da yapıyorum yai pes!
...
ani sinir ataklarımın beni nereye sürükleyeceğini bilmiyorum, belki de annemin dediği gibi huysuz bir kız olup çıktım. ama inanın umurumda değil. kime, nasıl davrandığım; neye, nasıl kızdığım hiçbişi ilgilendirmiyor beni. kızmış olmam yeterince meşgul ediyor beni zaten.
...
en çok da embesillere cevap veremediğim zaman sinirleniyorum, içimde kalıyor ya. herifin teki bugün bir inci patlattı. gençlerin bi boktan haberi yokmuş, öyle dedi. o dedi ya kesin doğru. pabucumun solcusu, beyni donunda gelişmiş ukala dümbeleği, kendini bile kurtaracak hali olmayan gönüllü çevreci! birileri gerçekten fucktırıp gitmeli.
...
herifin teki çıkıyor, "benim soyadım da şeran hadi tanışalım" diyor. oldu, embesilin önde gideni. yapabileceğim en iyi şey aynı soyadına sahip olmak gibi bir talihsizlik yaşadığımı düşünmek olabilir ancak.
...
herifin teki, tanımam etmem, bana "vefasız" diye mail atıyor. sadece bu ama ha, başka bişi yazmadan. ağzının payını verince sesi kesiliyor. madem yaptığının arkasında durmayacaksın, niye abuk sabuk şeyler yazıp atıyosun elaleme. sanal alemden atıp tutmak kolay tabii ama merak etme ben sana sanaldan geçirmesini bilirim. daha önce yapmadığım şey değil zira.
...
bişeyden daha bahsedecektim ama vazgeçtim. değmez bile, zaten unuttum gitti, yıllar evvelinden bi mesele. ha bu arada ben aslında başka bi post atacaktım; daha doğrusu aynı konuyu yazacaktım ama daha yumuşak bişeydi. sonra sayfalarca yazdığım şey internet kesildiği için boşa gitti. aynı şeyi tekrar yazacaktım ama sabrım tükendi, sinirim had safhaya çıktı gördüğünüz üzere. bilgisayara vurmaya çalıştım ama kaçtı, bi yakalasam yapacağımı biliyorum ben.
...
bu da biraz ekşili-acılı bi yazı oldu, oh da iyi oldu Allah Allah! hep içine içine at nereye kadar ya, yeter artık valla! herşeyi patır patır söyleyemiyosun bazen, oysa söylencek o kadar şey var. ben açsam ağzımı bozulcak ama o kadar kusur da olur artık. napalım.
...
ama tabi bu arada bazı şeyleri görüp sakinleşmek de mümkün. parlayıp sönen bişilere benzedi halim ama ay neydi şimdi hatırlayamadım. çatapat gibi kızım valla, buyrun burdan yakın valla ahahah...

Çarşamba, Aralık 13, 2006

je t'aime mais ne pas autant*


*Öncelikle şunu belirteyim; bu cümleyi Türkçe'sinden ben çevirdim, google'daki Türkçe-Fransızca sözlüklerden baka baka, bir gram Fransızca bilmem "ma cherié"den başka, o yüzden çok dandirik oldu ama güzel duruyor en azından :PP
*Seni Seviyorum Ama O Kadar Da Değil!
...Demek oluyor yani Türkçe'si. Bugün girdiğim seminer dersindeki hoca söylemişti, AB Kurucu Antlaşması ve üye ülkelerin anayasaları hakkında konuşurken. Ona da Fransız olan bir hocası söylemiş, o yüzden adam Fransızca'sını da söylemişti ama tabii aklımda tutamadım. Sadece Türkçe'sini söylediğinde kocaman bir gülümseme oluştu yüzümde, "Aha da benden bahsediyor!" diye. Genellikle benim kuracağım türde bir cümleye benziyor çünkü; "Seni seviyorum ama o kadar da değil!"
"Ne kadar peki?" diye sormak lazım o zaman benim gibilere. Eminim verecek hiçbir cevap bulamayız. Biz "değil" kısmıyla daha ilgiliyiz çünkü; olumsuz tarafından bakacağız ya, negatifiz ya! "O kadar"ı bizi ilgilendirmez, işimize gelmez, hem "o kadar da" ileri gidilmez ki canım! Tabii olan "Seni seviyorum" kısmına olur, arada kaynar, heba olur gider. Biz takmayız bile. "O kadar" olsa belki. Ama hiçbir zaman da "o kadar" olmasına izin vermeyiz ne de olsa...
;)

Cumartesi, Aralık 09, 2006

C(ı)V(ık)


"Biz size döneriz"lerin hiç sonu gelmez nedense... Oysa Sessiz Gemi gibidir biraz; "Birçok giden memnun ki yerinden / Çok seneler geçti çok seneler geçti / Dönen yok seferinden"!!! Ki zaten, bazen sefere çıkmak bile başlı başına can sıkıcıyken bir de dönmek niyedir?! Otursak ya oturduğumuz yerde!!! Eşya gibi mesela...
Benim gibi istikrarlı olun canım! Bakın ben Uluslar'da okurken hep "Ne olacaksın?" sorularına "Konsol" yanıtını verirdim; çünkü "Konsolos" olamayacağımı bilirdim. Peki okul bitti, ben ne oldum? Bildiniz, "Konsol"!!! Aynı bir ev eşyası gibiyim artık, annemler arada yerimi değiştiriyorlar dekorasyona uygun olarak. Ama yakında antikaya dönüşüp eskiciye satılmam da mevzuu bahis olabilir, korkuyorum! Ama tabii asıl eskici korksun di mi anacım hahaayyyyt!!!
Pek sefkili arkadaşım, Ankara gülü Hande'm RTÜK'ün sitesinde yazmaya başlamış, kendisine hayırlı olsun'lar ve başarılar dilerken aynı zamanda koccamanından öpüyor ve "işte benim arkadaşım da böyle olur hahahayt!" diyerekten havamızı da atmayı ihmal etmiyoruz canlarım. Yalnız önemli bir husus var ki, Handecim yazısıyla bir kampanya başlattı "Kırmızı Kurdela Harekatı" diye, haber bültenlerinin abuk sabuk haberlerden arındırılmasını ve artık doğru düzgün yayın yapılmasını savunuyor(uz). Lütfen desteğinizi esirgemeyin!

Pazartesi, Aralık 04, 2006

bir deli düş


Karar veremedim; önce Morrissey'im aşkımdan bir şeyler mırıldanmak istedim. Ama tam ben bu mesajı yazarken Radiohead'den No Surprises çalıyordu. Düşündüm, duruma sanki daha bir uyuyordu. Ve sonra birden Jeff'im Buckley'im başladı Last Goodbye'la... Peki ben ne yapmalıydım? Üç harika adam (tamam Thom Yorke biraz tuhaf kaçıyo :P) ve biçare genç kız!!!
Sonra "acaba" dedim, "oooy anam oy diyesiye bir türkü mü mırıldansam bizim oralardan". Ama bizim oralar diye bi yer de yok ki! Neresi yani; Arnavutya olabilir mi, ya da yeni keşfimiz Akköy? Akköy'ün türküsü var mı ki? Delisi çok ama türküsü olduğunu sanmıyorum... Moz'a söylesek bizim köye de bi türkü yakar mı en acılısından? :PP
Fazla sulandırmadan konuya dönüyorum... Önce Moz girdi kanıma; "to me you are a work of art" dedi... Sonra da devam etti "and I'd give you my heart, that's if I had any"... "Evet" dedim ben de "aynen öyle!"
Ama bitmedi, devam etti yakınmaya; "Every day I play a sad game called, In the future when all’s well, Living longer than I had intended, Something must have gone right"... "Eyvallah hocam" dedim, ne diyebilirdim, haklıydı.
"Zaten" diye sürdürdü serenatını(!), "there's no such thing in life as normal"...
"He ya" dedim başımı hararetle sallayarak. "Hangimiz normaliz ki?" diye sordum. Başını yana eğdi, o çapkın, yamuk gülüşünü bahşetti gamzelerini çıkararak. Maviş gözleri parlıyordu bakarken. Eridim bittim, "ama ama you have killed me be Morrissey!" dedim. "Olur öyle bazen, takma sen, I forgive you" dedi o da. Vedalaşıp ayrıldık.
Tam Thom Yorke'a dert yanacaktım ki (bak Moz bana ne eyledi gibisinden) baktım Jeff yok ortalarda! "E hani nerde?" dedim, sıkılmış gitmiş meğersem. Ama bence kıskanmış da olabilir, bilmiyorum. Öte tarafta işler karışıkmış zaten, huriler de rahat bırakmıyorumuş. "Neyse" dedim, "yine biz kaldığımız yere dönelim." Başını salladı Thom ve bıkkınlıkla söylendi, "no alarmas and no surprises please, just get me outta here!" Tamam anacım, gidelim, gidelim de nereye!
"Hiçbi yere gidemezsiniz!" diye bi ses gürledi. Bi de baktım Ed gelmiş! Evet Vedder olan, Pearl Jam hani. "I am mine!" dedi önce, sonra azıttı, "hatta hatta kız da benim hüleynn!" Güldüm ben de, "deli misin ayol! herkes bize bakıyo" dedim. Hakikaten de öyleydi, ben bu satırları yazana kadar cümle alemin rockçısı, çalgıcısı oraya toplanmıştı. Hepsinin elinde bişi, çalıp söyleyip eyleşiyorlardı. Gavin geldi yanımıza (Rosedale olan), "arkadaşlar," dedi, "silence is not the way, we need to talk about it." "Ha...tir ordan lan düdük!" diye bağırdı Robert (Smith olan değil, Del Naja olan, hani Massive Attack'ten, yoksa Cure'deki Robert küfretmez böle), çok kızgındı ve kızgın bi İngiliz dilini tutamazdı. Ben kavga çıkmasın diye araya girdim. Robert'ı aldım köşeye çektim, "bak bu böle olmaz" dedim. Hak verdi, "Ama napiim," dedi, "you are my angel, come from above, to bring me love..."
"Oooy oy!" dedim, "napıcam ben sizinle?!" Yatakta öbür yana döndüm, bi de baktım kıçım açıkta kalmış! Uyandım, yorganı başıma çektim, bi Ayetel Kürsi okudum, hepsi gitmişti... ;))

Perşembe, Kasım 30, 2006

motorrr!

Gündem köftesi yine üzerinize bomba gibi düşmeye, kıymalarını etrafa saçmaya devam ediyor sevgili okur! Baktım, gördüm ki; yazının içinde bazı kelimeleri kullanmak acayip reklam yapıyor, özellikle arama motorlarında yazıyı adeta bir "top ten"e taşıyor! Bakınız "motor" dedim ve hemen birkaç kişi dönüp baktı bile :PP

Şindik biraz da gündeme çemkirelim, sihirli kelimelerimizi söyleyelim... Papa... Benedikt... motor (ay bunu sölemiştim daha önce :P)... patrikhane... ekümenik... AB... motor (:P)... Pepe... Acarlar... hortumun motoru... şike... Fenerbahçe... motor (:P)... ABD'de PKK lehine yargıç kararı... motor, motor, motor... popo, popo, popo!!!

Yani sayın okur, buradan şunu anlıyoruz; gündemi "motor"lar işgal etmiş! Dahili ve harici "popo"lar bizi çevrelemiş, etrafımız sarılmış! Ama olsun, Popo Benedikt de bize sarıldı, Türk bayrağı salladı, Türkçe dua etti, sonra Rum Patrik'ine "Ekümenik" dedi. Daha ne yapsın adamcağız, bir tek "Ortodoks Konstantinopol Kilisesi-Devleti" demediği kaldı, e o da yakında olur, sabırsızlanmayın! Üstelik AB yolunu açtı bize koskoca "Pop!", gerçi şehir içi yolları da kapadı aynı zamanda, trafik ...mıza ...tı ama olsun, ne demek, bizim için küçük motorlar için büyük bir adım! Zavallı bazı motorlar da (örn: Ahmet Hakan köşe motoru) "nolcek ki anacım ya bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler, bırakınız vatanımızı elimizden alsınlar" şeklinde bir laissez-faire ağzıyla konuya ışık(!) getiriyor, e alkışlamak lazım tabe! Ama biz yine de sinirlenmeyelim sevgili okur, bakın ben kızıyor muyum? Avcumun kaşınması birilerini dövmek istediğimden değil (onun için Nişantaşı kafelerinde takılmak lazım, o da yemiyo valla, paraaa yok!), doktor dedi, uyuz olmuşum ondan kaşınıyomuş avcum!!!

Neyse efenim, ben sizleri daha fazla kışkırtmadan yorumu canımız kanımız biricik ustamız Emin Çölaşan'a bırakıyorum yine. (Valla Ankara'da olsam gidip yapışacağım adama "nolur beni çırağınız olarak alın, etim de kemiğim de sizin olsun, nolur beni yetiştirin adam edin!" diye ehehe)

Papa bayramı

Esenlikler dilerim sefkili okur, sağlıcakla kalın ;)

Pazartesi, Kasım 27, 2006

antenle oynamayınız!

Yapabilirim, evet pekala yapabilirim. Ben de herkeşler gibi canım ciğerim-iki gözüm blog'umu "şahsi menfaat" ve "şahane bunalım"larım için kullanabilir, bu güzide oluşumu kendi kaprislerime alet edebilirim. Yapabilirim canım, hatta yapıyorum, yaptım gitti ayol!!!

Darım darım darlanmalar ve kasım kasım (sahi hangi aydayız biz?!) kasılmalar arasında baktım çemkircek mercii bulamıyorum, dedim ben de "canım ciğerim-iki gözüm blog'um ne güne duruyor?" ve ardından da höykürdüm, "ey can-ciğer-iki göz blog! ben seni yemedim yedirdim-yalan-, içmedim içirdim, giymedim giydirdim-bak bu dooru- ve bugünler için yetiştirmedim mi?! ektiklerimi biçme yani bir nevi payback-blog ingilizce de biliyo ya- zamanıdır, vakit hayırlı evlat olup anaya bi bardak soğuk su getirme vaktidir!"

Ve fekat üzerine bi bardak soğuk su içmelerle geçecek cinsten bir bunaltı, bir yenilgi, bir bişii değildir sevgili okur! Hayır yani, blog evlatlığını yapıyor, bi dediğimi iki etmiyo, o ayrı mesele de... Ben o "bi"yi bi diyemiyorum ki! Değil "bi", ağzımı açasım yok, Allah sizi inandırsın. Sırf o mu; hiçbişicikler yapasım yok. Bir nevi sıtkın sıyrılma vak'ası... sıtkı bir kimdir, vakvaklar neden öter; bunlar da yanına kar kalan sorular tabe... töbe töbe...

Şimdi diyceksiniz "bu kız niye saçmalıyor? biri şunun ilacını versin, iğnesini yapıp uyutsun" diye... Haklısınız anacım, ne diyiim? Siz de açıverin bi blog, satın derdinizi tasanızı o tezgahta, ooh siz sağ ben selamet!

Ama yok, bu darlanmanın böle geçeceği yok! Şimdi ben sırf rahatlama amaçlı olarak buraya aklıma gelen, canımı sıkan abuk sabuk kelimeler yazacağım. Sırf kendimi eğlemek için ha, yanlış anlamayın. Ve eğer çok kasacaksa yazının bundan sonraki bölümünü okumayın. Bu uyarıyı da Sağlık Bakanlığı'nın ve Bakırköy'deki o amcaların zoruyla yaptım, belirteyim. Ayrıca alıcınızın -ay yoksa verici miydi o- ayarıyla oynamayınız!

Erasure... havan batsın... lüzumsuz... ahile... topak... yumak... kuduz... salak... bilen bilir... sus payı... dırdır... lost... kalem... kitap... klavye... saman ye... fidelity... fidel... küba... uzay... zaman... yok... yol... uzun... mana... dana... trajedi... komedi... gereksiz... edepsiz... zzzzz dıt!

Salı, Kasım 21, 2006

düğün köftesi


Aşkım bi'tanem Banuşum evlendi! O artık evli barklı, başı bağlı bi kadın :P

Efenim; nikahladık, bohçaladık, düğün yimeeni yidik, bol bol güldük eğlendik, masa üstlerinde dans ettik, göbecikler attık, ağlamamak için kendimizi zor tuttuk ama en sonunda kızımızı Alanya'lara gelin verdik...

Öncelikle genç çiftimize ömür boyu mutluluklar, bi yastıkta kocamalar ve boy boy bebeler diliyoruz, Allah daim etsin canlarım ;)

Sonra da şunu ekleyeyim; ben eniştemi pek bi sevdim, görümceler, görümböcekler, kaynanalar, aman efendim hepsi pek bir tatlı, pek bir şeker! İyi ki vermişiz kızımızı; hem aileye yeni canlar katıldı, hem de bize yeni kapı çıktı Alanya'larda ehehe ;P

Düğünden derlemelere gelirsek;

1. Ablacım çok güzel bir gelin oldu; saç-makyaj harikaydı. Ben ki gelinlik sevmem, onunkine hayran kaldım (Maaşallah), Hatçecim görse o da aynından isterdi :P

2. Damat, gelin, kaynana(2si de) ve baldız gripti, dopinglerle anca ayakta duruyorlardı. Yine de helal olsun, hiçbir şarkıda oturmadılar, pisti inlettiler Evelallah :)

3. Düğün yemeği için gittiğimiz yerde haftaiçi Soner Arıca program yapıyormuş ve o gün programı olmamasına rağmen oradaydı, bizimkileri gelin-damat görünce çıktı sahneye, acayip eğlendirdi, sağolsun valla :))

4. Ben bütün gün on santim topuklarla zıplayıp durdum, dans ederken sonunda dayanamayıp çıkardım ayakkabıları; Selçin the Görümce de aynı şekilde, karşılıklı attık gübecikleri ;PP

5. Bi ara sahneyi ele geçirme planları yapmadım değil, mikrofon görünce dayanamıyorum ama Allah'tan görümböcekler (Banuşun kayınbiraderleri yani) zamanında yetişip tuttular ;))

6. Nikah şekeri yerine deniz kabuklu anahtarlıklar dağıtıldı, ki bence süper fikirdi. Yanında şeker de verselerdi tam süper olacaktı :)) (Hilal'in maili beni yardı bu arada, Gaffur'lu olan ehiehiehi)

7. Saçlarımı kendim yapacam diye inat edip kaskatı jöleyle tuhaf şekillere soktum ama değdi; gecenin sonunda, yani yaklaşık 14 saat ve o kadar ter, çekiştirme ve zıplamadan sonra hala taş gibi bozulmadan duruyordu valla (taş gibi teşbih değildir, sahici taş, kaskatı yane :P) Helal olsun bana ;P

İşte düğünün ufak özeti böyle canlarım; nice düğünlerde yine birlikte olmak üzzre hoşçakalın ;)

Bu arada tatlılar tatlısı çiftimize tekrar mutluluklar diliyor, onları en kocamanından öpüyoruss efenim. Yeni yuvalarında onları en kısa zamanda rahatsız edeceğizdir ;))

Banu'ya not: Nikahına beniii çağır sefkiliiim istersen şahidiin olurum seniiin!!! Muck anacım ;PPP

Cuma, Kasım 17, 2006

Gündem köftesi

Pek sefkili köftelerim, sayın okurlarım, canım kuzucuklarım!
Bugünkü fırçama başlamadan önce sizlere birkaç gündem maddesi sunmak istiyorum (aydınlatmacı bir kişilikim ya!) Şu linklerden takip ediniz lütfen, bir tık bir beyin kurtarır unutmayın ;)

Emin Çölaşan'ın yazısı

Müşküle demokrasisi

Meclis poligonu

Şura mı şıra mı?

Brokoli büyüsü

Botaş intiharı

Şimdi bir toparlayalım;

Hükümet almış başını gidiyor, yarın ne olacağımız meçhul... Hal böyleyken ne devlete, ne de başındakilere güven kalmadı... Ekonomi gibi, siyaset, toplum ve kültür de çürüme altında... Peki ne yapmalı?

Muhtara kızıp delileri köy azası seçerek demokrasi dersi veren Müşküle Köylüleri gibi biz de birilerine kızıp delileri mi seçsek başa acaba? Ne biliyorsunuz belki işe yarar, hem ilk ben aday olurum zaten ;))

Yoksa, Endonezyalı büyücüler gibi (ki bizim hacılarımız hocalarımız daha iyi üfürürler, nefesleri kuvvetlidir Evelallah!) biz de okuyup üfleyip brokoliden medet mi umsak? Ben hani şu geçen yıllarda sahaya okuduğu büyüyle Fenerbahçe'yi şampiyon yapan hoca amcayı çağıralım diyorum, Fener bile şampiyon olduysa bizim brokoli ohooooo ;))

Cumartesi, Kasım 11, 2006

nightwatcher


"I'm looking for a man," demiş Diogenes; ya da ben öyle hatırlıyorum ve üzücü olan şu ki, Political Thought dersinden hatırladığım tek şey de bu :PP

Ancak o "adam gibi bir adam" ararken elinde fener, bunu gündüz gözü yapıyordu. Biz ise, şu yaşadığımız Karanlık Çağ'da (evet evet Dark Ages geri geldi kardeşlerim) "insan gibi insan"ı arıyoruz. Bulup bulamadığımız ya da bulabileceğimiz belli değil. Ama her gün yeniden deniyoruz; elimizde fener, aynaya bakmaktan korkarak. Kimbilir belki de aynada aksimizi görememektir korktuğumuz ;)

Resim: DA'da Kassandra_Cassie'den...

Pazar, Kasım 05, 2006

İstiklal Marşı

Bana gelen bir mail'den alıntılıyorum, okurken tüylerim diken diken oldu. Böyle şeyleri duyup okuduktan sonra bu vahşete neden olanlara olan nefretim atıyor, ettiğim beddualar katlanıyor. Hala bu pisliklere arka çıkanlara, AB ve Amerika'nın kölesi, köpeği olmaya devam edenlere duyurulur; işte biz böyle bir milletiz...

Hakan Evrensel emekli bir subaydır.Güneydoğu Anadolu'da terörle mücadele etmiştir.Evrensel daha sonra istifa ederek, Güneydoğu Öyküleri-1,2,3 adlı üç kitap yayınlamıştır. Bu kitapta subay, doktor, hakim, savcı, er Güneydoğu Anadolu'da emperyalizmin işbirlikçisi PKK'ya karşı mücadele edenlerin mücadele anıları anlatılır. Üç kitap da defalarca basılmıştır. Şimdi üç cilt bir arada "Güneydoğu Öyküleri" adı ile yayınlandı. Oğullarının yiğitliğini anlamak isteyen bir milletin okuması gereken bir kitaptır Evrensel'in kitabı. Bütün kitapçılarda bulmak mümkün. Size bu kitaptan bir hakimin anılarını aktarmak istiyorum. Güneydoğu'nun küçük bir ilçesinde görev yapan hakim, ilçe dışındaki lojmanından görünen karakolun bir gecesini şöyle anlatır:

Lojmanımızın balkonundan o karakol görünürdü. Yaklaşık bir aydır her istihbarat kaynağından karakolun basılacağı haberi geliyordu. Üstelik baskının şimdiye kadar yapılanlardan çok daha büyük olacağı söyleniyordu. Yakın birliklerden timler getirildi, karakolun etrafına mayınlar döşendi, ağır silahlarla takviyeler yapıldı ve baskın beklenmeye başlandı. En son gelen istihbaratta baskının saati ve baskına katılacak terörist sayısı bile veriliyordu. 22:10, 500 terörist. Karakol o gün basılmadı. Bir gün sonra, bildirilen saatte cehennem başladı. Balkonumuzdan izlediğim dehşet dolu manzarada, daire haline gelmiş teröristlerin dairenin ortasına, gecenin karanlığında ateşleri parıldayan silahları ateşlediklerini görüyordum. Karakolun havan ve roket mermilerinin patladığı yerde olduğunu biliyorduk. Tam anlamıyla çember içine almışlardı. Lojmandan ayrılıp doğruca jandarmanın binasına gittik. Karakolun merkezi telsizle sürekli timlerden durumlarını bildirmelerini istiyor; dış emniyette bulunan timler de bu çağrılara cevap veriyor, havan ve uçaksavar ateşi istedikleri yerleri de tarif ediyorlardı. Bir süre sonra telsiz konuşmaları, timlerden birinin üzerine yoğunlaştı. Timden bir türlü cevap alınamıyordu. Üst üste, defalarca çağrı yapılıyor ancak bir türlü timle irtibata geçilemiyordu. Konuşmaları takip eden askerler timden ümitlerini kesmişlerdi. Ama bir yandan da çağrılar devam ediyordu. Bir saat kadar sonra, telsizden bitkin bir ses duyuldu: "Yaralılarım var, yaralılarımı alın." Tüylerimiz diken diken olmuştu. Hemen cevap verildi. "Tamam Suat 3, sakin olun, az sonra birlik çıkacak." İlk yaralı haberi, bu saatlerdir aranan timden gelmişti. Tim komutanı konuşurken arkadan silah sesleri duyuluyordu. Herkes bu sözler üzerine yorum yapıyordu. Telsizin başındaki tim komutanlarından biri bu timde şehit olduğundan emindi. Merkezden tekrar çağrı yapıldı. "Suat 3, irtibati kesme. Sakin olun!" Cevapta bir değişiklik olmadı: "Yaralılarım var.K an kaybediyorlar. Yaralılarımı alın!" Ve tam bir buçuk saat, beşer dakika arayla Suat 3 kodlu timle muhabere aynen bu sözlerle sürdü : "Yaralılarımı alın" "Sakin olun, geliyoruz." Hepimiz o time kimsenin yardıma gidemeyeceğini çok iyi biliyorduk. Karakola düşen mermi sayısında azalma olmuyor, aksine, takviye alan teröristler baskının şiddetini gittikçe arttırıyorlardı. Kimsenin değil karakolun dışına çıkmak, mevzi değiştirebilecek fırsatı dahi olmadığı apaçıktı. Bir süre sonra, Suat 3'ün telsizinden hırs dolu kelimelerini işittik: "Hemen gelip yaralılarımı almazsanız, karakola dönüp bölüğü tarayacağım." Hepimiz şok olmuştuk. Hemen tabur komutanı devreye girdi. Hemen hemen aynı sözcüklerle tim komutanına sakin olma çağrısı yaptı. Ama işe yaramıyordu. Tim komutanı "Yaralılarımı alın!" dışında başka bir şey demiyordu. Tabur komutanının da telsizi bırakmasıyla, bir saat kadar daha tim komutanından ses çıkmadı. Birer dakika arayla yapılan yoğun çağrılara cevap vermedi. Hepimiz tim komutanının da şehit olduğunu düşünüyorduk. İçim burkuluyor, başım dönüyor, tanık olduğum bu anlardan nefret ediyordum. Telsizin başına tim komutanının okuldan devre arkadaşı geldi. Son bir ümitle eline mikrofonu alıp, cevap beklemeden, telsizin kodlarını da kullanmadan, konuşmaya başladı: "Devrem ben Hüseyin. Geçmiş olsun devrem. Biraz daha dayan olur mu? Bak destek timleri yola çıktı. Sana doğru geliyorlar. Devrem aman pes etme olur mu?" Telsizin mandalını bırakıp beklemeye başladı. Hepimiz Motorola marka, duvara monteli telsiz cihazının hoparlör kısmına gözlerimizi dikmiş bekliyorduk. Ve konuştu : "Devrem, bölük komutanı nerde?" Hepimiz derin bir "Oh!" çektik. Telsizden, "İzinde devrem" yanıtı verildi. Suat 3 artık tükenen bir sesle konuşmayı sürdürdü: "Ne olur yaralılarımı alın. Ben de yaralıyım." O ana kadar kendisinin de yaralı olduğunu söylememişti. Hepimiz donup kalmıştık. Telsizin başındaki devre arkadaşı da bu sözü üzerine mikrofonu fırlatto ve odadan çıktı. Ben kapının hemen eşiğinde ayakta duruyor, duyduklarım ve gördüklerimle bir tarihe tanıklık ettiğimi düşünüyordum. "Ben de yaralıyım" dan sonra yine ses kesildi. Sabaha kadar hiç konuşmadı. Yüzlerce kez yapılan çağrılara cevap vermedi. Artık onun şehit olduğuna ben de inanmıştım. Gün ağarırken hepimiz yorgun düşmüş, telsizden yapılan "Suat 3, Konuşan Suat, cevap ver!"çağrısından bıkmış halde bir köşede yığılmışken, birden telsizin mandalına basıldığını fark ettik. Telsizden silah sesleri geliyordu. Ve 10-15 saniye sonra hayatım boyunca unutamayacağım bir İstiklal Marşı dinlemeye başladım. Mandala sürekli basıldığı için bütün telsizlerin konuşma imkanı durmuştu. Çatışmanın altında yaralı bir tim komutanının, makamıyla söylediği İstiklal Marşı'nı dinliyordum. Gözlerim dolmuştu. O ana kadar duyduğum en güzel İstiklal Marşı'ydı. Birinci dörtlüğü bitirdi. İkinci dörtlükte sesi çatallaştı. Kelimeler uzadı. Ama marşı söylemeyi bırakmadı. Bozuk bir ses tonuyla, kendini zorlayarak okumaya devam etti. Marşı bitirdiğinde ben de bitmiştim. Hemen orayı terk ettim. Bir daha onun sesini hiç duymadım. Toplam 22 şehidin verildiği o baskın gecesinde, vücuduna saplanmış 7 merminin acısıyla söylediği İstiklal Marşı'nı ruhuma işleten tim komutanının ölmediğine ise hala inanamıyorum...

Hakimin anıları burada sona eriyor. İşte benim Türk subayından anladığım budur. Vücudunda yedi mermi olduğu halde makamı ile İstiklal Marşı söyleyen adamdır. Okuyun ve bu vatan için kanlarını akıtan kahramanlarımızla övünün, gururlanın...

Cuma, Ekim 27, 2006

SuluKöfte SiyahKahve'de


Ey ulu Kafeinin güzide bağımlıları! Ya da sadece Köftenin tiryakileri! ;PP

Canınız, kanınız, biricik SuluKöfteniz'in güzide öyküleri, dehşet hikayeleri artık SiyahKahve adlı edebiyat sitesinde! Hayırlı, uğurlu olsun; okuyanı bol olsun! :))

Açılışı "Mimik Avcısı" ile yaptım, ilerleyen günlerde umarım öteki hikayelerim de yer bulacaktır. Siz iyisi mi kahve tiryakisi olmaya devam edin; SiyahKahve 'yi ziyaret etmeyi, aman ha Kahvüst 'e de uğramayı ihmal etmeyin. Benim olduğu kadar arkadaşlarımın da hikayeleriyle iyi vakit geçirin. Ne demişler; bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır ama siz sakın arayı uzatmayın ;)

Ayrıca link "Bağım Bağım Bağlanın E Mi!" adlı güzide bölüme de konmuştur :)

Not: Resim başka bir siteden araktır :)) Reklamını yapmanın alemi yoktur :PP

Perşembe, Ekim 26, 2006

think before you act!


Sevgili kuzucuklarım, sayın zıpzıplarım! Malum bayram bitti, tatil kısa sürdü, köfteniz göreve geri döndü. Rehaveti üstümüzden atıp kasveti geri çağıralım ne dersiniz? Hani negatif bi insanmışız ya! :PP

Bugünkü gündem maddesi sevgili Güzin Abla'nın köşesinden... Benim de birkaç gün önce duyup dehşete düştüğüm bir konu; üstelik kimseciklerin haberi yok, daha doğrusu kimseciklerden saklanan, yine samanaltı edilen bir konu... Buyrun burdan yakın...


"Efendim, her fırsatta ahlaktan, faziletten, ailenin kutsallığından, ahlaki değerlerimizden söz etmekte olan hükümetimizin sayın AKP’li üyelerinden bir bölümü yeni bir yasa tasarısını gündeme getiriyorlar.

Tasarıda eğer kabul edilirse, bundan böyle "cinsel taciz, 18 yaşından küçüklere yönelik ırza geçme, bu çocuklarla cinsel ilişki kurma, imam nikahıyla birden fazla evlenme, zorla çocuk düşürtme" gibi suçlar ve daha bir çok akıl almaz suç, suç olmaktan çıkarılacak. Yani isteyen istediğine tecavüz edebilecek, sokakta yürüyen bir küçük kızı kaçırıp cinsel ilişki kurulabilecek, isteyen erkek istediği kadar kadınla imam nikahıyla evlilik yapabilecek. Kadınların da gıkı bile çıkamayacak.

Düşünebiliyor musunuz? Ve bunu, kadınları, kızları ahlaki açıdan korumaya almakla övünen, namus kavramını her şeyin üstünde tuttuğunu ileri süren bir partinin üyeleri meclise sunuyor, yasallaşmasını istiyorlar. "

Bilenler bilmeyenlere, duyanlar duymayanlara anlatsın. Bu saçmalıklara artık bir dur diyelim. Tabii işinize gelirse...

Pazartesi, Ekim 23, 2006

İyi Bayramlar

Herkesin mübarek Ramazan Bayramı kutlu olsun... Geçen bayram da olduğu gibi bu bayramı da "işte efenim, şekeriniz bol olsun, cepleriniz harçlıkla dolsun bıdır bıdır" cinsinden türlü sululuklarla geçirmeyi dilerdim -ki bir yanım hala acayip sulanmakta :P- Lakin uzun zamandır içimde birikenler ve özellikle son günlerdeki gerginlikler nedeniyle içim el vermiyor kakarakikiri yapmaya... Bir millet çürüyüp gidiyor, halk burnunun dibindekileri göremiyor, görenler susuyor, meydan çapulculara satılmışlara kalıyor, gençtir diye umutla baktıklarımız salaklıklarıyla hayrete düşürüyor... Evet, bunlar da oluyor... Hem de daha neler neler oluyor... Biraz suya sabuna dokunan bir yazı hazırlayacaktım ama bayram telaşına denk geldi. Umarım en kısa zamanda toparlarım birşeyler. Şimdilik yine hep o bildiğiniz köfte gibi yapıp bayramda eve gelen misafir çocukların beni nasıl uğraştırdıklarından, şebek ettiklerinden -daha şebek olabilir miyim konulu panel bkz. geçmiş bayramlar :P- ve benim girdiğim tatlı ve yaprak sarma krizlerinden bahsedeyim... Aaa durun biraz, bahsettim bile -bkz. umutlar ölür ama sululuk asla! :))- Tamam tamam, ağlaşmayın, fazla canınızı yakmayacağım, mide fesadı geçirmeden sizleri salacağım... Aaa durun biraz, saldım bile! ;))

Öpüldünüzzz...

Çarşamba, Ekim 11, 2006

yeni bölüm

Yeni yine yeniden... Eğer blog'u iyi takip eden akıllı ve de sağlıklı kitledenseniz şu soldaki sidebar'da meydana gelen değişiklikleri de ben söylemeden-sormadan bilecek şanslı azınlıktansınız demektir yavrucuklarım ;) O yüzden bu duyuruyu kaale almayabilirsiniz -- yok ya! hele bi kaale almayın bakın noluyo! ben onu sizi denemek için söledim bi kere niahahah kananlar ayağa kalksın ceza vercem :PP-- Neyse efenim, işte son yenilik; hani ben deviantart'ist oldum ya -- iyi halt ettim-- onun içindir ki bi kıyak yapıp reklama gireyim dedim. Bakın şimdi; sola gidin, gidin gidin iyice gidin yanaşın sidebar'a. Sonra aşağı doğru inmeye başlayın, mouse'unuz kayıp gitsin ipek gibi --hahayt!-- işte orada; hakkımda'dan, veni vidi'den, bağım bağım'lardan --ki orada da bir adet DA linki var bana ait, her taşın altından çıkıyom şerefsizim :PP-- geçmişlerden, mazilerden soora bi "bişii mi demiştin" köşesi görceksiniz. Hah işte onu geçince, bakkaldan sonraki ilk sokakta solda göreceksini DeviantArt bölümünü... Orada DA'deki en yeni sanat eserlerini bulabilir, alttaki linkten de bana, biricik suluköftenize, DA'de ulaşabilirsiniz. Gönül isterdi ki buraya paste edilen işler benimkiler olsun ama öylesi sadece subscriber'lara mahsusmuş --onlar kim demeyin, valla ben de bilmiyom ama bi elime geçirirsem çekecekleri var!-- O yüzdendir ki kuzucuklarım, bi zahmet linke tıklayacaksınız, en yeni ve en cici sululuklara maruz kalacaksınız. Duyuruma burada son verirken hepinizi gözlerinizden öper, esenlikler diler, nice postlarda biraraya gelmek üzere arkanızdan tas tas sular dökerim ;PPP

Cuma, Ekim 06, 2006

deviantart olayı

Flaş Flaş Flaş!!!

Arkadaşlar bugün itibariyle ben de bir DeviantArt'ist (:P) olmuş bulunuyorum, duyduk duymadık demeyin, ziyaret edin beklemeyin, commentlerinizden mahrum etmeyin ;)

http://sulukofte.deviantart.com/ nam-ı diğer; SuluKöfte'nin DeviantArt olayı!

Perşembe, Ekim 05, 2006

lunapark çocukları

Dönme dolabın döndürüp de dolaplar çeviren büyüsüne kapılıp öylece bakakalmıştım; kafam yukarda, gözlerim korku dolu... Asla ama asla cesaret edememiştim binmeye o döndürüşlü ve de gösterişli dolaba.
Ama balerina her zaman dostum olmuştu benim; sevdiğim, özendiğim ve özlediğim... Yıllar boyu "Baba beni zeynebe götüüür!" diye yalvarmamış mıydım zaten? Zeynep Koşuyolu'ndaki lunaparkta sahne alan(!) oturgaçlı dansçı (!!), babamsa biricik kızının bu arzusunu yerine getirmeyi görev bilen sevgi dolu adam...


Fakat yine de en çok sevilen, en çok güvenilen ve de en çok ziyaret edilen hep atlı karınca olmuştur. Beyaz atlı prensin, prensini çifte atarak bertaraf eden yaramaz atı tamam da, o karıncayı hiçbir zaman anlayamamıştım. Haniydi, neredeydi o karıncalar? Çok küçük oldukları için mi göremiyordum, yoksa ben mi çok küçüktüm göremeyecek kadar?!


Yine de hala göremediğime göre o karıncaları, hala rüyalarımda sayıkladığım için lunaparkı... Hala biraz küçük sayılmaz mıyım ben de???
;P

Cuma, Eylül 29, 2006

nassı yane???

Ya ben anlamıyorum arkadaşlar... İnsanlar nasıl devamlı bir depresyon çukurunun içinde kendilerine hayatı zehir ediyorlar, ben çıkış kapısını buradan gayet rahat görebiliyorken (ayol bağırıyor neonlu harflerle 'EXIT! EXIT!' diye) onlar neden sıkı sıkı tutunup bırakmaya yanaşmıyorlar zeminin dibindeki çamurlu toprağı... Yani tamam, ben de zaman zaman girip girip çıkıyorum ruhsal komalara; bazen bozuntuya vermiyorum ama benim de avuçladığım oluyor o dipteki çamurları. Fakat gayet iyi de biliyorum hayatın anlamının o çamur olmadığını... Bunların gelip geçici olduğunu... Yaraların ama kendiliğinden, ama mikili yara bantlarıyla sarılıp iyileşebileceğini... O zaman soruyorum, en naniğinden bir manik depresif olarak; NİYE? Neden bu çilecilik, çilekeşlik (çilek-eşlilik?!)

Acıyı anlayabilirim, sempati de duyabilirim empati kurduğum kadar. Ama kusura bakmayın da, fazlası da biraz sömürüye girmiyor mu? "Bakın benim ne güzel yaralarım, yara izlerim var. Hem çok da seri kanayabiliyorum böyle, litrelerce. Alın Allahaşkına, biraz da siz için, siz kanatın beni. HADİ AMA. Olmadı mı, e o zaman bir zahmet sarıverin yaralarımı, ha sahi fazla yara bandınız var mıydı? Peki ya tentürdüyot? Lütfen ama ağlarım bak!"

Üzgünüm ama ben almayayım canım... Hatta ben kanmayayım (kanamayayım?!) Zira bu entel dantel zırlamalar ve zırvalamalar -her ne kadar uzaktan şirin ve şefkat uyandırıcı görünse de- bana işlemiyor. Gerçek acı olduğuna inansaydım belki. Ama değil. Çünkü gerçek acıyı bilirim ben de, herkes kadar. Zaten herkesin acısı kendine değil mi?! Acırsın, konuşamazsın. Canın yanar ama çığlık bile atamazsın. Kimselere anlatamazsın, ki zaten kimse de anlamayacaktır. Sadece fısıldarsın kendine "geçecek, geçecek bunlar" diye. Bazen geçer, bazen geçmez, o ayrı. Ama dediğim gibi, "acım var, gelin acıyın bana" diye bağrılınmaz ortalarda, nispet yaparcasına. "Benim acım senin acını döv(er)"emez çünkü.

Herkes acı çekiyor, hepimizin canı yanıyor. Ama kimse -ben de dahil ve en azından benim tanıdığım hiç kimse- acısını böğüre böğüre bir şeylerin sömürüsü ya da mazereti olarak kullanmıyor. Acını çekersin paşa paşa, sonra da susar oturursun aşağı krallar gibi. Acı dediğin böyle yaşanır çünkü. Senin zannettiğin gibi paylaşıldıkça azalmaz, tıpkı paylaşılmadıkça artmayacağı gibi. O yüzden, küçük kız, KAPA ÇENENİ ve çek acını. Ayrıca o depresyona girmesini bildiğin gibi çıkmasını da bil. Bil ki bir dahaki sefere yine girmeye yüzün olsun. Çünkü bu halinle çok yüzsüzsün bence.

Not: Hehehe kimse korkmasın (o küçük kızdan başka :P) kendime yazılmış bir yazı değil bu; yani küçük kız ben olmadığım gibi (küçük mü? danalar gibiyim Maaşallah!), depresyonda falan da değilim (en azından bu aralar :P) Ama yazının muhatabını bir sıkı benzetmek kendimi daha iyi hissetmeme neden olabilir tabii ki. Neden olmasın?! ;) biraz evilish bi smiley yok mu buralarda :PP

Pazartesi, Eylül 25, 2006

kısa kısa...

Canlarım kanlarım biricik okurlarım! Okur diyorum ama siz kuzucuklarımı izlemekten ve dinlemekten de geri bırakır mıyım hiç?! Yapmam ben ööle şey! Yapmaaaaaam!!! Çemkirtmeyin beni de hadi izleyiverin gari bi yolcuk ah gurban oleeeem! :PPP

Not: Evet, youtube saolsun :P

Ergenlik Manyağı

"Gençlik nereye gidiyor?" ya da "Afferim len size!" siz seçin anacım ama ben olsam bu çocukları kesin bloga transfer ederdim hihihi...

Delivery

Acayip hoş bir animasyon, ağzınıza layık bir sanatsal köfte ay aman kısa film :)


I put a spell on you

Mutlaka izleyin; ben öldüm gülmekten, özellikle müzik bir harika hihihohohooooo...


Gözlerini Aç - kamera arkası

Aynı ekipten bir kısa filmin kamera arkası şeysi, harikalar yaa...


Gözlerini Aç

Aha bu da kısa filmleri, şiddetle (hıııı dıt!) tavsiye edilir ;P


Turkish Fear of the Dark

Hahhahaaa Iron Maiden'ın kulakları çınlasın, daha doğrusu kulak kıkırdakları sızlasın. Ama Türk aklı işte, yapmış yapacağını... Dinleyin görün anacım (bunu komşu blogdan arakladım şşşt çaktırmayın :P)



Pazar, Eylül 24, 2006

Hayırlı Ramazanlar


Evet sayın okurlarım, biricik kuzularım! Bir resim bir konu köşemize daha hoşgeldiniz diycem ama diyemiyorum; zira şu görmüş olduğunuz tarafımdan çekilen ve birinci sınıf bir sanatsal çalışma olan fotoyla konumuzun hiç alakası yok. Ama olsun, güsel duruyor işte diyerekten asıl hoş gelen hadiseye barnak basmak istiyorum, öhöm öhöm!

Bildiğiniz üzre Ramazan geldi, oruç ayı başladı. Sakın ha "aman bu ay oruçluyuz, suluköfte muluköfte yiyemeyiz!" diyerekten bloga girmemezlik, "kement" atmamazlık yapmayın, burayı boşlamayın, benim de sinirlerimi zıplatmayın! Tamam, belki guruldayan mideniz izin vermeyebilir ama köfteniz iftar ve sahur vakitleri de hizmetinizde yavrucuklarım. Gelin, buyrun, yiyin, doyun yani ;)

Ayrıca daha önce de bahsettiğim gibi, canınız kanınız biricik suluköfteniz sahurlarda davul, iftarlarda iftar topu (evet evet bizzat davul ve topun kendisi köfte :P) olarak siz kuzucuklarına hizmet etmeyi sürdürecektir; blog 24 saat açıktır, evlere servis yoktur, rezervasyon sınırlıdır. Aha da böyle biline, herkeşlere haber salına!

Bak iftara da az zaman kalmış, haydin hepinize hayırlı iftarlar canlarım! ;)

Salı, Eylül 19, 2006

Perşembe, Eylül 14, 2006

oturaklı köfte :P




Sandalyeler Serisi
by SuluKöfte ;)

Pazartesi, Eylül 04, 2006

şeytan aldı götürdü ya da yandı bitti kül oldu




















Çocukluğumun en güzel yaz günlerini yaşadığım yerler Ayvalık, Sarımsaklı, Şeytan Sofrası... Yıllardır hep bir ikinci ev gibi gördüm, kendimden bildim buraları. Belki de o yüzden bu yaz başında yangın haberlerini duyduğumda daha bir üzüldüm diğer yangın felaketlerinin yanında. Fırsat doğdu, bir de kendim gittim gördüm. Nerede o yemyeşil tepeler, nerede şimdiki yanık kuru topraklar... Resmen kel kalmış o güzelim ormanlar ama İnşallah kimsesiz kalmayacak. Kim yaptıysa (hangi elleri kırılasıca şerefsizse artık; ufak not: sabotaj olduğu gün gibi ortada, aynı anda koca ormanın beş yerinde birden yangın çıktığı nerede görülmüş, ayrıca burayı alıp oteller vs. dikmek isteyen ama izin alamayan Antalyalı bir işadamının olduğu da söylentiler arasında) amacına ulaşamayacak çünkü sanılanın aksine imara açılmayacak bu alanlar, tekrar yeşillendirilecek. Tabii toprak küsmez, doğa ana çocuklarını affederse... Şimdi Şeytan Sofrası'nın tepesindeki bu görüntülere bakınca hem içim acıyor, hem de sormadan edemiyorum. Ne oldu bizim insanlığımıza; koşarken ayak izini bu tepeye bırakan şeytan mı aldı götürdü, yoksa dağa kaçan inekle birlikte insanlık da yandı bitti kül mü oldu?! Ama cevabı bilsem de ne içimdeki çocuğun dili varıyor söylemeye, ne de ormanla birlikte yanıp kül olan diğer canlıların çığlıkları izin veriyor konuşmama... Susuyorum.

Pazar, Eylül 03, 2006

'what's next?' generation

"Sırada ne var?"... Hayatı artık at gibi dört nala değil, Ferrari'nin bilmemkaç beygir gücüyle (espri ve sululuklar sonraya lütfen) yaşadığımız şu zamanda kendimi sık sık sorarken buluyorum bu soruyu... "Eee şimdi ne var?" Öyle acımasız bir soru ki aslında. Sanki tüm olacaklar olmuş, yaşanacaklar yaşanmış, tüm olasılıklar tükenmiş gibi... Bir de ukala, bir de yüzsüz; yani sıradaki gelse ne yazar gelmese ne yazar, hepsinin köküne kibrit suyu der gibi... Üstelik yanıltıcı; ne olursa olsun başederim gibi saçma bir yanılsamaya düşürüyor insanı, ki eyvahlar olsun... Fakat belki de altında yatan anlam çok daha farklı; daha acı dolu, daha isyankar sanki. Hani dibe batmış da bundan daha dibini göremezmiş gibi. Ama alın bir yanılma daha; hayat en "bundan kötüsü olamaz" anlarımızda yakalayıp yere daha beter çivilemez mi bizi zaten. İşte bir korkum varsa bundandır benim de... "Sırada daha ne var? Yetmedi mi artık, bitsin yaa..." Ama bir isyanın başkaldırışıyla değil, ya da nanik depresifin (sonra açıklarım) vurdumduymazlığıyla... Sadece bir küçük köfteciğin hayata dair korkusu, merakı, endişesi ve belki ucundan kıyısından biraz da heyecanıyla... "What's next be birader?!" Olasılıklar havuzunda boğulup hayat okyanusunu ördekli kolluklarıyla yüzüp aşmaya çalışan gariban jenerasyonuma... Biliyorum oradasınız; çünkü "the truth is out there"... Maybe because it was never here... Kalın sağlıcakla ;)

Çarşamba, Ağustos 30, 2006

hayatınızın anlamı geri döndü!




















Merhabalar canlarım! Evet, beklenen gün geldi; biricik köfteniz döndü! Hem de müthiş fotolar ve tuhaf anılarla :PP veee tabii ki tatillik ayak resimleriyle! Hehehe fetişistlere duyurulur :PP

Hepinizi hasretle kocaman öpüyorum, daha sonra kaynatırız artık ;)*

Perşembe, Ağustos 17, 2006

tatil köftesi version 0.2

Evet canlarım ciğerlerim; köfteniz yine kaçıp gidiyor buralardan kısmetse... Yine türlü sululuklar ve mavi sular peşinde... Ben gidip dönene kadar iyi bakın buralara, bloga ve tabii kendinize de... Öpüyorum canlarım; haydin baş baş!

Not: Bak dayanamadım, gitmeden yine size bi güzellik düşündüm. Yüksek Sadakat'tan Döneceksin Diye Söz Ver; pek sefkili İçliKöftecim göndermişti doomgünümde, ben pek içlendim, bıyrın siz de bırdan yakın :P

Güneşin ufka değdiği yer
Oraya git ama yine gel
Döneceksin diye söz ver
Böylesi hepsinden güzel
Git özlet kendini yine gel
Döneceksin diye söz ver
Dinle uzaktan çalan şarkı hicazdan
Yaktık seninle biz bir yangını yeni baştan
Dinle uzaktan küllerin arasından
Madem her şey biter yine başlar yeni baştan
Bana ne olur ellerini ver
Gideceksin ama yine gel
Döneceksin diye söz ver...

Söz! :PP

Pazar, Ağustos 13, 2006

A Smile in a Whisper
















Do you want to know a secret?


Titles by Fairground Attraction

Photo by Xenapp ;)

Perşembe, Ağustos 10, 2006

iyi ki doğdum...

İyi ki doğdum ben... İnsanız diye geçinip türlü çirkinliklerle, pisliklerle mahvettiğimiz; bizden başka canlı yokmuş gibi hayat bulmaya çalışan her yaratığa zehir ettiğimiz; kendi türümüze bile her gün işkence ettiğimiz; sonra da karşısına geçip yaptığımız iğrençliği gururla seyrettiğimiz bu dünyaya... iyi ki doğdum!

Biraz acı olduysa kusura bakmayın; sadece içimden geçenler bunlar... Ama hepinize teşekkür ediyorum; iyi ki varsınız ve iyi ki bu dünyayı çekilir kılıyorsunuz...

Sevgiler

Pazar, Ağustos 06, 2006

blog kardeşliği böyle günde lazım

Uzun zamandır bu konuda bir şeyler söylemek istiyordum ama sürüp giden bu acımasız savaşa karşı "yeter artık durun!"dan başka ne denebilir bilemiyorum. En iyisi lafı, gerçekten söyleyecek sözü olanlara bırakmak. İşte savaşa bizzat şahit olan Iraklı, Lübnanlı blogcu arkadaşlarımız...

Baghdad burning by Riverbend

Kerblog in Beirut

Salam Pax the Baghdad blog

Electronic Intifada

A Family in Baghdad

Ve bitirirken de Mazen Kerbaj (kerblog)'ın İsrailli bir gazeteciye verdiği yanıtı ekliyorum. Kendisi söylenecek herşeyi söylemiş zaten...

"to an israeli interviewer"
You have called me today to request an interview for an Israeli newspaper. Here is my answer.


you want to interview me about the music we are keeping going in beirut today.

in other times, i would have liked to be interviewed by an israeli newspaper to talk about my music and my drawings.

i would have probably said for a start that i never imagined the israeli people like green people with antennas.

i would have talked about the free jazz and the improvised and experimental music scene in lebanon. i would have said that beirut is most probably the closest city in the world to tel aviv and that the musicians and artists of both cities have a lot in common. at least the weather, not to speak about the mediterranean way of life and the high concentration of intellectuals, artists, thinkers and free men in both cities.

today that i have the occasion to say whatever i want, i do not wish to do so.

today, instead of playing music with my friends musicians in Beirut and in the whole world, i am playing with the israeli air force. and this, i do not accept.

today, i sadly do not feel we have the same weather anymore. beirut is getting hotter every day. and this, i do not accept.

today, i am beginning to believe that there is not so much free men in israel.

i tend to think more and more that the majority of the israelis are really green with antennas on their heads. and this, you shouldn't accept.

today, i do not wish to speak anymore.

thank you for listening to this “nothing” i ended up by saying.

posted by mazen

Cuma, Ağustos 04, 2006

şarkım geldi...

Gecenin bir yarısı, yazısını bitirmek için çırpınıp duran, sıcaktan patlayan ve kafayı duvarlara vuran bir köfteceğiz ne yapar? Kuzucuklarına mesaclı mesaclı "lyric" yazar efenim...

Happy when I'm crying - Pearl Jam

I need a song to help along
When it feels wrong it seems so long
To get to the light
We live in homes talk on phones
Hear the tones can you hold
Moving fast as light TV's on at night
Does peace come out of fighting
Can truths come out of lying
I'm happy when I'm crying
If reality is what I see newspapers mag-azines TV
Tell's what's going on leading us along
It's not absurd to all get heard
Put our feelings into words
You have to reach inside no feelings to hide
Does peace from out of fighting
Can truth come out of lying
I'm happy when I'm crying
Bring children into the world
We couldn't have done it by ourselves
Stop and wonder why
There's more than meets the eye
Somewhere inside I did believe
I can't belong I was wrong
I have gained insight
I will see the light
Truth isn't lying
Peace isn't fighting
Love isn't dying

Not: Bir de aplanız için Pearl Jam'den "Bee Girl" ile Morrissey'den "Girl Least Likely To" adlı parçalara bi bakıverin zamanınız olursa, pek bi içlendim de akşam akşam ;P

Salı, Ağustos 01, 2006

Salı, Temmuz 25, 2006

yepisyeni köfte!

Evet anacım; gördüğünüz üzzre blogumuz yenilendi, süslendi püslendi, cici oldu. Eh artık bi iç dizayn lazımdı zaten. Kabul ediyorum, bir yerlerden kopya çektim, komşu bloglardan aşırdım ama olcek o kadar. Hepsini sizin için yaptım canlarım, kendim için bişii istiyosam noliim ayol! Hadi siz blog içi gezintinize devam edin, commentlerinizi eksik etmeyin, ee nasıl buldunuz hadi söyleyin! ;)

Pazar, Temmuz 23, 2006

hasret köfteleri

















Ayrılık değil, son hiç değil... Ama merak etmeyin sizi de kendimi de ağlatıp blog ortamlarını kasmiicam; ben hasretimi kenarda köşede tek ayak üstünde (ve gözyaşlarıma eşlik edip akan burnumla beraber) çekerim anacım. Siz yeter ki yol hazırlıklarına başlayın; minibüs tutulsun, yolluklar pişsin, arkamızdan sular dökülsün; istikamet kara kent Ankara! Ya zaten yıllardan beri bir Ankaralı özletiyordu kendini (bkz. Hande zillisi), şimdi bir de Aslıyan köftesi çıktı başımıza. Ama sıkı durun Ankara, Bolu, Abant ve bilimum yolüstü et lokantaları! Yıllar ayıramayacağı gibi yollar da ayıramayacak; artık sadece İstanbul değil, tüm yurt bıkacak bizden niahahahaaaaaa!...

Zırlamayın len!

Not: O Aslıyan'ın başındaki ellerden biri benim; yani mesaj veriyom kızım, elim her zaman üstünde olacak, benden kurtulamayacaksınnn!!! ;)*

Cuma, Temmuz 14, 2006

mezuuun!!!


Evet canlarım; gördüğünüz üzre köfteniz mezun oldu. Tabii yandaki gibi bir sahne yaşanmadı (:PP) ama çok eğlendik, çok duygulandık, pek de bir sulandık. Önce kep töreni, sonra da pek şenlikli mezuniyet balosu derken hem eğlenceden hem de yorgunluktan bitap düştük ama daha bitmediii! Bundan sonra daha bir eğlenip daha bir sulancaz, bizi izlemeye devam edin anacım ;)

Not: Köftenin saçlar gitti, algı da düştü. Yaslardaydım yeni toparlandım. Kökü bendeymiş, pöh! Alacağın olsun Selim abi! :P

Cumartesi, Temmuz 01, 2006

resimsiz :P

Ayol hep göz banyosu yaptıracak değiliz ya! :PP Bu da böyle olsun be yav :)

Hayat enteresan, her zamanki gibi... Tuhaf bir seyirde devam ederken beni de şaşırtmaya devam ediyor. Aman anacım, Allah şaşırtmasın!

Bir de şöyle bir durum var; hayatımda ilk defa ileride ne olacağı hakkında en ufak bir fikrim yok. Yani öyle garip ki; sanki bu yazdan sonra hayat yokmuş gibi... Ağustos, bilemedin en fazla Eylül'den sonrası bir büyük boşluk, adeta kara delik resmen... Ve bendeniz; "fil" in the blanks! Şu an Sheryl Crow "If it makes you happy, it can't be that bad" diyor ama durum Muse'den "Supermassive Black Hole"e daha fazla uyuyor, tabii supermassive olan yine benim...

Yine bir yerlere, bir şeylere, birilerine yetişmem gerektiği hissine kapılıyorum ama aslında yetişmem gereken tek kişi bizzat ben kendimim galiba. Sadece biraz toparlanmam lazım, sanki daha toparlak olabilirmişim gibi! :PP Aaa hakikaten, bu arada ayın 11'indeki mezuniyet için de ufaktan kampa girmem gerek, yoksa o siyah elbisenin içine asla sığamayacağım (yaa entel entel giderken birden sohbet bööyle sığlaşır işte, yüzeysel köfte senii!)

Her zamanki gibi size birkaç gündem maddesi sunmak isterdim canlarım ama şu deli sıcakta valla halim yok. Üstelik yazdığım gündem maddeleri bir bir elimde patlamaya başladı bildiğiniz üzre (bkz. Morrissey'im tatlı aşkım, benim yumuşak tatlım!) Yine de küstüm oynamıyorum diyemeyeceğim; daha yapacak çok işim var. Daha büyücem; "savaşçı" olcem, mezun olcem, yarışmacı olcem, "kardeş kraliçe" olcem, bi de sığdırabilirsem arada yerli turist olcem... Ama bittabii her zaman ve her an sizin biricik "suluköfteniz" olmaya devam ediciim kuzucuklarım ;)

Beni izlemeye devam edin :P*

Cumartesi, Haziran 24, 2006

kahve bahane...



... fal şahane?! Yalan halbuki! "Fal"ı aynaya tutarsanız görürsünüz gerçek yüzünü: "laf"tır esası. Falcı da laf cambazı demektir aslında. Neyi ne kadar bildiğiniz değil, neyi nasıl söylediğiniz önemlidir. Tabii iş biraz da karşınızdakinin safiyetine ve inanma arzusunun şiddetine kalmıştır. Ama iş ciddiyete ve maddiyata dökülmedikçe her zaman keyifli bir meşgale olmayı sürdürmüştür fal; annelerimizin altın günlerinden kampüs kantinlerimizin kaynaşma ortamlarına sürdüregelmiştir o taçsız egemenliğini. "Neyse halim, çıksın falım"dır parola ve kalbi kadar dili de temiz olan her bahtı belirsize açıktır gaibin kapıları. Gerisi yalandır; biz fanilere de fala inanıp falsız kalmamak düşer...

Perşembe, Haziran 15, 2006

the watcher


Who is watching us... whose eyes are upon us... the way we were, the way we are... who is gonna tell us which way to go... all and more is in the eye of the beholder... through the binoculars, a whole new world is ahead of you... just sit back and watch...


Thanx: to the lovely model "hotche", to our lovely hostess "arzuhan" and of course to the lovely photographer, who I guess is "tseyn" ;)

Cumartesi, Haziran 10, 2006

steven'ım patrick'im biricik morrissey'im!

Ben buralarda aylak aylak oturayım; yok izin alamayayım, yok ayarlayamayayım, yok ders çalışayım, yok bilet bulamayayım, bilmem ne! Hayallerimin pembe midillili(!) yakışıklı prensi biricik Morrissey'im İstanbul'a ahan da burnumun dibine gelsin, birkaç saat sonra da konser verecek, o kadife sesiyle "yuu hev killd miiiiiii" diye şarkı söyleyip gönülleri titretecek olsun ve ben gidemeyeyim!!! Pes bana! Ayıp bana! Yazık ya banaaaaa.......

Evet canlarım; bir F.Ö.Ş. organiza(ma)syonunda daha yine sizlerle beraberiz ve ne yazık ki Moz'umla değil de sizlerle beraberim! Ühhü ühüü ühüüüüüüü ya...

Efes One Love Festival başladı ama ben göremeyeceğim biricik "one love"ımı, dinleyemeyeceğim ve de höyküremeyeceğim "dı moor yu ignoor miiiiiiii!" diye. Olmaz olsun böyle festival ama görür onlar; the more görmezden gelsinler beni the closer get'icem ben onlara hıh!
O yüzden ve ondan ötürüdür ki, şimdilik bununla idare etmeye çalışacağız sefkili pek gıymatlı gözü yaşlı-bağrı taşlı kuzucuklarım:
Warm lights from the grand houses blind me
Haves cannot stand have-nots
And my love is under the ground
My one true love is under the ground
And I'll never be anybody's hero now
They who should love me
Walk right through me
I am a ghost
And as far as I know
I haven't even died
And my love is under the ground
My one true love is under the ground
And I'll never be anybody's hero now
See as I.. See as I..I'll never be anybody's lover now
Things I've heard and I've seen
And I've felt and I've been
Tell me I'll never be anybody's lover now
It begins in the heart
And it hurts when it's true
It only hurts because it's true
Not: Bunu yazarken radyoda The more you ignore me çalmaya başladı, ağliicam yaaaaaa ;PP

Çarşamba, Haziran 07, 2006

Out of Africa


Biraz da mesaj verelim di mi ama efenim; tam da finallerde Afrika'daki "current history" hakkında çalışırkene bu da bize kapak olsun canlarım!

Cumartesi, Haziran 03, 2006

eternal sunshine değil, eternal bekleyiş oldu biraz ama; sonunda!


How happy is the blameless vestal's lot!
The world forgetting, by the world forgot.
Eternal sunshine of the spotless mind!
Each pray'r accepted, and each wish resign'd

(Alexander Pope)

Haydi arkadaşlar silmeye!...

Çarşamba, Mayıs 31, 2006

çocuk işte...


Ne güzeldir çocuk olmak; hiçbir şeyi takmadan, annenin elini bırakmadan, hevesin henüz kırılmadan, kalbin daha parçalanmadan ve sonunu bilmeden yaşamak, hayat bir oyunmuşçasına...

Keşke hep çocuk olsak; bilmesek, öğrenmesek, kah ağlayıp kah gülsek ama hiç dertlenmesek, tek korkumuz karanlıkta yatağın altından çıkacak canavarlar olsa, henüz insan kılığındakilerle karşılaşmamış olsak, halen elimizi tutacak birileri olsa...

Belki Bigün Yaşlanıcam Ama Asla Büyümiycem!

kih kih kih...

Cumartesi, Mayıs 27, 2006

Pazartesi, Mayıs 22, 2006

birileri beni özlemiş galiba ;P


E biliyorum zati; özlenmeyecek gibi değilim! Ve fekat her zaman da sizinle uğraşamam ki ayol! Bu köfteciğin de işi-gücü (yalannn!), okulu-dersi (külliyen yalannn!), gezeceği-göreceği yerler (bak bu doğru!), yazacağı edebi metinler (ehh!) ve boşa harcayacağı zamanı var! Amma ve lakin sizden gelen özel istekler de benim için pek bir değerli tabii canlarım; yani bir nevi siz isteyin aplanız size kurban olsun durumları (yalaaaaaan!). Sizi mi kırıcam ayol diyerekten attım elimi klavyeye ve ahan da bu güzide resmi buldum, zira duygu ve düşüncelerimi, ruh halimi pek bir güsel yansıtmakta kendisi. Eveet, hepinizin kanını emicemmm! Ama önce gündem maddeleri:

1. 10 Haziran'da Morrissey konseri var arkadaşlar! Toparlanın dedim kimse sallamadı; uyanın, silkinin ve kendinize gelin yahu, biletler kendilerini kendi kendilerine alamazlar (ne cümle beah!). Hayde bakem pamuk eller cebe; gelecekler tahtaya adını yazdırsın ya da buradan comment atsın ya da ya da direk bana ulaşsın, hadi amaaa!

2. Marmara Şenlikleri pek bir şenlikli devam ediyor; Perşembe Nev+Yüksek Sadakat, Cuma Şebnem Ferah aplamız sahne alıyor; aradaki günler de bizim gruplar çıkıyor, canlı müzik yapılıyor, halaylar çekiliyor, pamuk şekerler yeniyor vs. ve fakat asla ve asla bir daha asla gondola binilmiyorrrr!!!

3. Piknik, piknik, piknik!!!

4. Ödevleri yaptıracak birisi aranıyor! :P

5. Yok beşinci madde, ben uydurdum! Ama siz istek yapabilirsiniz; örneğin "beşinci gündem maddesi, aç karna kağıt helva arasında dondurma yiyen bir öğrencinin derse katılım performansı üzerine tespitler hakkında olsun" diyebilirsiniz. Buyrun comment'ten yakın ya da buradan dinleyin ;)

Pulp _ Common People
3 Doors Down _ Kryptonite
Chumbawamba _ I'm With Stupid
Tindersticks _ I've been loving you too long
Pearl Jam _ Soldier of Love

Öptüm kocman! ;)*

Pazar, Mayıs 14, 2006

İşte Selanik!


















İşte canlarım kuzucuklarım; çok merak ettiğiniz Selanik! Pek bir güzel, pek bir şenlikli. Ve Selanik Selanik olalı böyle köfte görmedi! :P Gittik, gezdik, gördük, tatbik ettik; aman efendim pek bir eğlendik! Yediğim içtiğim, gezdiğim gördüğüm buyrun burada aşağıda; tabii hepsini sığdıramadım buraya (giderken Yunan treninin kompartmanına da sığamamıştık zati :P) ama gördüm ki koca bir yürek dolusu sevgi sığdırılabiliyormuş istenince, fırsat verilince. O nedenle öncelikle hocalarımız Günay Hn., Gülden Hn. ve Erhan Bey'e teşekkürlerimi iletiyorum bu güzel seyahat için. Sonra da tek tek bütün yol arkadaşlarıma; Fidan, Özlem 3 (:P), Ezgi, Sevda, Müge, Serhan, Levent ve tabii ki Zeynep'le Hatice'ye sevgilerimi iletiyorum. Özellikle de bunca zaman konuşamayıp da ancak şimdi, sona yaklaştığımız şu vakitlerde tanıma fırsatı elde ettiğim eski-yeni tüm dostlarıma kucak dolusu sefkiler ve de öpücükler gönderiyorum ve bu keyifli yolculuk için hepsine teşekkür ediyorum ;) Ne dersiniz; seneye aynı ekip bir de İtalya yapalım mı?! :PP

not: evet, Selanik İzmir'e benziyor! :))

Ata'nın evi...


Şimdi canlarım; Ata'mızın evine gittik tabii gitmesine, pek de güzel, pek de duygu doluydu. Fakat maalesef fotoğraf makinesinin azizliğne uğradım, bu nedenle orada çektiğim fotolardan hiç memnun değilim, elimde eli yüzü düzgün bir bu var ama diğerlerini arkadaşlardan alacağım ve en kısa zamanda buraya ekleyip Ata'mızın evini hakettiği güzelliğiyle sergileyeceğim sizlere ;)

Bu arada biz oraya gitmeden bir gün önce R. T. Erdoğan da bir ziyarette bulundu ve malumunuz kriz patlak verdi. Şimdi biraz dedikoduya biraz da "inside information" a (:P) girerek size olaydan bahsedeyim: Erdoğan o malum sayfayı görüp herkesin gözü önünde yırtmakla kalmayıp Sn. Konsolos beyi de bir güzel haşlıyor; adamcağızın tepelere çıkan tansiyonu da onu yataklara düşürüyor. O nedenle biz gittiğimzde bizimle ilgilenemedi kendisi. Üstüne bir de Ermenilerin protesto yürüyüşü eklenince adamın halini düşünemiyorum, Allah yardımcısı olsun valla.

Balık & Uzo

















Sonunda mideler sıcak yemek gördü, bayram ettik; hem de balıkla! E tabii kuru kuruya gitmez :P Alttaki resim Kavala'daki ziyafette; o zaman hocaların şarap teklifine dayandık ama Selanik'te Osmanlı evlerine giderken uğradığımız şahane "TABERNA"da (üstteki resim) artık direnemedik ve Günay Hoca'nın(sağdaki hoş bayan) uzo ikramına balıklama(!) daldık! Hayde bre fondip! :))

Bu arada balıkları fazla pişirmiyorlar; yediğim kalamar neredeyse canlıydı :PP

not: tavernada canlı müzik de vardı, giderayak buzukini de tadına bakmış olduk valla ;)

Kavala...


















Kavala Selanik'e 2,5-3 saat uzaklıkta ama gitmeye de görmeye de değer. Biz günübirlik gidebildik ama bence günlerce, haftalarca kalınacak kadar güzel (hatta bazı yönlerden Selanik'ten katbekat güzel!) Bana biraz Ayvalık'ı, biraz Bodrum'u (ama bozulmamış halini) anımsattı. Aslında küçük bir yer ama sanırım güzel olmasının bir nedeni de bu. Aaaah ah!

Yahu Kavalalı Mehmet Ali Paşa çılgın mıymış! İnsan burayı bırakıp kalkıp Mısır'a vali olur mu hiç! :PP

not: evet, yağmurun azizliğne uğradık orada da ama yağmuru bile ayrı güzel bee :))

Selanik'te gece turu


Şu Selanik de geceleri bir başka güzel canııım! :)) Yunanlı arkadaşlar bize Makedonya Üniversitesi'nden eşlik ettiler; hepsi birbirinden şeker, sıcakkanlı insanlardı, valla iyi ki gitmişiz, iyi ki tanışmışız (başka fotoları çıkarsa ortaya, koyacağım buraya söz :))

Geceler çılgın, geceler ayaz ve fakat Selanik kafeleri de pek rahat anacım! Adamlar keyiflerine düşkün valla, nereye gitsek koltuklar konforlu, soğuksa ahan da şu sağda gördüğünüz sobalardan yakıp müşteri memnuniyetini sonuna kadar sağlıyorlar. Frappeleri fena değil ama akşam 8'den sonra servis yapmıyorlar; güya çok ağır olduğu için uyku kaçırıyormuş. Yok anacım, ben gecenin bilmemkaçında içtim, sonra da mışıl mışıl uyudum valla...

not: garson kızlar pek cilveli işveli, benden söylemesi ama erkek garsonlardan kaçması da zor olabiliyor hani ;)