Karar veremedim; önce Morrissey'im aşkımdan bir şeyler mırıldanmak istedim. Ama tam ben bu mesajı yazarken Radiohead'den No Surprises çalıyordu. Düşündüm, duruma sanki daha bir uyuyordu. Ve sonra birden Jeff'im Buckley'im başladı Last Goodbye'la... Peki ben ne yapmalıydım? Üç harika adam (tamam Thom Yorke biraz tuhaf kaçıyo :P) ve biçare genç kız!!!
Sonra "acaba" dedim, "oooy anam oy diyesiye bir türkü mü mırıldansam bizim oralardan". Ama bizim oralar diye bi yer de yok ki! Neresi yani; Arnavutya olabilir mi, ya da yeni keşfimiz Akköy? Akköy'ün türküsü var mı ki? Delisi çok ama türküsü olduğunu sanmıyorum... Moz'a söylesek bizim köye de bi türkü yakar mı en acılısından? :PP
Fazla sulandırmadan konuya dönüyorum... Önce Moz girdi kanıma; "to me you are a work of art" dedi... Sonra da devam etti "and I'd give you my heart, that's if I had any"... "Evet" dedim ben de "aynen öyle!"
Ama bitmedi, devam etti yakınmaya; "Every day I play a sad game called, In the future when all’s well, Living longer than I had intended, Something must have gone right"... "Eyvallah hocam" dedim, ne diyebilirdim, haklıydı.
"Zaten" diye sürdürdü serenatını(!), "there's no such thing in life as normal"...
"He ya" dedim başımı hararetle sallayarak. "Hangimiz normaliz ki?" diye sordum. Başını yana eğdi, o çapkın, yamuk gülüşünü bahşetti gamzelerini çıkararak. Maviş gözleri parlıyordu bakarken. Eridim bittim, "ama ama you have killed me be Morrissey!" dedim. "Olur öyle bazen, takma sen, I forgive you" dedi o da. Vedalaşıp ayrıldık.
Tam Thom Yorke'a dert yanacaktım ki (bak Moz bana ne eyledi gibisinden) baktım Jeff yok ortalarda! "E hani nerde?" dedim, sıkılmış gitmiş meğersem. Ama bence kıskanmış da olabilir, bilmiyorum. Öte tarafta işler karışıkmış zaten, huriler de rahat bırakmıyorumuş. "Neyse" dedim, "yine biz kaldığımız yere dönelim." Başını salladı Thom ve bıkkınlıkla söylendi, "no alarmas and no surprises please, just get me outta here!" Tamam anacım, gidelim, gidelim de nereye!
"Hiçbi yere gidemezsiniz!" diye bi ses gürledi. Bi de baktım Ed gelmiş! Evet Vedder olan, Pearl Jam hani. "I am mine!" dedi önce, sonra azıttı, "hatta hatta kız da benim hüleynn!" Güldüm ben de, "deli misin ayol! herkes bize bakıyo" dedim. Hakikaten de öyleydi, ben bu satırları yazana kadar cümle alemin rockçısı, çalgıcısı oraya toplanmıştı. Hepsinin elinde bişi, çalıp söyleyip eyleşiyorlardı. Gavin geldi yanımıza (Rosedale olan), "arkadaşlar," dedi, "silence is not the way, we need to talk about it." "Ha...tir ordan lan düdük!" diye bağırdı Robert (Smith olan değil, Del Naja olan, hani Massive Attack'ten, yoksa Cure'deki Robert küfretmez böle), çok kızgındı ve kızgın bi İngiliz dilini tutamazdı. Ben kavga çıkmasın diye araya girdim. Robert'ı aldım köşeye çektim, "bak bu böle olmaz" dedim. Hak verdi, "Ama napiim," dedi, "you are my angel, come from above, to bring me love..."
"Oooy oy!" dedim, "napıcam ben sizinle?!" Yatakta öbür yana döndüm, bi de baktım kıçım açıkta kalmış! Uyandım, yorganı başıma çektim, bi Ayetel Kürsi okudum, hepsi gitmişti... ;))